- Sendika.org
Ülkesindeki ABD üssüne karşı halkı devrimci bir müdahaleye çağıran sabotaj eylemleri düzenlenirken, o gitti bu eylemleri düzenleyenleri derdest etti, ABD üssüne dokunmadı, dokundurtmadı
Gerillaya çıktığında, iktidarı ele geçirdiğinde, daha yolun başında ABD’ye düzenlediği ziyarette “sosyalizm” sözcüğünü bir kez olsun ağzına almadı. Özel mülkiyet hakkını koruyacağı yönünde sözler verdi.
Ülkesindeki mevcut yönetimden hoşnutsuz olan CIA kliklerinin iletişim talebini geri çevirmedi. “Diktatör” devlet başkanına ABD tarafından silah satışı kısıtlanırken, o CIA’in teklif ettiği para ve silah yardımını kabul etti.
Ülkesindeki ABD üssüne karşı halkı devrimci bir müdahaleye çağıran sabotaj eylemleri düzenlenirken, o gitti bu eylemleri düzenleyenleri derdest etti, ABD üssüne dokunmadı, dokundurtmadı.
Bakmayın şimdi onu bir PR malzemesi olarak “herkesten çok seven” ve yere göğe sığdıramayanlara. O, Sovyetler Birliği Komünist Partisi paralelindeki partilerce pek sevilmedi, adı küfür gibi kullanıldı, mücadele yöntemi aşağılandı, onun gibi mücadele edenler küçümsendi.
ABD’nin burnunun dibinde sosyalist bir devrim yapan ve Sovyetler yıkılıp, Çin “komünist parti” bayrağını vahşi kapitalizme yelken yaptıktan sonra da sosyalizm bayrağını onurla ayakta tutmayı başaran Küba devriminden ve önderi Fidel Castro’dan söz ediyoruz.
Asıl olan halkın kurtuluşu
Asıl olan, Küba halkının kurtuluşuydu. Anti-kapitalizm ve anti-emperyalizm, kitabi birer ezber değil, Küba halkının kurtuluşunun bir gerekliliği olduğu için hayata geçirilecekti. Aralarında Raul Castro ve Che Guevara’dan başka bilinir komünist kimliği olmayan, sayıları bini dahi bulmayan sakallı gerillalar, devrimin sosyalist karakterini siyasi iktidarı ele geçirdikten iki yıl sonra dünyaya duyuracaklardı.
Bu, dünyanın üçte birinin emperyalist kapitalist sistemden azade olduğu; yeni kurulan bir devletin ihtiyaç duyduğu para, silah ve ticaret için gerekli uluslararası dayanağın “emperyalist-kapitalist olmayan” seçeneklerden de edinilebildiği bir çağın öyküsü.
O koşullarda dahi, ABD ile arası limoni olan Batista’ya karşı mücadelede elini rahatlatabilmek, devrimi ABD saldırganlığından koruyabilmek, ABD’nin askeri müdahalesine bir bahane üretmemek için Fidel Castro, ABD ile mümkün olduğunca iyi geçinmeye bakmış, “Guantanamo üssü”ne dokunmamıştır.
Öte yandan Küba’nın ve Küba halkının kurtuluş mücadelesi karşısında Küba egemen sınıfları ABD’yi de arkalarına alarak karşıdevrimci faaliyete giriştiklerinde, devrimci Küba, ABD emperyalizmi karşısındaki tutumunu netleştirmiştir. Hala süren ağır bir ambargo pahasına ABD’ye ve işbirlikçilerine teslim olmamıştır.
Nasıl bir anti-emperyalizm?
Ama emperyalizm karşısındaki tutumu sadece Küba’nın çıkarlarını savunan bir “ulusalcı” tutumla sınırlı kalmamış, Küba kendi kurtuluş mücadelesini Latin Amerika’dan Afrika’ya ve Asya’ya diğer yeni-sömürge halklarının kurtuluş mücadelesi ile bir gören enternasyonalist bir tutum benimsemiştir.
Bunu yalnızca ağır emperyalist saldırganlığa karşı değil, sosyalist kampın iki büyük gücü Sovyetler Birliği ile Çin arasında gelişen ve bütün dünya devrimci hareketlerine ağır darbe vuran ayrılığa rağmen yapmıştır.
Bugün ise ne Sovyetler ne de Mao’nun Çin’i var. Ne Ho Amca ve Giap’ın Vietnam’ı ne de solun baskın olduğu bir Filistin Kurtuluş Hareketi var. Afrika’da gerilla hareketi denince pozitif örnek vermek zor ama bolca cihatçı örgüt ya da mafyatik çete var. Dünya çapında bir enternasyonal örgütlenme de yok. Öte yandan ne yekpare bir emperyalist blok ne de tartışılmaz karşı konulmaz bir ABD hegemonyası söz konusu. Kapitalizmi yıkmasa bile sorgulayan militan kitle hareketlerinin, iktidarı ele geçirme iddiasını yitirmiş “silahlı reformist” gerilla hareketlerinin, eşitlikçi bir toplumu hedeflemese bile emperyalizme sınır çeken işgal karşıtı direnişlerin boy verdiği ve bunu bir ölçüde de emperyalistler arası rekabet koşullarından istifade ederek yapabildiği kaotik bir dünyada yapılıyor siyaset.
Rojava deneyimi de, böylesi bir dünya gerçekliği içinde yaşanıyor.
Rojava’da ne olmuştu?
Kürtler Temmuz 2012’de emperyalizm destekli cihatçı istilası nedeniyle yönetim boşluğunun oluştuğu Kuzey Suriye’de (Rojava) özyönetim ilan etmişti. Bu süreçte emperyalizmin aktif taşeronluğunu yapan AKP Türkiye’si cihatçılara verdiği desteği sürdürmüş; hem Arap Alevi Esad’a hem Kürtlere karşı beslenen cihatçı bataklığında Nusra ve IŞİD yükselmiş; IŞİD, Ekim 2014’te AKP’nin dolaylı desteği ile Rojava’nın kalbi Kobanê’yi kuşatmış ve bir varlık yokluk savaşı başlamıştı.
O anda iki kritik gelişme yaşandı: Gezi’de mutedil kalmayı tercih eden Kürtler de bu kez AKP’ye karşı ayağa kalktı. ABD, IŞİD’e karşı yer yer bedenlerini patlatarak direnen Kürt savaşçılara yardım gerekçesiyle Ortadoğu’ya bu kez “açık işgalci” değil “kurtarıcı” sıfatıyla yeni bir dönüş yaptı.
Bu bağlamda Ekim 2014, Kürtlerin hem AKP karşısında etkin bir muhalefet yürütmeye başlayarak batıdaki AKP karşıtı kesimlerle yakınlaşma yoluna gittiği hem de ABD askeri desteğini kabul ederek emperyalizmle oldukça riskli bir ilişkiye girdiği iç içe geçmiş iki çelişik sürecin miladı oldu.
Bir “ulusal hareket”in uzlaşmacı eğilimlerine sahip olmakla birlikte, yaslandığı ezilen halk kesimlerinin düzenle uzlaşmayı zorlaştıran devrimci eğilimlerini de bir tür güvence olarak taşıyan Kürt hareketinin bu çelişik doğasını yok sayan peşin hükümlü eleştiriler o günlerde yine hızlıca piyasaya çıktı.
Vay gidi Kürtler!
“AKP ile uzlaşıp bizi satan Kürtler” eleştirisi hızla unutuldu, “ABD ile uzlaşıp bizi satan Kürtler” eleştirisine döndü. Vay gidi Kürtler!
Bu iki eleştirinin asıl mimarı Doğu Perinçek, şimdi bu mantıktan hareketle Tayyip Erdoğan’ın başsavunucuları arasında yer alıyor. Söylediklerinin hepsi mi yalan? Elbette söyledikleri arasında doğrular da var ama geldiği yer burasıysa yönteminde bir hata olmalı değil mi?
Boşverelim Perinçekgillerin eleştirilerini ama eleştiriyi boşvermeyelim. Küba örneği yukarıda. Bir kurtuluş hareketi, emperyalist sistem içindeki çelişkilerden istifade edebilmek için bazı taktikler izleyebilir; bu taktikler mücadele veren halkın kurtuluşuna hizmet ettiği gibi diğer dünya halklarının kurtuluş mücadelesi ile de çelişmediği sürece…
Eleştirmeliyiz
O nedenle ABD’nin 2014’te yüzüne geçirdiği “kurtarıcı” maskesinin sıyrılıp 2017 itibariyle işgalci yüzünün görünmeye başladığı gerçeğini boşvermeyelim.
ABD’nin cihatçı istilasına karşı savaşan Kürtlere destek için Suriye’ye taşıdığı askeri varlığını, cihatçı istilasına karşı savaşan Suriye ordusuna karşı kullanmaya başlamasının işaret ettiği tehlikeye boşvermeyelim.
Kürtlerin kara gücüyle IŞİD’den ele geçirilen Suriye askeri üslerinin, ABD’ye askeri üs olarak sunulmasına; Demokratik Suriye Güçleri sözcüsü Telal Silo’nun Rojava’nın İncirlik’e alternatif üs olabileceğini söylemesine boşvermeyelim.
Kürtlerin cihatçı istilasına karşı şu ya da bu güçten askeri destek alması, özyönetim/özerklik mücadelelerinde ABD-Rusya emperyalistler arası rekabetinden istifade edebilmek için diplomasi yürütmesi bir şeydir; ABD emperyalizminin diğer Ortadoğu halklarını hedef alan saldırganlığına aracı olmaları bambaşka bir şeydir.
Kıldan çizgi üzerinde
Rojava’daki siyasi süreç bu iki ayrı şey arasındaki kıldan çizgi üzerinde ilerlemektedir. O nedenle, tarihsel ve güncel gerçekliği dikkate alarak yapılan eleştiriler / uyarılar Kürtlerin de diğer bölge halklarının da çıkarınadır.
Kürtlerin kıldan çizginin hangi tarafına meyledeceği meselesi ise Kürtlerin kendi başına karar vereceği bir şey değildir; vaktiyle Küba’da da olduğu gibi… Mesele biraz da Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını ve toplumsal kurtuluş özlemlerini kimin destekleyeceğine ve Ortadoğu’nun bu laik, sosyalizan ve kadın özgürlükçü hareketine kimin el uzatacağına bağlı.
Yoksa Rojava, ABD emperyalizminin etkinliği nedeniyle büyük risk altındadır ve emperyalist saldırganlığın bölgeyi teslim alması halinde, “Ben demiştim” diye haklı çıkmış olmak da, eleştiri sahibinin başını göğe erdirmeyecektir.