- Hürriyet
ABD ile ilişkilerin dip noktası olarak 1975’te İncirlik üssünün NATO-dışı Amerikan uçuşlarına kapatılması gösterilir. Afyon ekim tartışmasının 1974 Kıbrıs harekâtı sonrası atmosferle birleşmesinden Türkiye’ye silah ambargosu kararı çıkınca, Amerikancılıkla suçlanan başbakan Süleyman Demirel vermiştir bu kararı. Ama o zaman bile ABD Türk vatandaşlarına vize işlemini durdurmamıştır. Şimdi bu noktadayız.
ABD İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz’un 5 Ekim’de tutuklanması üzerine ABD’nin Ankara Büyükelçiliği 8 Ekim Pazar günü açıkladı bu kararı; bir gün sonra, yani dün, 9 Ekim, Amerikalıların Kolomb Günü tatiliydi, bunun da hesaba katıldığı sanılıyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün açıkladığı üzere, Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu kanalıyla ulaşan talimat sonrası Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği de aynı gün içinde, Amerikan kararıyla benzer bir kararı, aynı ifadelerle açıklamıştı.
ABD’nin böyle bir kararı daha önce İran, Yemen, Libya, Suriye gibi ülkelere karşı aldığı düşünülürse, NATO’daki müttefiki Türkiye için açıklamış olması çok ağır bir yaptırımdı ve Amerikan yönetiminin Konsolosluk görevlisinin tutuklanmasına ne kadar tepkili olduğunu gösteriyordu.
Konsolosluk görevlisi Metin Topuz anlaşıldığı kadarıyla uzun yıllardır Başkonsoloslukta çalışıyordu ve polis, bazen de savcılarla irtibat kurmakla görevliydi. Dolayısıyla Fethullahçıların Emniyet ve Adliye’yi adım adım ele geçirmesine göz yumulan yıllar boyunca onlarla da irtibat içinde olmuştu, şimdi de o yüzden tutuklanıyordu.
Ama bunu bir birikim olarak görmek lazım. Daha 2014’te Kobani ile başlayan Suriye-PYD gerilimi, 15 Temmuz askeri darbe girişimiyle üst düzeye çıkan Fethullah Gülen gerilimi, Reza Zarrab ve Halkbank soruşturmaları, korumaları hakkında tutuklama kararı çıkartılması, Erdoğan’ın “ver papazı, al papazı” sözleriyle başlayan Türkiye’nin “Rehin alma siyaseti” izlediği suçlamaları üzerine geliyordu bu olay.
Madalyonun bir yüzünde dün medyanın bir kısmında görülen, onlar üzerinden siyasete sıçrayan “ABD’ye haddini bildirdik” mealindeki yaklaşım var. Buna göre ABD İncirlik’ten çıkarılmalı, gerekirse bütün ilişkiler kesilmeli ve Türkiye ile uğraşmanın faturası ödetilmeliydi.
Madalyonun öte yüzünde TÜSİAD, TOBB ve hatta MÜSİAD’dan gelen itidal çağrıları vardı. İş dünyası ABD ile ticari ve ekonomik ilişkilerin zarar görmesinin Türkiye’ye ağır bir yük getireceğini söylüyordu. Bu durum Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini de olumsuz etkilerdi, diyalog yoluyla çözülmeliydi.
ABD’yi kınamakla birlikte CHP’nin yaklaşımı da diplomatik çabalara ağırlık verilerek krizin daha faza büyümeden çözülmesi yönündeydi.
Öğle saatlerinde Dışişleri Müsteşarı Ümit Yalçın, ABD Büyükelçiliği Müsteşarını Dışişlerine çağırdı; Büyükelçi John Bass’ın Afganistan’a tayini çıkmış, gidiyordu. Amerikalı diplomata Türkiye’nin kararın düzeltilmesi talebi iletildi.
Bu iyi bir şeydi; en azından diplomasi devreye girmişti.
Bu girişimden bir, iki saat kadar sonra önce İstanbul, sonra Amasya’dan bir haber geldi. ABD İstanbul Başkonsolosluğunun bir Türk çalışanı hakkında daha tutuklama kararı verilmişti, ama kişi Başkonsolosluk binasından çıkmıyordu. Amasya’daki eşi ve oğlu da Fethullah Gülen’in yasadışı örgütlenmesine üye olmak suçlamasıyla gözaltına alınmıştı.
Türkiye kendisine yönelen tehditleri bertaraf etmek hakkına sahiptir ve bunu yapmalıdır. Bunu ulusal ve uluslararası hukuk kuralları içinde yapması elini güçlendirir, yapmaması da zayıflatır. En haklı olduğu noktada dahi haksız konuma düşürebilir.
Türkiye’nin maruz kaldığı bu muamele kabul edilemez. Önceki Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Komşularla sıfır problem”, şimdiki başbakan Binali Yıldırım’ın “Dostları artırmak, düşmanları azaltmak” diye ifade ettiği dış politika söylemde kulağa hoş gelmekle birlikte eylemde Türkiye’nin en yakın dostlarıyla dahi arasının bozulması noktasına varmaktadır.
Türkiye bu durumu hak etmiyor.
Bir de şöyle düşünmek lazım: Türkiye’nin ABD ile arasının bozulması, krizin devam ederek ilişkilerin daha da kötüleşmesi kimi sevindirir? Mesela PKK’yı üzer mi? Ya da IŞİD’i üzer mi?
Ama şu var: ABD ile krizin devamı, Avrupa Birliği ile ilişkilere de sıçrayabilir. Bu durum Türkiye’nin demokrasisi kadar, ekonomisi üzerinde de daha olumsuz gelişmelere yol açabilir.
Tersini de düşünmek lazım: Türkiye’nin dostluğunu kaybetmek ABD’ye dünyanın bu bölgesinde ne kazandırır?
Böyle düşününce gelişmelere daha serinkanlı bakma gereği ortaya çıkıyor.
Bu kriz daha fazla büyümeden mutlaka diplomatik yollarla, konuşarak çözülmeli. Trük diplomasisi bunu kendisi de yapacak niteliklere sahiptir gerçi, ama gerekiyorsa bu konuda iki ülkeye de dost üçüncü tarafların önereceği destek olursa, kapı kapatılmamalı.
Türkiye’yi Batı sisteminden kopmasını, Batı sisteminde etkili bir yere sahip olamamasını isteyenlere meydan verilmemeli; böyleleri Türk halkının iyiliğini istiyor olamaz.