- Hürriyet
TÜRKİYE’nin dış politikasının temel stratejik hedeflerinden biri, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması olagelmiştir.
Bu çerçevede bir Kürt devletinin kurulmasının önlenmesi, bunun önünü açacak, bu sonucu hazırlayacak her gelişmenin önüne geçilmesi -en azından kâğıt üstünde ve söylemde- geçmişte Türkiye’nin en kritik öncelikleri arasında yer almıştır. Irak’ta Kürtlerin bağımsızlığını konu alan bir referandumun caydırılması bu stratejik önceliğin dayattığı bir gereklilikti.
25 Eylül 2017 tarihi itibarıyla karşımızda duran gerçek, Türkiye’nin yakın döneme kadar Kuzey Iraklı liderlerle yürüttüğü sıcak ilişkilere ve elindeki önemli kaldıraçlara rağmen bu yönde bir caydırıcılığın icra edilemediğidir.
Bundan sonraki dönemde bağımsızlık kararının geri alınmasını, tersyüz edilmesini beklemek gerçekçi değildir. Dolayısıyla Türkiye’nin bu yeni realite ile barışık olmayı, onunla yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. O zaman yapılabilecek olan, ortaya çıkan yeni durumun Türkiye’ye dönük muhtemel olumsuz sonuçlarını asgariye indirecek, olayın bundan sonra gireceği istikameti mümkün olduğu kadar Türkiye’nin çıkarlarına uygun bir rotaya sevk edebilecek bir stratejiyi tespit edip bunu uygulamaktır.
Hadisenin kaçınılmaz olarak iç politikanın karasularına girmesi ve hamasetin baskın çıkması, olayın sıcaklığı ışığında en azından kısa dönemde böyle bir arayışın gerektirdiği akılcı ve soğukkanlı bakışın karşısında önemli bir engel olarak beliriyor.
*
Kabul edelim ki, eskisi gibi siyasi birliği olan bütünlük içinde bir Irak, Türkiye için 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı’ndan bu yana hayaldir. ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali sonrası zaten hayal ötesi bir durumdur. Bu iki savaştan geriye, merkezi otoritenin Şiilerin kontrolüne geçtiği, 1991’e kadar iktidarı elinde tutan Sünnilerin coğrafi yüzölçümü de dahil olmak üzere her alanda zemin kaybettiği, kuzeyde Kürtlerin ise çeyrek asırdır kendi kendilerini yönetme serbestisini kazandıkları bir Irak kalmıştır.
Kırılmış bu vazo toparlanabilir mi? Önümüzdeki dönemde Irak’ta karşımıza çıkabilecek en kötümser senaryo, ayrışmanın derinleşerek ülkenin üçe, belki daha fazla parçaya bölünmesidir. En iyimser senaryo ise 2005’te referandumdan geçen yeni Irak anayasasında zaten tanımlanmış olan federal yapıyı biraz daha esnekleştiren, ancak toprak bütünlüğünü koruyan bir yapının tanımlanmasıdır. Mevcut dağılmışlık tablosu içinde Irak’ın bugünkü sınırlarını koruma altına alan gevşek bir federasyon tek gerçekçi seçenek olarak beliriyor.
Bu yönde bir çözüm, Iraklı Kürtlerin bağımsız devlet ilanına gitmeden Bağdat’ın kuvvetli güvencelerini içerecek şekilde daha geniş bir özerklik içinde yaşamaya ikna edilmesini gerektirecektir.
Bu yöndeki bir arayışta en kritik başlıklardan birini Kerkük oluşturacaktır. Tarihi itibarıyla bir Türkmen şehri olan Kerkük, önce Baas döneminde Araplaştırma, ardından özellikle 2003 sonrası Kürtleştirme politikalarına sahne olmuş, bölgenin demografik yapısı ciddi bir şekilde başkalaştırılmıştır. Buranın sıcak bir çatışma bölgesine dönüşmesini önlemek, Türkiye ve Arap faktörünü de dengelemek bakımından bu kentin yönetimi için herkesin kendisini söz sahibi hissedeceği özel bir statünün tasarlanması makul bir çıkış olabilir.
*
Olayla ilgili bütün aktörlerin böyle bir çözüm çerçevesi üzerinde ikna edilmesi son derece meşakkatli ve sağduyulu bir diplomasi sürecini, öncelikle de Bağdat ve Tahran ile yakın bir istişare sürecinin yürütülmesini, ayrıca her şeye rağmen Kürt liderler ile diyalog kanallarının açık tutulmasını zorunlu kılıyor. Bu doğrultuda sonuç alınabilmesi ABD ve Rusya gibi uluslararası aktörlerin de böyle bir mutabakatın içine çekilmesiyle mümkündür.
Gelgelelim Irak’la ilgili girişilecek bütün arayışlar bileşik kaplarda olduğu gibi Suriye’deki gelişmelerin de etkisine açık olacaktır. Savaş sonrasında karşımıza nasıl bir Suriye çıkacağını, yeni Suriye’de kuzeydeki Kürtlerin durumunun ne olacağını bugünden bilecek durumda değiliz.
Son tahlilde her iki güney komşumuzda da Kürtlerin gelecekte kazanacakları statü Türkiye açısından önümüzdeki yılların en kritik konularından birini oluşturuyor.
Burada karşılaşabileceği durumların serpintilerini göğüsleyebilmesi açısından, Türkiye’nin kendi sınırları içinde Kürt sorununu zaman geçirmeksizin makul bir çözüme kavuşturması aklın gereğidir.