ABD dış politikası ve dünya düzeninde yeni dönem

03 Ağu 2017

 

Yazımızın başlığı son dönemlerde ABD iç politikasındaki en önemli uzmanların ve siyaset yapıcılarının ciddi bir şekilde takındığı tavrın göstergesi. Neden mi? Başkan Donald Trump’ın marjinal hamleleri zaten herkes tarafından biliniyor.

Başkan Trump tarafından gelen sert söylemlere ve çoğu zaman uzlaşmadan kaçan yaklaşımlara aşinayız. Ancak bu sadece Trump’tan kaynaklanan bir durum değil. ABD’nin dünyadaki gücü Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na göre ekonomik ve askerî olarak daha da artmış durumda. Ancak dünya geneline yaydığınız zaman, ABD kadar olmasa da artık ABD’yi dengeleyecek unsurlar ve ittifaklar ortaya çıkabiliyor. Dolayısıyla belki bir tane ABD var, ama birkaç tane en az ABD’ye denk ittifak oluşması gayet muhtemel.

Birkaç örnekle Amerikan dış politikasındaki eski yaptırım gidişatının artık neden yapılamayacağını görelim.

İlk örneğimiz, Başkan Trump’ın uygulamaya başladığı yeni yaptırımların hedefindeki ülke Venezuela. Muhalif parti liderlerinin içeriye alınması, bunun üzerinden çok zaman geçmeden muhalefet tarafından getirilen büyük yöntem eleştirilerine rağmen Maduro’nun anayasa değişikliğine gidiyor olması gibi birçok gelişme ışığında Trump liderliğinde ABD’den Venezuela’ya birçok tepki yağdı. Kısacası Venezuela iç politikasının ABD  tarafından ciddi eleştirilere uğraması karşılığında uygulanan yaptırımlar hemen uluslararası kamuoyunda yer buldu.

Peki, ABD’nin uygulamaya koyduğu yaptırımlarda beklediği destek diğer Latin Amerika ülkelerinden gelir mi? Tartışmak lazım; çünkü Venezuela’nın mevcut petrol rezervleri bazı irili ufaklı Latin Amerika ülkelerini  Venezuela’ya ABD’den daha bağımlı hale getiriyor. Dolayısıyla, ABD sadece Latin Amerika ülkelerine dönerek ya da sadece Maduro’nun mal varlığına el koyarak ve “Bundan sonra böyle olacak” diyerek eski düzende olduğu gibi Venezuela’da ciddi sistemsel değişimler yaratamayacaktır.

Nitekim yakın zamanda göreceğiz ki, Venezuela’daki bu değişimler ve ABD-Venezuela gerginliği ABD ya da Venezuela’nın aleyhine daha da tırmanarak ilerleyebilir. Diğer bir deyişle ABD’nin “bunu böyle yap” diyerek bu tarz krizlere nokta koyduğu dönem Venezuela ile kurulan diyaloglarda artık işe yaramayabilir.

Bu hususta ikinci bir örnek olarak ABD-Rusya ilişkilerini değerlendirmek mümkün. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından SSCB ile yaşanan meşhur Soğuk Savaş dönemi. ABD ve SSCB, Soğuk Savaş döneminde birbirini dengeleyen iki büyük güçtü. SSCB’nin dağılması ile birlikte yerine kurulan Rusya’nın önce Bağımsız Devletler Topluluğu, ardından Şanghay Birliği veya kendi liderliğinde oluşan farklı ekonomik birliklerle tarihsel olarak sahip olduğu bölgesel güç statüsünde korumuştu. Diğer taraftan, Yeltsin, arkasından Putin ve sistemsel gerekliliklerden dolayı kısa bir dönem Medvedev ve de tekrar Putin dönemleriyle birlikte de Rusya’nın yeniden yapılanma dönemine şahit olduk. Rusya artık yeni dağılmış SSCB’nin üyesi olan Rusya değil. Rusya bugün güçlü ve bölgesinde etkin, en azından bugünkü ABD’nin tersine net kararlar alıp bu kararlar doğrultusunda hareket edebilen bir ülke konumunda.

ABD’nin Rusya’ya karşı uyguladığı yaptırımların karşısında hiç küçümsenemeyecek yaptırımları da Rusya ABD’ye uyguladı.  Neticede sadece ilişkileri ılımlaştırma çabası temelinde başta Tillerson gibi arayı bulmaya çalışan kimselerin sergilediği söylemler var.

Değinmemiz gereken diğer bir örnek ise inişli çıkışlı karakteristiğiyle öne çıkan ABD-İran ilişkileridir. ABD, Obama yönetiminin görevden çekilmesiyle beraber İran’a acil olarak yeni yaptırım kararları aldı. Bu doğrultuda ABD, İran’a karşı daha sertleşti ve hatta Birleşmiş Milletler bünyesinden çıkan P5+1 inisiyatifiyle oluşan İran’ın uranyum zenginleştirme programına ket vuran Viyana Antlaşması’nın fesih edilmesi noktasında önemli söylemlerde bulundu. Peki, İran bugün ABD’nin bu sert söylemlerini dinliyor mu? Hayır.

Diğer bir örnek ülke dünyanın yaramaz çocuğu konumunda karşımıza çıkan Kim Jong-un yönetimindeki Kuzey Kore. Kim Jong-un, ne dedesi ne de babası ile kıyaslanmayacak kadar daha aktif, daha sert ve daha tehditkâr bir duruş sergiliyor. Uzun menzilli füze ve nükleer silah denemeleri hâlihazırda gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. ABD, prensipleri gereği hemen bu denemelere cevap olarak sert söylemlerde bulunup ağır inisiyatifler alma yoluna gidiyor. Peki, ABD’nin bu tepkilerine rağmen Kuzey Kore’nin tutumunda herhangi bir değişiklik var mı? Yok.

İşte bütün bunları göz önünde bulundurduğumuz zaman belki ABD, ekonomik ve askeri olarak Rusya, İran, Venezuela ve Kuzey Kore’den çok daha güçlü ülke. Ancak ABD, dünyada çıkabilecek bir küresel gerginlik neticesinde bütün bu ülkelerin her biriyle farklı saflarda mücadele edebilecek ne ekonomik ne de askeri düzeyde değil. Çünkü artık dünya eski düzeninde değil, dünya farklı bir yöne doğru dönmeye çoktan başladı ve hala da devam ediyor.

Bütün bahsettiğimiz bu örnekler bir araya geldiğinde ortaya çıkan mevzu, biri teorik biri reel olmak üzere bizi iki farklı bakış açısına sürüklüyor.

Reel politikaya baktığımızda, Obama’nın bilhassa Trump yönetimi ve Cumhuriyetçiler tarafından gerek Rusya, gerek Kuzey Kore, gerek Çin, gerekse de Venezuela ve İran konularında eleştirilen politikalarıyla ilgili bugün ABD iç siyasetinde ciddi bir kesim “Acaba Obama’nın uyguladığı politikalar “akıllı güç” noktasında doğru muydu?” diye geçmişe yönelik değerlendirmelerde bulunuyor.  

Başkan Trump’ın mevcut söylemleri ve sertlikleriyle herhangi bir çözüme ulaşılamayacağı artık aşikâr olmaya başladı. Buna karşılık dünya sistemindeki değişim de çok kısa bir zaman sonra yöntemini ve yönünü gösterecektir.

Teorik olarak ise dünya sisteminde bir Vestfalya süreci vardır. Bu süreç kapsamında dünyadaki güçler dengesi dönemi başlamış ve ilerlemiştir. Vestfalya’nın ardından çok kutuplu dünyadan yavaş yavaş çift kutuplu dünyaya geçişi yaşadığımız meşhur iki kutuplu güç dönemi. Diğeri de hemen Soğuk Savaş sonrasında başlayan ABD’nin küresel düzende tek hegemonya olarak ortaya çıktığı dönemdir.

İşte, teorik olarak da aslında bütün herkesin sorgulamaya başladığı dünyanın artık net bir şekilde tekrar güçler dengesi dönemine doğru mu kaydığı. Esasen teorik boyutta cevaplanması gereken soru, dünya tarihinde hiçbir zaman tahlil edilememiş ve her daim uluslararası ilişkiler teorisinin en önemli noktalarından biri olan anarşinin yeniden adlandırılıp tasarlanması ile alakalı bambaşka bir boyuta mı geçeceğidir.

Özetle ifade etmek gerekirse, Obama’nın akıllı güç politikaları, Trump’ın sert söylemleri ya da diğer söylemler fark etmeksizin artık dünya farklı bir yere, farklı bir yöne ve farklı bir dengeler düzenine doğru gidiyor. “Yaptım, oldu” sisteminden çıkan tehditlerin küreselden ziyade bölgesel düzeye indirgendiği yepyeni bir yapıya doğru giden bir dünya var artık. İşte bütün ülkeler, bundan sonraki siyasi yapılanmaları ve dış politika dizaynları içinde bu sisteme doğru evirilmekte, bu sistemi öngörmek ve bu sistem içinde yer tutmak zorunda olacaktır.

paylaş