- ABC Gazetesi
İran’da 28 Aralık 2017 günü başlayan eylemlere nasıl bakacağımız konusu, yeni bir sorun olarak önümüzde duruyor.
Bu konuda sağlıklı bir bakışa sahip olabilmenin biricik yolu, olguları tahlil etmektir. Deneyelim:
EYLEMLERİN HAKLI ZEMİNİ
Öncelikle belirtelim: Kötü yönetilen, çağdışı anlayışlarla yönetilen, hele hele de ortaçağ ilişkilerini günümüze dayatan ülkelerde halkın isyan etmesi haktır ve desteklenmelidir. Hele de o isyana güçlü toplumsal bağları olan, programı doğru bir parti önderlik ediyorsa…
Bu tür partilerin önderlik etmediği, kendiliğinden diyebileceğimiz şekilde ekonomik ve sosyal nedenlerle ortaya çıkan eylemler de kuşkusuz desteklenmelidir. Dahası mevcut muhalefet partilerinin o eylemlerle birleşmesine çalışılmalıdır.
Fakat tüm bunlar, eylemlerin başladığı şekilde doğru bir yöne ilerleyeceği anlamına gelmez. Emperyalist devlet, güç kaybetse de, hâlâ güçlü bir askeri-politik aygıttır ve bu tür eylemleri yönünden saptırabilir, hele de o eylemlere önderlik eden toplumsal bağları güçlü ve doğru programa sahip bir parti yoksa…
ARAP HALK HAREKETLERİ VE EMPERYALİST MÜDAHALE
Aslında biz bu süreci “Arap baharı” denilen süreçte de yaşadık. Tunus’ta başlayan ve ardından Mısır’da emperyalizmle işbirliği yapan diktatörleri deviren halk hareketlerinin körfeze yönelmeye başladığı anda nasıl emperyalist devletlerce manipüle edildiğini, yönünün saptırıldığını gördük.
14 Mart 2011’de İstanbul’da yapılan “Değişim Liderleri Zirvesi” tam da bu amaçla toplanmıştı. Toplantıda konuşan Erdoğan gelişmeler karşısında rolünü şöyle tarif ediyordu: “(…) değişime yardımcı olmak, istikamet tavsiyesinde bulunmakla mükellefiz.” (Yeni Şafak, 15 Mart 2011)
Davutoğlu da, Tunus ve Mısır’daki süreci göz önünde bulundurarak şu uyarıda bulunuyordu zirvede: “Eğer aktif bir öncülükle değişim liderliğini yürütemezsek, biz bu coğrafyada bu gelişmelerde en olumsuz etkilenen ülke oluruz.”
Ve böylece Tunus ve Mısır’da haklı ortaya çıkan halk hareketleri, Körfez ülkelerine ilerlerken, ABD ile ona taşeronluk yapanlarca Libya ve Suriye’ye yöneltildi ve bu ülkeler kaosa sürüklendi.
Özetle emperyalizm ve onun taşeronları, hâlâ halk hareketlerinin yönünü saptırabilecek kuvvetteler. Emperyalizmin müdahalesine set çekecek olgu ise o eylemlere doğru siyasetleri olan bir gücün önderlik edebilmesidir.
Bizim Haziran Halk Hareketimiz de bir bakıma bu önderlik kabiliyetinin oluşturulamaması nedeniyle daha ileri bir noktaya ulaşamamış ve bastırılmıştı.
YOLSUZLUKLA MÜCADELE, ABD AMBARGOSUYLA MÜCADELEDİR
Gelelim İran’a…
İran’ın iyi yönetilmediği ortada. Pahalılık nedeniyle insanların isyan etmesi haktır. Üstelik yolsuzluk İran’da önemli bir sorundur ve bir yönü Zarrab’la bizi ilgilendiren Babek Zencani olayı, o yolsuzluğun hangi boyutlara geldiğini resmetmektedir.
Fakat bu yolsuzluğun zemini öncelikle ABD ambargosudur. (Kuşkusuz kötü yönetimlerin yolsuzluğu için bir bahaneye ihtiyaçları yoktur.) Yolsuzlukla mücadele, öncelikle ABD ambargosuyla mücadele olmalıdır.
28 Aralık’ta başlayan eylemler ise haklı bir nedenle ortaya çıksa bile, doğru bir hedef ortaya koymamaktadır. Tersine, eylemcilerin en çok attığı şu slogan, başkasının hedeflerine maalesef işaret etmektedir: “Ne Gazze, ne Lübnan, ne Suriye, canım feda ey İran”
Güya İran yönetimi paraları Gazze, Lübnan ve Suriye’ye harcadığı için ekonomi kötüdür, hayat pahalıdır, yoksulluk vardır. Oysa tersine, ABD İran’a ambargo uyguladığı için ekonomi kötüdür!
Dahası değil bir İranlı, herhangi bir bölge ülkesi vatandaşı bile bilir ki, ABD Suriye engelini aşabilseydi, sırada İran vardı! Tahran o nedenle Suriye’yi savunurken, aslında kendini savundu!
Buna karşı çıkmak ve bunu eylemlerin en temel sloganlarından biri haline getirmek, sıradan bir yanlışlık değildir!
İRAN KARŞITI GELİŞMELER
Şu olguları görmeden ve bir bütünlük içinde incelemeden “İran’daki gelişmeleri nasıl değerlendirmeliyiz” sorusuna yanıt veremeyiz.
1) Trump, İran karşıtı bir programla başkan oldu.
2) ABD devlet aygıtı şu stratejiyi benimsedi: Madem ABD Rusya’yı Ukrayna ve Suriye cephelerinde durduramadı, yeni bir cephe açarak bu ülkenin kuvvetini iyice bölelim!
3) Suudi Arabistan İran karşıtı bir “Sünni İslam Ordusu” inşa etmeye soyundu.
4) ABD, İsrail ile Suudi Arabistan’ı İran karşıtlığı temelinde iş birliğine yönlendirdi. İstihbaratçılar ve danışmanlar düzeyinde başlayan görüşmeler, son olarak Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Kızıldeniz’de bir yatta buluşmasıyla zirve yaptı.
5) Suudi Arabistan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı Riyad’a çağırarak “ABD yeni bir Ortadoğu planı ilan edecek, ya kabul et, ya istifa et” dedi.
6) Trump, ABD büyükelçiliğini Kudüs’a taşıyacaklarını ilan etti.
7) ABD ve İsrail basınında yer aldığına göre ABD ve İsrail, İran'ı durdurma planı üzerinde anlaştı!
8) Suudi Arabistan ABD ve İsrail’in anlaştığı bu “yeni İran Stratejisine” destek verdi.
9) Tüm bu gelişmelerin ardından İran’da eylemler başladı ve ABD, İsrail, Suudi Arabistan üçlüsü anında eylemlere destek verdi.
Kuşkusuz İran Suriye değil. ABD ve taşeronları Suriye’de hızla muhalifleri silahlandırdı ve ülkede iç savaş başlatabildi. Bu İran’da o kadar kolay olmayacak.
Fakat Suriye’nin çıkarmakta geç kaldığı ve İran’ın da çıkarması gereken ders şu: Kötü yönetim, rakip ülkelere altınızı oyabilme zemini yaratır. Halkını baskılayan, vatandaşlarını demokratik haklardan mahrum bırakan, yolsuzluğa bulaşan, halkı fakirleştiren ama çevresini zenginleştiren yönetimler, emperyalizmin çeşitli yöntemlerle müdahale edebilmesine olanak verir!