Engin Ardıç'a gönülden teşekkürler!

22 Oca 2014

Emek ve Gezi olaylarının ortak yanı
Sabah gazetesini okumuyorum. Tam 14 yıl emek verdiğim bir gazeteyi okumamak zor gelmiyor değil. Nitekim ayrıldığım Nisan 2013’de bırakmadım, bir süre aldım. Ne zaman ki gazete iyice değişip inanılmaz biçimde iktidara yanaşmaya başladı. Ve de o ‘şebelek’ lakaplı militan yazarı da kadrosuna aldı. O zaman dayanamayıp bıraktım.

Sabah da o günden beri tümüyle değişti. Ve birçok değerli kalemi kadrosundan çıkardı. Nazlı Ilıcak’tan Yavuz Baydar’a, hatta kurucularından Ahmet Örs’e kadar... Hafta sonu eklerinin başındaki Elçin Yahşi ve Günaydın’ı uzun süre yöneten  Şirin Sever bile bundan nasiplerini aldılar. Orada bir avuç aklı başında dostum kaldı. Allah onlara kolaylık versin!...

Tüm bu nedenlerle, geçen gün (tam olarak 15 Ocak’ta) Engin Ardıç’ın yazısından önce haberim olmadı. Sonra söz ettiler  hemen alıp arşivime kattım: bir gün lazım olur!.. Geçmiş Olsun Reha başlıklı yazıda, Ardıç önce Reha Muhtar’a laf atıyor, sonra Sana Da Atilla Ağabey diyerek son kitabım dolayısıyla bana dokunduruyordu. Ve hemen yazının girişinde aynen şöyle diyordu: “Sevgili ağabeyim Atilla Dorsay, verdiği ‘Emek sineması mücadelesini’ yansıtan ve Taksim ayaklanmasının da fitilini ateşleyen, bir tür provasına yol açan yazılarını yeni bir kitapta toplamış: ‘Emek Yoksa Ben De Yokum’. Gazetede de böyle demişti.

Oysa gazetenin bu işte olumlu ya da olumsuz hiçbir dahli yoktu ve olamazdı. Ne bekliyordu? Patron başbakana telefon edecek, 'Atilla Bey kızıyor, şu inşaatı durdurun' mu diyecekti acaba?”. Ve yazı böyle sürüyor.

Hay Allah!.. Görüyor musunuz neler demiş, bizim Mekteb-i Sultani’li kardeşimiz Engin? Bana ‘ağabey’ demesi zaten ikimizin de Galatasaraylı olmasından... Peki ya gerisi?

Önce şunu söyleyeyim. Emek sineması olayıyla Gezi olayları arasında belli bir akrabalık olduğunu ben de düşündüm. O kitapta da yazmıştım: eğer Emek olayı Gezi’den sonra patlak verseydi, belki o eşsiz salonu kurtarabilirdik. Çünkü Gezi olayları, oldukça geniş bir kitlenin ülkemizde hemen ilk kez ‘birkaç ağaç için’, yani sonuç olarak bir doğayı koruma girişimi için öylesine bir direniş başlatmasıdır. Temel niteliği, ilk başta siyaset-dışı bir amaç uğruna başlamasıdır: tıpkı Emek olayı gibi... Gerçi arkadan çok başka şeyler gelmiş ve olay gitgide büyüyerek iktidara karşı, iktidarın başına ve tüm ‘muktedirlere’ karşı, o giderek artan hoyratlığa, zorbalığa, ‘her şeyi ben bilirim’ diyen tek-adamlığa karşı bir ulusal eyleme dönüşmüştür.

Sonunda Gezi kazanmıştır, geziciler galip gelmiştir. Ve ilk ağızda Taksim Parkı kurtulmuştur. Şimdiyse artık Türkiye’nin kurtulmasına doğru ilerlemektedir bu olay... İki olay ters sıralı ya da birbirine daha yakın olsaydı, belki Emek de yıkılmaktan kurtulabilirdi. Öyle olmadıysa bile, Emek kitlenin görünürde siyaset-dışı bir olay için böylesine eyleme geçebileceğini göstererek, Gezi’nin önünü açmıştır. Bu sanırım toplumbilimcilerin de görüp söylediği bir şey.

Ancak böyle düşünsem ve gerçekten de Emek (ve aslında tüm İstanbul) için, hem de ‘yandaş’ Sabah gazetesinde özellikle son üç-beş yılda öylesine yoğun biçimde, kitap oluşturacak kadar (nitekim iki kitap çıktı!) yazmış ve eleştirmiş olmaktan belli bir övünç duysam da...Yazılarımla Gezi arasında böylesine direkt bir paralellik kurmayı, ben kendi adıma hayal bile edemezdim!.. Bu öylesine karmaşık bir bağ ki...

Elbette daha Emek Yoksa Ben De Yokum diye yazdığım 2011 yılından beri, bunun benim açımdan bir kişisel isyan olduğu belirgindi. Ve olaylar öyle gelişti ki, o sözü tutmak zorunda kaldım. Onca sevdiğim, bir hayat biçimi olmuş gündelik gazete/ köşe yazarlığına son vererek...Ve günümüzün çalkantılı, hatta fırtınalı bir denize benzeyen medyasında, bunun kolay kolay alternatifi olmadığını da gayet iyi bilerek...Kişisel isyanların da, giderek artıp büyümek suretiyle toplumsal isyanlara dönüştüğü bir gerçek değil midir?

Ama bir başkasından, hele ‘düşman’ (yani ideolojik düşman) bellediğim bir kalemden böyle bir saptama beklemezdim. Engin Ardıç benim yazılarımı “Taksim ayaklanmasının da fitilini ateşleyen, bir tür provasına yol açan” diye niteledi ya...Emin olun, bu benim naçiz hayatımda aldığım en büyük kompliman, en güzel armağan!...Çerçeveletip duvarıma asacağım...

Engin’e gönül dolusu teşekkürler. Ne derece bilinçli yaptığını bilmiyorum. İster misiniz, bunu o Mekteb-i Sultanilik (ya da Galatasaraylılık) denen ve kimilerince ‘ülkemizin en büyük çetesi’ olduğu ileri sürülen örgütün etkisiyle yazmış olsun!..Ama herhalde bu, basında birini eleştirmek için yola çıkılmış,  ama sonunda ona en büyük armağan olmuş polemik yazılarının önde geleni olarak anılacak...

Ama bir nokta daha var. Bu kez kişiselliği aşan...Ardıç “Patron başbakana telefon edip ‘şu inşaatı durdurun’ mu diyecek?” derken, önemli birşeyi açığa vuruyor. Devlet malı Emek’in yıkılıp o değerli alanın bir büyük sermaye şirketine teslim edilmesinin ardında da bizzat başbakanın olduğunu, bunun bile bir Recep Tayyip Erdoğan uygulaması olduğunu itiraf etmiş oluyor. İktidara öyle yakın ki, kim ondan iyi bilecek?

Ve böylece son tartışmalarda her önemli yatırımın, kararın, tahsisin ardında bizzat RTE’nin bulunduğuna dair gitgide yayılan söylentiler, ‘içerden’ bir onay almış oluyor. Bir kez daha ‘sağolasın Engin Ardıç!’...

 
paylaş