- Radikal
Erdoğan Rejimi, 2003-2004'te Türkiye'yi hem devlet düzeni hem insan özgürlüğü açısından AB Uyum Paketleri'yle çok takdir edilesi biçimde çağdaşlaştırmaya girişti. Fakat özellikle 2011'den itibaren gün be gün otoriterleşti. Bu otoriterliği de, yolsuzlukları büyük bir pişkinlikle örtbas etmek için kullanıyor.
Çağdaşlaşamayan, tersine daha da otoriterleşen modellerin sonu ne olduysa, aynen öyle olacak: Birdenbire çöküş.
Yurt dışından örneklere hiç girmeyelim. Demokrasi döneminde çağdaşlaşamamak yüzünden çöken Sovyet modeli’ni hatırlatıp geçelim. Yurt içinde kendinden önce iki model var: Osmanlı modeli ve Kemalist model.
OSMANLI VE KEMALİZM
Osmanlı, 1839’da devlet’i çağdaşlaştırmaya girişti. Ama sürdüremedi. Milliyetçilik çağında daha da otoriterliğe gömüldü. Hatta, 1915’te yüz binlerce Ermeni vatandaşını kesti. Zaten daha 16. Yüzyılda, çağdaş dünyanın merkantilizmini (okyanuslara açılan ticaret kapitalizmini) ıskaladığı için geri kalmıştı; uzatmaları oynuyordu: Ömrünün son asrını B. Britanya-Rusya rekabetine borçluydu. Çöktü.
Kemalizm, işgalden kurtarıp sıfırdan kurduğu devlet’i 1920’lerde çağdaşlaştırmaya girişti. Fakat zaman içinde insan’a yani demokrasiye geçen Batı’nın aksine, çağdaş demokrasiye bir türlü evrilemedi. Çünkü 1930’ların (döneme göre doğal olan) otoriterliğini oda sıcaklığına getirmek için mükemmel bir fırsat sunan Demokrat Parti’yi 27 Mayıs 1960 askerî darbesiyle düşürdü. Ardından da seri darbeci oldu. Zaten kitleler nezdinde meşruluğu Kurtuluş Savaşı anıları üzerine bina edilmişti. Devlet’ten insan’a geçemeyince çöktü. Şimdi CHP’deki demokratlar enkazdan ne kurtarıp adam edebiliriz diye çırpınıyorlar.
ERDOĞANİZM
Erdoğan Rejimi, 2003-2004’te Türkiye’yi hem devlet düzeni hem insan özgürlüğü açısından AB Uyum Paketleri’yle çok takdir edilesi biçimde çağdaşlaştırmaya girişti.
Fakat özellikle 2011’den itibaren gün be gün otoriterleşti. Bu otoriterliği de, diğer iki modelde ancak eser miktarda görülen yolsuzlukları büyük bir pişkinlikle örtbas etmek için kullanıyor. İnsan’ın tek değer haline geldiği çağdaş dünyada Türkiye’yi bir açıkhava tutukevine döndürdü. Çatının üstüne ağırlık bindikçe biniyor: Korkunç bir gözükaralık ve frensizlikle götürülen korkunç bir açgözlülük ve baskı. Hiçbir toplum buna fazla dayanamaz. Çökecek. Bir ekonomik krize bakar.
Kemalizm, Avrupa’da faşizmin kural olduğu 1920 ve 30’larda Kürtleri, demokratları ve dindarları devlet terörüyle bastırmıştı; Ebedi Şef rejimiyle Kuvvetler Ayrılığı’nı yok etmişti; devleti baskı kanunlarıyla, halkı da eğitim yoluyla yukarıdan değiştirmeye girişmişti; din konusunda topluma Diyanet yoluyla baskı yapmıştı.
Şimdi Erdoğan Rejimi bunları, amacı yüz seksen derece tersyüz ederek, 21. Yüzyılda sivil toplum Türkiyesi’ne uyguluyor:
KÜRTLER VE DEMOKRATLAR
Kürtleri aptal yerine koyuyor: Yıllardır ciddi hiçbir şey vermeden ve vaatte bulunmadan, “Önce kamu düzeni, sonra silaha veda” sloganıyla (link) sürekli oyalıyor. Silahların susmasını reform yapmak için değil, TOKİ’ye yüzlerce kalekol inşa ettirmek için kullanıyor (link).
Cumhuriyet’le yaşıt Kürt meselesinde emniyet supabı diye bir şey bırakmıyor. Ve bunun adını da Barış Süreci koyuyor.
Demokrasiye yaptıklarının hangi birini yazacaksın? Makul şüphe kod adlı “güvenlik paketi”ni mi? TMMOB’ye bile el koyma çabalarını mı? (link) Ağaçları koruyanlara ve iş arayanlara gaz bombası ve basınçlı su atmayı mı? Milli irade tarifi olarak “İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecek” (link) lafını mı?
YARGI
Yargı’yı vesayete alarak Kuvvetler Ayrımı’nı sıfırlıyor: HSYK’yı ele geçirince derhal yandaşı olmayan savcı ve yargıçları tasfiye etti (link). Sayıştay denetimini devreden çıkardı: Önce Temmuz 2012’de bir torba kanunla bağımsız denetimi budadı (link), ardından 2013 bütçesini Sayıştay raporları olmaksızın geçirdi (link), sonra da Sayıştay denetimlerinin 2013’ten itibaren tekrar başlayacağına ilişkin Maliye açıklamasına rağmen Aralık 2013 yönetmelik değişikliğiyle kamu kurumlarını Sayıştay denetiminden 3 yıl daha bağışık tuttu (link).
AYM’den nefret ediyor. Yargı kararı olmaksızın internet kapatma, internet bilgileri toplama, memuru göreve iadenin 2 yıl geciktirilmesi gibi antidemokratik torba kanun hükümlerini Ekim 2014 başında iptal eden Yüce Mahkeme’yi tehdit etti: “Yeni Türkiye’de AYM’ye yer yoktur. Cüppeni çıkartacaksın Haşim Efendi!” Seçim barajı hakkında karar verilecek, Adalet Bakanı konuştu: “Mahkemeler seçimlere dönük mühendislik yapamaz, siyasete ayar veremez” (link). AKP’li Anayasa Hukuku Profesörü Burhan Kuzu ise tehdit etti: “Seçim barajı kaldırılırsa yok hükmünde sayarız, karar uygulanmaz. Bu Anayasa Mahkemesi'ni kalsın mı gitsin mi noktasına getirir” (link).
Uluslararası yargı kararlarını çöpe atıyor. AİHM kararlarını uygulamayacağını artık meydan okur gibi açıkça ilan ediyor. Bu da, hayrettir, Uluslararası ilişkiler profesörü Davutoğlu’na nasip oldu:
Mayıs 2014 Kıbrıs tazminat kararında Dışişleri Bakanı Davutoğlu: “Biz G. Kıbrıs’ı tanımıyoruz, ödemeyeceğiz” (link). Eylül 2014 zorunlu din dersleri kararında Başbakan Davutoğlu: “AİHM’de farklı nasıl kararlar verildiği malum” (link). Aralık 2014 cemevleri kararında yine Başbakan Davutoğlu: “Çalışmalarımızı etkileyecek bir durum değil. Biz kendi yolumuza devam edeceğiz” (link).
PALALI ESNAFA GÖREV EMRİ
Üstelik, iki şey daha var:
1) Kemalizm’in önemli başarıları vardı. Mesela dev sanayi tesisleri kuruyordu. Erdoğan haraç mezat satıyor, yerine yandaşlarına dev AVM’ler kurduruyor. Dış politikada başımızı belaya sokmuyordu. Bu, çok fena sokuyor.
Bıraksan milis gücü kuracak; esnafı gençlere karşı kışkırtıyor (link). Buradan tahmin ediyoruz ki, Gezi’deki palalı maganda müsveddesi haberini duyup videosunu izleyince (link) içi içine sığmamış, ‘Budur işte, budur!’ diye bağırmış.
Öğrenci evlerini bastırtıyor (link), Kadının eşit olmadığını söyleyip koca dayağına zemin hazırlıyor (link).
2) Tüm dünyada İslamcılığın terörizmle özdeşleştiği bir ortamda Türkiye’yi Sünni İslamlaştırmaya çalışıyor. 2.129 İmam-Hatip okuluna 2014’te 415 tanenin daha eklendiği (link), imam-hatip öğrencilerinin 11 yılda 7 kat arttığı (link) Türkiye’de son Milli Eğitim Şurası kararları yeter. Felsefe dersinin ortaokul öğretim programına konulması reddedilirken, matematik ve fen dersleri hiç söz konusu edilmezken, şu tavsiyeler yapıldı:
SÜNNİ İSLAMLAŞTIRMA ŞURASI
36-72 aylık çocuklara okulda, “Allah kavramı ve Allah sevgisi” kazandırılacak, “cennet ve cehennem kavramları” öğretilecek. İslam kültürüne ilişkin masallar anlatılacak. Din dersi (pardon, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersi) artık ilkokul 1’den başlayacak. “İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi” dersi ilkokuldan kaldırılacak. Doğum günü kutlamalarına Hıristiyan âdeti diye sinir olan zihniyet, okullarda Hz. Muhammed’in Kutlu Doğum haftasını kutlattıracak. Hafızlık için ortaokula 1 değil artık 2 yıl ara verilebilecek. Otelcilik ve Turizm liselerinden alkollü içki hazırlama dersi kaldırılacak (link). Osmanlıca dersi liselerde seçimlik olmak şartıyla tamamen makul ama, onun amacı eski yazıyı öğretmek değil Kur’an okutturmak.
Bunlar, toplumu Sünni İslamlaştırma adımları. MEB bütün bunları tek bir telefonla engelleyebilirdi. Şimdi uygularsa, ‘Ne yapayım, alttan talep geldi’ diyecek. Uygun bir zaman kollamak için ertelerse, ‘Bakın, nasıl demokratım!’ diyecek.
Erdoğan Rejimi çökecek, çünkü sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da umutlarını perişan etti. Türkiye’ninkileri etti, çünkü 1930’ların milliyetçi aşırılıklarını ihtiva etmeyen muhafazakar demokrat bir parti, rejimi oda sıcaklığına suhuletle getirip büyük hizmet görebilirdi. Dünyanınkileri etti, çünkü AKP İslam ile demokrasinin evlenmesini sağlayıp Ortadoğu başta olmak üzere tüm gezegene barış örneği olabilirdi.
Türkiye’nin umudunu önce 27 Mayıs’taki Kemalist askerî darbe yok etmişti, şimdi AKP ediyor. Dünyanın umudunu ise AKP’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan. Yatacak yeri yoktur. İntikam ona daha tatlı geldi.