- medyasafak.net
İsrail’in küçük bir yeni saldırıda bulunması halinde neredeyse bütün Hizbullah güçleri güneyde bağlanır, IŞİD kuzeyden saldırır, Beyrut, Trablusşam ve öteki şehirlerdeki uyuyan hücreler faal hale gelir ve Lübnan birkaç gün içinde çöker. Plan bu mu? Sonuç olarak İsrail ve Suudi Arabistan, söz konusu olan ‘Şii düşmanları’ olduğu zaman iki müttefiktirler.
Suriye silahlı kuvvetleri Palmira'yı özgürleştirdikten sonra Devlet Başkanı Esad, ülkesine verdikleri somut destek nedeniyle Vladimir Putin'e ve Rus halkına teşekkür etti. Suriye ve Rusya, IŞİD'e ve bölgede faaliyet yürüten öteki terörist gruplara karşı yanyana savaştı. Bu gruplar ağırlıklı olarak Batı'nın sıkı müttefikleri tarafından – Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye tarafından – yetiştirilmiş gruplar.
Suriye'de yakın zamanda gerçekleşen zaferlerin ardından, terörizmin yenilmezliği miti çöktü, parçalara ayrıldı. Samimi bir şekilde ve tam bir azimle mücadele edilmesi halinde en fanatik olanların bile yenilebileceği, açık hale geldi.
Aynı zamanda Batı'nın bu grupları yenilgiye uğratmaya pek az ilgi gösterdiği de aşikar hale geldi. Birincisi, bu gruplar en azından kavramsal olarak Batı başkentlerinde icat edildi. İkinci olarak pek çok amaca hizmet ediyorlar ve bunu dünyanın pek çok farklı kısmında yapıyorlar; Ortadoğu'daki itaat etmeyen ülkelere gaddarca muamelede bulunup, Avrupa yurttaşları arasında korku ve hayal kırıklığı yaratıyorlar ve bu şekilde hem ‘savunma' ve istihbarat bütçelerini, hem de devasa denetim önlemlerini meşrulaştırıyorlar.
Batı'nın, hem Suriye hem de Rusya kuvvetlerinin Ortadoğu'da elde ettiği muazzam başarılardan hoşnutsuz olduğu son derece açık. Bunun altını oymak için de elinden geleni yapıyor; ve propaganda aygıtını kullanarak bu başarıları hor görüyor, hatta lekeliyor.
Şimdi, IŞİD Suriye içindeki bütün temel stratejik noktalardan gitgide uzaklaştırılınca akla gelen soru şu: bir sonraki sefer nereye gidecekler? Savaşçıları elbette komşu Irak'ta mevcut, ancak Bağdat da Rusya'yla gitgide daha yakın bir ittifak içine giriyor ve yakında terörist gruplar orada da güvende olmayabilir. Eldeki tüm verilere göre IŞİD'in yayılmasının en kolay olduğu yer Lübnan.
Çünkü IŞİD şimdiden orada! Uyuyan hücreleri, Bekaa Vadisi'nden Beyrut'un bazı lüks (ve her zaman Müslüman olmayan) mahallelerine kadar bütün ülkeye yayılmış durumda.
Tarihsel olarak Suriye ve Lübnan tek bir oluşumdur. Bu iki ülke arasındaki insan hareketleri büyük çaplı ve daimidir. Suriye'deki savaş başladıktan sonra, zenginiyle yoksuluyla yüzbinlerce Suriyeli küçük ülke Lübnan'a girdi; bunlardan bazıları Bekaa Vadisi'nde eğreti kamplar kurarken, bazıları Beyrut'taki Kordon'da müsrif daireler kiraladı.
Resmi olarak Lübnan (yalnızca 4.5 milyonluk nüfusu olan bir ülke) çoğu Suriye'den, bir kısmı da Irak'tan ve başka yerlerden olan 1.5 milyon mülteciye “ev sahipliği” yapıyor. Buna ilave olarak, UNRWA yönetimindeki çok sayıdaki büyük kampta yaşayan yaklaşık 450 bin ‘daimi Filistinli mülteci' bulunuyor.
Bazı dönemlerde, savaş çok korkunç hale geldiğinde Lübnan'daki Suriyeli mültecilerin (gayriresmi) sayısı 2 milyonun üzerine kadar çıktı. Yıllardır Lübnan-Suriye sınırı delik deşik ve sınır kontrolleri bile belli belirsiz oldu. Bu yakın zamanda değişmeye başladı – ama yalnızca yakın zamanda.
Ağırlıklı olarak savaştan ve çatışmanın sebep olduğu aşırı zorluklardan kaçan ailelerin oluşturduğu mültecilerle birlikte çok sayıda cihadçı kadro – IŞİD'den, El Nusra'dan ve öteki Suudi yanlısı ve Türkiye yanlısı terörist gruplardan savaşçılar – da geldi. Bu kişiler durumdan istifade edip, meşru mülteci akışının içine sızdı.
Amaçları açık ve yalın oldu: Lübnan'da yeniden bir araya gelmek, güçlü ve etkili hücreler oluşturmak ve ardından uygun zamanda vurmak. IŞİD'in ‘rüyası', Lübnan'ın kuzeyinde, tercihen Akdeniz'e tam erişim sağlayacak bir halifelik kurmaktır.
Yakın tarihte Lübnan aşırı derecede zayıf, mezhep çizgileri üzerinden bölünmüş bir devlet oldu. Yaklaşık iki yıldır bir Cumhurbaşkanı seçemiyor. Şu ana kadar hükümet işlevsiz, neredeyse paralize olmuş halde oldu. Ülke, sayısız ölümcül hastalıktan muzdarip: asla sonu gelmeyen ‘çöp krizlerinden' daimi elektrik kesintilerine ve su tedariği sorunlarına kadar. Kamu taşımacılığı yok, kamusal eğitim yeterince finanse edilmiyor, yetersiz ve yalnızca nüfusun en yoksul kısmına hizmet ediyor. Yolsuzluk hayli yaygın.
Zaman zaman İsrail, ülkeyi istila tehdidinde bulunuyor. İsrail 5 ayrı vesileyle Lübnan'a saldırdı; bunlardan sonuncusu 2006 gibi yakın bir tarihteydi. Ülkenin kuzeydoğusunda, Suriye sınırında, hem Lübnan ordusu hem de Hizbullah, IŞİD'le savaş halinde.
Fakat Lübnan ordusu yeterince personele sahip değil, kötü silahlanmış halde ve eğitim seviyesi korkunç. Nihayetinde mevcut durumu koruyan, Lübnan'daki en önde gelen askeri, toplumsal ve ideolojik güç olan Hizbullah. IŞİD'e karşı muazzam, destansı bir mücadele veren Hizbullah, bu uğurda 2006'daki son İsrail saldırısına karşı mücadele ederken kaybettiğinden daha çok insan kaybetti.
Şu ana kadar Hizbullah'ın terörist gruplara karşı verdiği savaş başarılı oldu. Fakat şu anda, savunma sunmaya ilave olarak, Lübnan'da mezhepsel bölünmelerin ötesine geçmek isteyen tek siyasi güç vasfını taşıyor. Aynı zamanda yüzbinlerce yoksul Lübnan vatandaşına, çokça ihtiyaç duyulan sosyal desteği sağlıyor.
Hizbullah Lübnan'da (ve aslında bütün Ortadoğu'da) derin bir saygı görüyor. Fakat Şii bir örgüt; İran ve Suriye ile yakın bağlar içinde ve Batı'yı ve onun Ortadoğu ve Körfez'deki cinai eylemlerini sert bir şekilde eleştirdiği biliniyor. Tam da Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye tarafından silahlandırılan ve desteklenen terörist gruplarla savaşıyor. Bu yüzden de bazı kesimler tarafından düşman görülüyor.
Lübnan hükümeti, pek çok Batı ülkesinin ve Arap Birliği'nin Batı yanlısı çoğu üyesinin yaptığı şeyi yapıp Hizbullah'ı ‘terör örgütleri listesine' koymayı ısrarlı bir şekilde reddediyor. Suudi Arabistan'ı korkutacak şekilde hem Irak hem de Lübnan, Hizbullah'ı terör örgütü ilan etme yönünde oy kullanmayı reddetti. Suriye de bunu reddederdi, ancak öngörüleceği üzere oy vermeye davet edilmedi.
Lübnan, Batı'yı, uluslararası kuruluşları ve Arap Birliği ülkelerini giderek artan düzeyde eleştiriyor. ‘Mülteci krizi' denilen şeye ilişkin çifte standartlara öfke duyuyor. Aynı zamanda alışılmamış derecede açık sözlü. Lübnan'ın önde gelen gazetelerinden Daily Star, 26 Mart 2016 tarihinde şunları yazdı:
“Cumartesi günü Dışişleri Bakanı Cibran Bassil, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un iki günlük bir ziyaretin ardından Beyrut'tan ayrılmasından birkaç saat sonra uluslararası toplumu Suriye mülteci krizine çifte standartla yaklaşmakla suçladı.
Bassil, Suriye'deki silahlı isyanı destekleyen ülkelerin Lübnan'a yaptığı, insan haklarını birinci sıraya koyma çağrısındaki tutarsızlığa işaret ederek, bu devletlerin çoğunun mültecileri güç yoluyla çıkardığını belirtti – bu, Beyrut'un atmadığı bir adım.
Dışişleri Bakanı, Batrun'daki evinden telekonferans yoluyla düzenlediği basın toplantısında, “Savaş çıkarıyorlar, sonra da başkalarına, mültecilere insan hakları sözleşmelerine uygun şekilde evsahipliği yapma çağrısında bulunuyorlar' şeklinde konuştu.”
Dışişleri Bakanı Cibran Bassil ve partisi, Hizbullah'la koalisyon içinde. Kendisi, yakın zamanda arka arkaya Lübnan'a gelen üst düzey ziyaretçilere – BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Dünya Bankası Grubu Başkanı Jim Yong Kim ve AB dış politika şefi Federica Mogherini – karşı aşırı derecede eleştirel oldu. Bassil, Ban Ki-Moon'la şahsen görüşmeyi dahi reddetti.
Ban Ki-Moon, Jim Yong Kim ve Beyrut'taki BM kuruluşlarının başkanları arasında düzenlenen kapalı toplantıya katılan kaynaklarımdan biri, “burada yeni, somut veya esin verici hemen hemen hiçbir şey tartışılmadı” yorumunu yaptı.
Beyrut'ta sıklıkla, Türkiye ve Ürdün kendi topraklarında mültecileri ağırlamak için milyarlarca doların pazarlığını yapabilirken, AB'nin ve uluslararası toplumun Lübnan'a boş sözlerden başka bir şey vermediğinden bahsediliyor. Ülke aynı zamanda, mültecileri güç yoluya çıkarması halinde bunun hukuki sonuçları olacağı söylenerek tehdit ediliyor. (Batı'nın Tayland gibi müttefikleri düzenli olarak mültecileri güç yoluyla çıkarıyor, hatta sıklıkla onları öldürüyor, fakat hiçbir zaman ciddi bir tehditle karşılaşmıyor. Bazı Avrupa ülkeleri de mültecileri gitmeye zorluyor).
4.5 milyonluk bir ülkenin 1.5 milyon göçmenle baş etmeyi nasıl becerebileceği belli değil. Açık olan şey ise Lübnan'ın altyapısının çökmekte olduğu, hatta pek çok kişiye göre şimdiden çökmüş olduğudur.
Bir plan var gibi, Lübnan'ın boğulmasının bir sebebi var gibi görünüyor. Beyrut'ta bulunan bazı uzmanlar, ülkenin yakında savunmasız hale geleceğini iddia ediyor. Suudiler, daha önce Lübnan silahlı kuvvetlerine söz verilen 4 milyar dolardan büyük yardımı iptal etti. Robert Fisk, 2 Mart 2016 tarihinde Independent gazetesi için şunları yaptı:
“Şimdi, Yemen'deki iç savaşta tökezleyen ve bolca ücret ödenen, ancak kötü eğitim almış askerlerini Suriye'ye gönderme tehdidinde bulunan Suudi Arabistan, eli açıklıkla geçen onyılların ardından, sadakatsizliği ve minnet yoksunluğu nedeniyle Lübnan'a karşı intikam arayışına yöneldi.”
Suudi Arabistan, iyi eğitim almış ama umutsuzca silah eksikliği çeken Lübnan ordusuna gidecek yeni Fransız silahları için 3,2 milyar £ ödeme yönünde defalarca söz verdikten sonra, birden bire projeyi finanse etmeyi reddetti – ki proje ABD tarafından şevkle desteklenmişti, Paris tarafından ise daha da açgözlü nedenlerden ötürü destekleniyordu. Öteki Körfez devletleriyle birlikte Riyad da yurttaşlarından Lübnan'a gitmemelerini ve eğer halihazırda oradalarsa ülkeyi terk etmelerini istedi. Suudi Havayolları'nın tüm Beyrut uçuşlarını durduracağı söyleniyor. Lübnan, Suudilere göre bir “terör” merkezi.
Lübnan'ın geçen yıl Refik Hariri Uluslararası Havaalanı'nda bir Suudi prensini özel bir uçakla Suudi Arabistan'a iki ton Captagon hapı kaçırmaya çalışırken tutuklamaya cüret etmesi de fayda etmedi. Prens kokain de kaçırıyordu, ancak bu, büyük bir ihtimalle kişisel tüketime yönelikti. Captagon amfetaminine ‘savaş uyuşturucusu' adı da veriliyor ve bu haplar büyük bir ihtimalle Yemen'deki Suudi yanlısı savaşçılara gidecekti.
O halde, Lübnan ordusu yeni silahlar alamazsa ne olur? Belki İran yardım edebilir, ama ya edemezse? Şu durumda Hizbullah, yakında Suriye'deki kurtarılmış şehirlerden bütün yönlerde, özellikle de Lübnan sahili yönünde kaçacak olan IŞİD'in karşısında duracak tek güç olacaktır. Fakat Batı ve Körfez, Hizbullah'ı dışlamakta, boğmakta ve şeytanlaştırmaktadır.
İsrail'in küçük bir yeni saldırıda bulunması halinde neredeyse bütün Hizbullah güçleri güneyde bağlanır, IŞİD kuzeyden saldırır, Beyrut, Trablusşam ve öteki şehirlerdeki uyuyan hücreler faal hale gelir ve Lübnan birkaç gün içinde çöker. Plan bu mu? Sonuç olarak İsrail ve Suudi Arabistan, söz konusu olan ‘Şii düşmanları' olduğu zaman iki müttefiktirler.
Böyle bir durumda bu küçük, gururlu ve yaratıcı ülkenin varlığı sona erecektir.
Körfez Devletleri (halk değil, yöneticileri) sevinçten bayram edecektir: bir hoşgörü kalesi daha gitmiş olacaktır. Ve bir Şii kalesi daha – Lübnan içindeki Hizbullah bölgeleri – yağmalanacak ve yıkılacaktır.
Batı resmi olarak ‘kaygılarını' ifade edebilir, fakat böyle bir senaryo onun master planına uygun olacaktır: bir itaatsiz ülke daha bitirilecek ve Suriye, yıllar boyunca batı yönünden tehdit edilecektir. Nihayetinde Şam, Lübnan sınırına araçla yalnızca 30 dakika mesafededir.
Bir zamanlar bazılarının “Ortadoğu'nun Paris'i” dediği Beyrut bundan sonra IŞİD'in korkutucu kara bayraklarıyla ‘süslenecektir'. Bütün bir deneyim olarak Lübnan çökecek, sıfır noktasına, sona gelecektir.
Bu, hayal ürünü bir senaryo değil. Bütün bunlar bir yıl içinde, hatta birkaç ay içinde olabilir.
Tam şu anda Lübnan'ın yardım ve koruma isteyebileceği yalnızca iki yer var: Tahran ve Moskova. Lübnan her ikisine de yaklaşmalıdır, hem de hiç gecikmeden!