Ecirden işçiye Cumhuriyet

31 Eki 2017

Günümüzde adeta vahşi kapitalizm dönemi yaşanırken, erken Cumhuriyet döneminde sağlanan işçi haklarına dahi göz dikilirken, Cumhuriyet’in işçiler açısından kazanımlarını hatırlamak ve savunmak yaşamsal önem taşıyor

Cumhuriyet’in 94. yıldönümü vesilesiyle Cumhuriyet’e işçiler açısından baktığımızda ne görüyoruz? Sanayileşmenin henüz çok cılız olduğu, ücretli emeğin istihdamda son derece sınırlı yer tuttuğu iktisadi ve sosyal koşullar ile imparatorluğun yıkılmasının ve işgalin yarattığı travma ile zorlu bir ulusal kurtuluş sürecinin ardından cumhuriyet rejiminin inşa edildiği siyasi tabloyu akılda tutarak erken cumhuriyet dönemini emek açısından değerlendirebiliriz.

 

1923’te tarımsal istihdamın yüzde 90, sanayi istihdamının yüzde 5, hizmet sektörü istihdamının yüzde 5 ile sınırlı olduğunu unutmamalıyız. 1937’de İş Kanunu kapsamındaki işçi sayısı 250 bin civarındadır. Öte yandan 1925’te Takrir-i Sükûn (Sus Yasası) le başlayan otoriter tek parti rejiminin yarattığı siyasal baskı ve kısıtlamalar bir diğer etkendir. Erken cumhuriyet dönemini, bir yandan bireysel işçi hakları konusunda yaşanan kazanımlar, öte yandan toplu ilişkiler konusunda yaşanan kısıtlamalarla birlikte bir bütün olarak ele almak gerekir.

Ecirden ve ameleden işçiye
Osmanlı’da bireysel işçi haklarını düzenleyen özel bir kanun yoktu. Bireysel iş ilişkileri kısmen Osmanlı medeni kanunu olarak niteleyebileceğimiz Mecelle’de ele alınmıştı. Mecelle 1860’lardan 1926’ya kadar yürürlükte kalmıştı. Mecelle’de iş ilişkileri kira sözleşmeleri kısmında ele alınmıştı. Mecelle’de işçi ecir olarak, “nefsini -kendini- kiraya veren kimse” olarak tanımlanıyordu. Mecelle’de iş sözleşmesi kavramı yoktu. Bunun yerine “icarı âdem” (insan kirası) kavramı yer alıyordu.

Mecellenin adeta köle-efendi ilişkisini andıran bu düzenlemeleri, 1926 Borçlar Kanunu ile köklü bir şekilde değişti. Ecir yerini işçiye, insan kirası yerini hizmet akdine (iş sözleşmesine) bıraktı. Kuşkusuz Borçlar Kanunu henüz iş hukuku yaklaşımına sahip değildi, tarafları sözleşme özgürlüğü çerçevesinde eşit kimseler olarak ele alıyordu, ama artık ecir değil işçi vardı. İşçilerin kapsamlı korunması için 1936 İş Kanunu’nu beklemek gerekecekti.

Borçlar Kanunu’nun bir diğer önemli özelliği, 316 ve 317. maddelerinde Umumi Mukavele (Genel Sözleşme) adı altında toplu iş sözleşmesine olanak tanımasıdır. İsviçre Borçlar Kanunu’ndan aktarılan umumi mukavele (toplu iş sözleşmesi) hakkı; dönemin iktisadi, sosyal, siyasal, hukuki ve kültürel koşulları yüzünden kâğıt üzerinde kaldı. Çünkü Takrir-i Sükûn nedeniyle sendikaların faaliyetleri imkânsız hale gelmişti.

Cumhuriyet’in ilk döneminde izlenecek İktisat politikası büyük ölçüde İzmir İktisat Kongresi’nde (1923) şekillendi. Kongre, farklı toplumsal kesimlerin ve devletin temsil edildiği bir forum ve üçlü bir görüş alışverişi zemini oldu. Kongre’de sermaye kesiminin ağırlığını koymasıyla Cumhuriyet’in ilk yıllarında liberal bir iktisat politikası izlenmeye başlandı.
ecirden-isciye-cumhuriyet-375048-1.
Kongre’de işçi grubu tarafından önerilen amele yerine işçi ifadesinin kullanılması, sendikalaşma hakkının ve sekiz saatlik iş gününün tanınması, kadınlara doğum öncesi ve sonrası izin verilmesi, asgari ücret miktarının tespiti, ücretlerin nakden ödenmesi, işçilere haftada bir gün izin verilmesi, 1 Mayıs gününün işçi bayramı olarak kabul edilmesi, hastalanan işçiye üç aya kadar gündeliğinin ödenmesi gibi konular kabul edilirken; yine işçi grubu tarafından önerilen hafta tatili ücreti, yıllık ücretli izin, çalışamayacak durumda hastalanan işçiye işletme tarafından tazminat ödenmesi, iş kazası geçiren işçinin hayatının güvenceye alınması gibi konular ise diğer grupların kabul etmemesi nedeniyle reddedildi. Kongrede kabul edilen işçi talepleri zamanla ve gecikmeli olarak hayata geçti.

Hafta tatili ve işçi sağlığı hakları
Erken Cumhuriyet döneminde işçi haklarıyla ilgili diğer önemli düzenleme, 1924 tarihli Hafta Tatili Kanunu ile 1935 tarihli Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun’dur. Hafta Tatili Kanunu ile fabrika, imalâthane, tezgâh, dükkân, mağaza, yazıhane, ticarethane, sınai ve ticari tüm kuruluşların haftada bir gün çalışmamaları zorunlu kılındı. Yasa ile resmi dairelerle genel, özel, ticari ve sınai herhangi bir kuruluşta çalışanların haftada altı günden fazla çalıştırılmaları yasaklandı. Ancak yasanın kapsamına on bin ve daha fazla nüfuslu yerleşim birimleri alınmıştı. Bu durum önemli bir sınırlama yarattı. Yasa hafta tatilinde ücret ödenmesini öngörmüyordu. Hafta tatili ücreti için 1950’leri beklemek gerekecekti.

Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Kanunu (1935) ile hafta tatili 35 saat olarak kabul edildi ve cuma olan hafta tatili günü pazar günü olarak değiştirildi. 29 Ekim ulusal bayram olarak kabul edilirken, 30 Ağustos, 1 Ocak, 23 Nisan, 1 Mayıs ile şeker ve kurban bayramları genel tatil günleri olarak kabul edildi. 1930’lu yıllarda çok az ülkede 35 saatlik hafta tatili olduğu dikkate alınacak olursa, yasanın önemli bir adım olduğu görülecektir.

Umumi Hıfzısıhha Kanunu (1930) çalışma hayatı için de sağlık ve güvenlik önlemlerine yer veren önemli bir başka düzenlemedir. Yasa ile kadınlara doğum öncesi ve sonrası üçer hafta izin verilmesi sağlandı. Yasa 12 yaşından küçük çocukların maden ve sanayi kesimlerinde çalıştırılmamaları kuralını getirdi. 12 ile 16 yaş arasındaki çocukların gece çalıştırılmaları yasaklandı ve günlük çalışma süresi 8 saat olarak sınırlandı. Yasa ile gece ve yeraltı çalışması da günde 8 saat ile sınırlandı. Yasa 50’den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, işverenlere çalışanların sağlık kontrollerini yaptırma zorunluluğu getirmişti.

Bir Cumhuriyet kanunu olarak 1936 İş Kanunu
Kuşkusuz erken Cumhuriyet döneminin emek açısından en önemli düzenlemesi, 1936 tarihli ve 3008 sayılı İş Kanunu’dur. 1936 İş Kanunu bireysel açıdan kapsamlı ve koruyucu bir düzenlemedir. Ülkemizde iş hukukunun kurucu belgesi ve bir dizi işçi hakkını güvence altına alan, uzun süreli etkileri olan yenilikler getiren bir kanundur.

1936 İş Kanunu ile sosyal güvenlik hakkı, asgari ücret, kamusal nitelikli iş ve işçi bulma hizmetleri, kıdem tazminatı hakkı ve çalışma hayatının denetimi konusunda önemli düzenlemeler getirilmiştir. Daha önce bütün çalışanlar açısından çalışma sürelerini sınırlayan genel bir kural yoktu, Mecelle çalışma süresini gün doğumu ile gün batımı olarak saptamıştı. İş Kanunu genel olarak iş süresini haftada 48 saat ile sınırladı. Bu sınırlama dönem açısından önemli bir aşamadır.

Fikren çalışanları kapsamı dışında bırakan yasanın sayı açısından getirdiği ölçüt oldukça ilginçtir. Yasa, mahiyeti itibariyle yolunda işleyebilmesi için “günde en az on işçi çalıştırmayı icabettiren işyerleri ve buralarda çalışan işçilere” uygulanacaktır. “On işçi çalıştıran” değil de “on işçi çalıştırmayı icap ettiren işyerleri” ifadesi, işverenlerin hile yolu ile İş Kanunu kapsamından kaçmasını önlemek için getirilmiş işçiyi koruyucu bir hükümdü. Bu hüküm sermayeye dönük bir güvensizliğin de ifadesi idi.
1936 İş Yasası toplu haklar/sendikal haklar açısından ise otoriter bir yasa idi. Sendikalara değinmeyen yasa, grev ve lokavtı açıkça yasaklıyor, iş uyuşmazlıkları için bir uzlaştırma ve tahkim süreci getiriyordu. Yasa seçimle işbaşına gelen “işçi mümessilliği” kurumunu getiriyordu. İşçi mümesilliği 1963 yılına kadar önemli işlerle görecek bir mekanizma olacaktı.

1938 yılında ise Celal Bayar’ın başbakanlığı döneminde Cemiyetler Kanunu’nda yapılan değişiklik ile sınıf adına ve esasına dayalı cemiyet kurma yasağı getirildi. Böylece fiilen kurulamayan sendikalar hukuken de yasaklanmış oldu. 1940’da İkinci Dünya Savaşı nedeniyle kabul edilen Milli Korunma Kanunu ise İş Kanunu’nun sağladığı bireysel hakların önemli bir bölümünü kullanılamaz hale getirdi. Savaş sonrasında İş Kanunu ile getirilen haklar uygulanmaya başladı, sendika yasağı kaldırıldı. Çalışma Bakanlığı, işçi sigortaları ve iş ve işçi bulma kurumları kuruldu.

Cumhuriyet, vahşi kapitalizm ve liberal zihniyet karşısında işçilere önemli bireysel korunma imkânları getirirken ve “bilhassa kimsesizlerin kimsesi” olurken, dönemin devletçi-halkçı politikaları ile Avrupa’da yükselen otoriter rejimlerin etkisiyle çalışanların toplu hakları konusunda kısıtlayıcı düzenlemelere de yol açmıştır.

 

Günümüzde işçilerin gerek bireysel gerekse toplu hakları açısından adeta bir vahşi kapitalizm dönemi yaşanırken, erken Cumhuriyet döneminde sağlanan işçi haklarına (kıdem tazminatına, kamusal iş bulma hizmetine) dahi göz dikilirken, Cumhuriyet’in işçiler açısından kazanımlarını hatırlamak ve savunmak yaşamsal önem taşıyor. Cumhuriyet, aynı zamanda işçilerin ve emeğin vahşi kapitalizme karşı korunması ve kendini savunabilmesi demektir.

94. yılında Cumhuriyet’in kıymetini bir kere daha hatırlarken, Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Cumhuriyet’in kurucuları ve Cumhuriyeti sırtlayan emekçiler önünde saygıyla eğiliyorum.

paylaş