Köprü taahhüdünü 'Beyaz Türkler' kurtaracak

13 Tem 2016

GEÇEN hafta yazdığım 'Köprüden geçmeyenin de ödediği fatura' başlıklı yazımı dikkatli okumayanlar "köprü karşıtı" olduğuma karar vermişler.

O yazıda, ‘bu köprüyü niye yaptık?” demiyorum; tersine, neden üzerinden geçmeyene de fatura edilecek bir model kuruldu, neden devasa bir kamusal taahhüt verildi diye soruyorum. Yapılan köprüyle değil, faturası ile ilgiliyim.

Çok rahat biçimde başka bir modelle de ya da başka bir geçiş altyapısı formunda da yapılabilirdi. Önemli lojistik bağlantılar sağlayan yol, köprü gibi altyapı yatırımlarının yapılması ekonomi için iyi bir şey. Yerel ulaşım için süreyi kısalttığı da doğru.

Bu geçiş ücreti ile Osmangazi Köprüsü’nün en başta gelen potansiyel müşterisi, gelir düzeyi yüksek ‘Beyaz Türkler’ olacak. Dileyelim ki; İzmir’e uzanan yol hattı ve periferinde bulunan kentlerdeki yüksek gelirli araç sahipleri, bu astronomik bedelli köprü ve otoyolu sıklıkla kullansınlar ki verilen kamusal taahhüt nedeniyle kullanmayanların da cebinden çıkacak bedel azalsın. Köprünün Bodrum-Çeşme tutkunlarınca övülmesi, daha fazla araç geçiş umudunu arttırıyor.

Hatta teşvik edici çeşitli yöntemler de geliştirilmeli ki; Bodrum ve Çeşme’ye akan ‘Beyaz Türkler’ daha sık gidip gelip bu yolu kullansınlar. Böyle olsun ki; Polatlı’daki buğday üreticisi çiftçi bu yükü, satın aldığı mazot üzerine eklenmiş KDV ve ÖTV gibi vergilerle paylaşmak zorunda kalmasın.


2010 tarihli sözleşmede ABD’deki enflasyonun yıllık araç geçiş ücretine artış olarak yansıtılacağı formülle belirtilmiş.

Sözleşmeye göre kabaca 125 TL (40 dolar+KDV) olması gereken köprü ücretinin, talebi artırmak için 88.75 TL’ye (25 dolar+ KDV) düşürülmesi, aradaki 15 dolarlık farkın da yasa değişikliği ile kamu kesesinden ‘katkı payı’ olarak işletmecilere ödenmesi de böyle düşünülmüş bir ‘teşvik’. Ayrıca modelin yeterince düşünülmeden tasarlandığının da bir itirafı.

Ülkenin tüm karayollarında rekor geçiş kayıtlarına ulaşılan bayram trafiğinde, ücretsiz olan köprüden geçiş istatistikleri de bilmeden önemli bir kayıt düştü; bedava ve ‘tavan’ trafikte günlük ortalama kabaca 90 bin olduğunu gördük. Oysa pazartesi sabahından itibaren 88.75 TL’lik geçiş ücreti devreye girdi. Köprüden geçiş için verilen taahhüt ise günlük 40 bin araç. Bu sağlanabilecek mi? Zamanla göreceğiz.

İlk yılların günlük ortalamasında 10 bin aracın geçtiğini varsayalım; devlet 40 bin araç geçiş taahhüdü verdiğinden, aradaki 30 bin araç geçiş bedelini Hazine ödeyecek. Bu da, günlük 1.2 milyon dolardan aylık 37, yıllık da 438 milyon dolar ediyor. Yıllık 55 milyon dolar da geçenler için ödenen fiyat farkı (katkı payı) ile özet olarak Hazine’den yıllık 493 milyon dolar çıkacak demektir.

Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) verilerine göre 2015 yılında Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nden (FSM) günlük olarak geçen araç sayısı 196 bin. Boğaziçi Köprüsü’nden ise 190 bin. FSM ve Boğaziçi köprülerinden 2015’in tamamında elde edilen brüt gelir 105 milyon dolar.

Peki Türkiye’de halihazırda kurulu ve ücretli tüm otoyollardan elde edilen gelir nedir? Yine KGM verileri, yaklaşık 1850 km uzunluğundaki otoyollardan 2015’in tamamında 286 milyon dolar brüt gelir elde edildiğini söylüyor. Köprü gelirleri de eklenirse toplam 391 milyon dolar. Tüm otoyol ve köprü geliri tek kalemde Osmangazi’nin yukarıdaki hesaba göre oluşan taahhüdüne gidecek demektir.

Benim önüme ‘hesap’ diye konulan ise şu: Fransa ve İtalya’daki ücretler. Ülkelerarası karşılaştırmalarda; bu ister konut fiyat olsun, ister otoyol geçiş ücreti, o ülkedeki satın alma gücüne orantılı bakılır. “Efendim, Fransa’da kilometre başına 9 cent, bizde de ne güzel 5 cent’lik fiyat var; ucuz işte’ demek, kestirmecilik olur. Kişi başı milli gelirin 36 bin dolar olduğu Fransa’da, 9 centlik ücretle 400 bin kilometre yol alabilirken, 9 bin 130 dolarlık kişi başı milli geliri olan Türkiye’de, 5 centlik ücretle 182 bin kilometre yola alabiliyorsunuz. Satın alma gücü bu işte. Türkiye’ye göre; Fransa’da otoyol ücreti kabaca iki katı ama buna karşılık kişi başı gelir de 4 katı.

Ayrıca, vergi ödeyen bir yurttaş olarak buna itiraz etmek; ‘solculuk’ kompartımanından muhalefet değil, demokratik bir hesap sorma ve yurttaşlık hesabından bir sorgulama sayılır. Vergi mükellefinin ‘pusulası’ olmaz. Hesap veren siyasetin DNA’sı da buradan gelir.

 

paylaş