Şeker fabrikaları neden özelleştirilmemeli?

19 Mar 2018
Yoksa ortada “eski” denilenden “önceki eskiliği” çağrıştıran, bir dışa bağımlılık ve yarı sömürgeleştirme döngüsü mü var?Özetle her alanda olduğu gibi şekerde de çare Kamuculuk.

Dr. Evren Haspolat – Siyaset Bilimci/Akademisyen

Gündemi bol memleketin bugünlerdeki en önemli konularından birisi, şeker fabrikalarının özelleştirilmesi. 
İktidar kararlı. Başbakanın ağzından “özelleştirmede geri adım atılmayacak” mesajı verildi. 
Kararlılar, satacaklar. 

“Eski Türkiye” kurdu, “Yeni Türkiye” satıyor.

Bugünün asli gündemi ve mücadele alanı bu. 

Mesele yalnızca kamusal olan şeker fabrikalarının özelleştirilmesini engellemek değil, aynı zamanda onun aracılığı ile tablonun tamamını görmek. 

Bize “yeni” diye sunulanın, aslında “eski” denilenden de önceki eskiliğini açığa çıkarma meselesi. 

“Yeni” Diye Pazarlanan “Eski”

Tanzimat ile başlayan ve Osmanlı’yı yarı sömürgeleşme sürecine götüren hazırlıksız, kontrolsüz, kuralsız kapitalizme açılma (pazar olma) süreci, 1980’den sonra küreselleşme adı altındaki yeni emperyalist atakla Cumhuriyet döneminde de tekerrür etti. Ama bir farkla. Tanzimat Paşaları, bir tarım toplumuna hükmediyordu ve temelde kapitalizmin sınırsız sermaye birikimi hedefi ile yeni pazarlar, dolayısıyla yeni bağımlı alanlar yarattığını bilmiyorlardı. Oysa 1980 sonrasında Darbe-Özal hattında, IMF’nin şok tedavileri öncülüğünde uygulamaya dökülen ihracata dayalı ekonomi politikası ile uygulamaya konulan küreselleşme sürecinde, kapitalizmin nasıl bir sistem olduğu bu toprakların da malumuydu. Yıllar içinde bu tercihin ihracatla büyümeyi değil, tam tersine ithalat ile sürekli borçlanmayı ve üretmemeyi/üretememeyi getirdiği su yüzüne çıktı, ama zararı yok. 
Türkiye, büyüdü… 

Dış borcu 1979’da 13,9 milyar Dolarken, 2002’de 129,6 milyar Dolara ve bugün toplam 440 milyar Dolara ulaştı. Bunun yaklaşık 130 milyar Doları kamu, 330 milyar Doları ise özel sektörün borcu. Sanayinin ulusal gelir içindeki payı 1985-89 aralığında % 25,4 iken, 2017’de %16,6 a düştü. Bunlar büyümeyse, büyüme…
Sayılar büyüdü. Milli (?) sermaye, yabancı sermaye büyüdü. 
Halkın sırtına yüklenen borç da o oranda büyüdü. 

Ters yönlü büyümeler bunlar. Sermayedarın sermayesi, karı büyüyorsa/artıyorsa, halkın da kaynakları azalıyor, borcu büyüyor.

Memleketi yeniden yarısömürgeleşme sürecine sürükleyen işte bu dönemin altyapısı, 1980-2001 döneminde kurumsal, yasal, toplumsal ve psikolojik düzeyde hazırlandı. 1986-2002 aralığındaki 8.240 milyon Dolarlık özelleştirmeyle de ilerledi. Ama asıl atılımını 2001 Krizi sonrasında Derviş’in çerçevesini çizdiği ve 2002’den itibaren “sihirli tek parti” formülü ile “istikrar”a devrettiği AKP Hükümetleri ile yaptı. 2003’ten 2017’ye kadar 60.152 milyar Dolarlık özelleştirme yapılmış. Tüm özelleştirmelerin %88’i. Ve devam ediyor. 
Elbette yarı sömürgeleşme yalnız özelleştirme ile olmuyor. Çok boyutlu. Üretkenlikten uzaklaşıp, tüketici alanlarda kaynakları harcamakla; kendi insanının değerlendirmesi yerine yabancı sermayeye yeni birikim imkanları yaratarak; teknolojiye yatırım yapmayıp, bağımlılığı sürdürerek; insan kaynağını bilimde geliştirerek değil, cahilleştirerek… Hepsi de artarak devrede bu iktidar döneminde. 
İşte bu süreçte gündemde olan şeker fabrikalarının özelleştirmesi aslında tek bir kalemde, Türkiye’nin yeniden yarı sömürgeleştirilme sürecinin nasıl işlediğini gözler önüne serecek eşsiz bir örnek. Aynı zamanda, kendinden menkul bir tanımlamayla “yeni” ve “yerli-milli” diye pazarlananın cilasını da kazıyan bir örnek. 

Sağlık-Şeker/NBŞ İlişkisi 

İnsan vücudunun günlük yaşamını sürdürebilmek için gereksinim duyduğu enerjinin %45-60’ı karbonhidratlardan karşılanır. Ve karbonhidratlar insan vücudu için gerekli olan şekerin asıl kaynağıdır. Sağlık çevrelerinde tartışmalı olmakla birlikte, Sağlık Bakanlığı’nın Ocak 2018’de Nişasta Bazlı Şekerin (NBŞ) sağlığa etkileri ile ilgili yaptığı basın duyurusunda da belirttiği gibi, vücudun enerji ihtiyacının %15-20’si fruktozdan karşılanabilir . Fruktozun doğal kaynağı ise meyveler ve baldır. Ancak meyveler ve bal dışında enerji kaynağı olarak devreye giren bir unsur daha var ki o da tatlandırıcılar. Yani şeker ve nişasta bazlı şeker (NBŞ).

Şeker, şeker kamışı ve pancarından yapılan kristal beyaz şeker, yani sakarozdur. Ve ilk kez Güney Asya’da şeker kamışından üretilmeye başlamış, ardından 1747’de pancardan üretilmiş. Sanayiye uygulanması ise 1796’yı bulmuş. Türkşeker’in 2016/17 Sektör Raporuna göre ise bugün dünyada şekerin %77’si kamıştan, %23’ü pancardan üretilmekte. Kamış ve pancar şekeri kalitece aynı olmakla birlikte, kamıştan şeker üretimi daha ucuzdur. 
Kamış ve pancar dışında, 1957’den itibaren endüstriyel boyutta üretilmeye başlanan ve hızla yaygınlaşan bir tatlandırıcı daha mevcut: NBŞ. Mısır (büyük çoğunluğu GDO’lu), patates, buğday, kasava nişastasının, önce glikoza, glikozun da fruktoza dönüştürülmesi ile elde ediliyor. İlk olarak Japonya’da üretilen, ardından hızla ABD’de yayılan NBŞ, üretim maliyetinin düşüklüğü nedeniyle özellikle gıda sektöründe (çikolata, gofret, meyve suyu, meyveli soda, bisküvi, kraker, şerbetli-sütlü tatlılar, unlu mamüller, ketçap, mayonez, hamburger etleri, sosisler, salata sosları ve daha birçok paketlenmiş gıda içerisinde) kullanılıyor. Ve hem ağırlıkla genetiği değiştirilmiş mısırdan hem de kimyasal işlemler ile üretildiği için beraberinde pek çok sağlık sorununu getiriyor. Dünyada NBŞ’nin kullanımı ile paralel yükselişe geçen sağlık sorunları obezite, diyabet, pankreas, kolon, meme ve karaciğer kanseri, iç organlarda yağlanma, yüksek tansiyon, beyin çalışmalarında baskılama, gut hastalığı. Sağlık Bakanlığının Bilim Kurulu tarafından hazırlanan rapor da söz konusu hastalıklar ile NBŞ ilişkisini kuruyor ve kotaların sınırlanması uyarısında bulunuyor. 

Dolayısıyla pancar ve kamıştan yapılan şekerin bile bugün insan sağlığı için sorunlar yarattığı yönünde tartışma yürürken, sağlığa zararı daha açık olan NBŞ’nin kullanımını yaygınlaştıracak her adım; NBŞ üreticilerini zenginleştirirken, halk sağlığı için çok boyutlu ve geri çevrilemez sorunlar yaratacaktır. Eş zamanlı olarak da pancar üretiminden geçinen herkesi işsiz ve aç bırakacaktır.

Şekerde Genel Dünya Tablosu

1- Bugün Avrupa Birliği, Rusya, Ukrayna gibi ülkeler şekeri pancardan; ABD, Japonya, Çin gibi ülkeler hem pancardan hem kamıştan; Brezilya, Hindistan, Meksika, Pakistan, Tayland, Avustralya başta olmak üzere birçok ülke de kamıştan üretmektedir. 
Dünyanın en büyük şeker üreticisi, üretimin %23’ünü gerçekleştiren Brezilya iken, onu %17’lik payla Hindistan ve %8’lik payla Çin takip ediyor. Türkiye %1,3’lük payla 15. sırada yer alıyor, şeker pancarı üretiminde ise dünya 5.’si.

2-Ağırlıkla mısırdan yapılan NBŞ üretiminde ise ABD 2016 verileriyle 7.6 milyon ton ile açık arayla dünya birincisi. Çünkü dünya mısır üretiminin %37’sini kendisi gerçekleştiriyor. Ve ABD’de üretilen mısırın %80’i GDO’lu mısır. 

3-Dünyada üretilen şekerin yaklaşık %35’i ticarete konu oluyor. 2016/17 döneminde dünyada şeker üretiminin %75’ini Brezilya, Hindistan, AB, Çin, Tayland, ABD, Meksika, Rusya, Pakistan ve Avusturalya gerçekleştirmiş. Dünya şeker tüketiminin %62’sini ise Hindistan, AB, Çin, Brezilya, ABD, Endonezya, Rusya, Pakistan, Meksika ve Mısır yapmış. Dünya şeker tüketiminde Türkiye de belirtilen ülkelerin ardından 14. sırada yer almış.

4-Yine 2016/2017 döneminde dünya şeker üretiminin 168,3 milyon ton, tüketiminin ise 174,2 milyon ton olması bekleniyor. Yani dünya şeker stokları 5,9 milyon ton açık verecek bu dönemde. 2015/2016 döneminde de 5,3 milyon ton açık vermiş. Stok seviyesi ise 2010/11 döneminden beri en düşük stok seviyede: %43,78. Kritik sınır olan %45’in altına düşmüş. Buna bağlı olarak da 2016 yılında dünya şeker fiyatları %34 artmış durumda.

5- Ülkelerin kalkınma hızı arttıkça kişi başına şeker tüketimi de artmakta. Londra Şeker Haftası’nda açıklanan bir rapora göre küresel şeker tüketimi 20 yıl sonra 257 milyon tona çıkacak. Yani bugünkü tüketim miktarından tam olarak 83 milyon ton daha fazla. Diğer bir ifade ile bugünkü tüketimin yarısı kadar daha fazla şekere ihtiyaç duyulacak. 

6-Dünya NBŞ üretimi ise 2012-2016 aralığında 13,2 ila 14 milyon ton arasında genelde aynı düzeyde bir seyir izlemiş. ABD 7.6 milyon ton üretirken, en yakın rakibi Çin’in üretim miktarı 2,46 milyon ton. 
Söz konusu genel tablo bize şunu söylüyor: 1- Dünya şeker tüketimi artıyor 2- Dünya şeker üretiminde açık var, 3-Şekerdeki açık arttıkça ve bu pancar/kamış aracılığıyla karşılamadıkça, zararlı olduğu netleşen NBŞ’nin üretim ve kullanım alanları genişleyecek, 4- Pancar ya da kamış üreticileri değil, GDO’lu mısır üreticileri kazanacak, 5-NBŞ’ye bağlı olarak gelişen hastalıklar ve onların yarattığı maliyetler artacak, 6- Artan bu hastalıklar, dünya halklarına sağlık ve para kaybı olarak yansırken, sağlık sektörünün devlerine yeni kazançlar sağlayacak.

Türkiye’de Durum Ne?

Türkiye’de şeker üretimi ilk olarak 1926 yılında açılan Alpullu Şeker Fabrikası ile başlıyor. 1926-34 arasında tümü özel olan Alpullu, Uşak, Eskişehir ve Turhal fabrikaları açılıyor. Şeker politikasının tek elden yürütülmesi ve kaynakların birleştirilmesi amacıyla dört fabrika 1935’te üç milli bankanın eşit paylarda ortak oldukları bir şirket çatısı altında toplanarak Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. kuruluyor. 1951-56 arasında 11 yeni fabrikanın ardından, 1962-77 arasında 3, 1982-2001 arasında ise 12 fabrika kuruluyor. 

Ve 2000 yılında IMF’ye verilen niyet mektubu ile şeker fabrikaları özelleştirme kapsamına alınıyor. İlk olarak 2004 yılında Amasya, Kayseri ve Kütahya fabrikalarının özelleştirilmesi işlemi başlatılıyor. Amasya’nın %15 idare hissesi, Kütahya’nın %56 idare hissesi satılıyor. Kayseri için alıcı çıkmıyor. 2004’te Bakanlar Kurulu Kararı ile Şeker Kurumu kapatılıyor. Şeker-İş’in davası ile karar Danıştay tarafında iptal ediliyor. Ama özelleştirme süreci devam ediyor. 2005’te Adapazarı şeker fabrikası satılıyor. 2005-2011 arasında 3 farklı ihale sürecinde toplam 16 fabrikanın özelleştirilmesi işlemi başlatılıyor ama her defasında Şeker-İş’in açtığı davalar ve Danıştay kararları ile sonuçsuz kalıyor. 

Danıştay’ın özelleştirme işlemlerini iptal gerekçeleri “şeker sektörünün arz-talep dengesinin bozulması, istikrarlı işleyişin ve üretimin sürdürülememesi, dışa bağımlılık yaratılması, üretim şartı ve teminat bedelinin gözetilmemesi”. Halk adına egemenliğin bir parçasını kullanan yargının gördüğü gerçeği, egemenliğin bir başka parçasını kullanan yürütme ısrarla görmüyor, görmezden geliyor. Yani yargı bu özelleştirmenin kamu yararına olmadığını tespit ediyor. Oysa yürütmenin karar sonrasında ilk icraatı, söz konusu fabrikaların 10 tanesi için yeniden ilana çıkmak oluyor. Üstelik karardan sadece iki buçuk ay sonra. 
Kararlılar, satacaklar.
Ve bugün. 

İktidarın bir KHK ile Şeker Kurumu’nu yeniden kapattığı ve 14 fabrikayı satışa çıkardığı koşullarda, Türkiye’de şeker üretimi söz konusu olduğunda bugünkü tablo şu: 
25 tane kamu fabrikası, 5 tanesi Pankobirlik’in (Pancar Ekicileri Kooperatifleri Birliği) olmak üzere 8 tane özel fabrika mevcut (bunlardan birisi olan Kayseri fabrikasının %10 idare hissesi kamuya aittir ve diğer fabrikalardan ayrı bir özelleştirme süreci kapsamındadır). Ayrıca Cargill, Amylum, PNS, Tat ve Sunar’a ait toplam 990 bin ton kapasiteli, iç piyasaya satış hakkı olan 5 ve yalnız ihracat kotası olan, 350 bin ton kapasiteli 5 fabrika olmak üzere toplam 10 tane de NBŞ fabrikası mevcut. 

Kamusal Şeker Fabrikaları Türkiye’ye Ne Kazandırıyor/Katıyor?

Dünyada ve 2001 yılından beri Türkiye’de, şeker üretiminin ve arzının düzene bağlanması için devletler üretimi belirli kotalar (sınırlar, paylar) dahilinde yapıyor/yaptırıyor. Bu çerçevede A kotası ülke içindeki yıllık şeker ihtiyacını karşılamak üzere belirlenmişken, B kotası şeker güvenliğini sağlayacak stok için ayrılmış durumda. C kotası ise ihraç edilmek üzere üretilen şeker miktarını oluşturuyor. 

Dünya piyasalarında ihracata konu olan şeker daha çok kamıştan üretilen şeker. Bu nedenle iklim koşulları nedeniyle şekeri pancardan üreten Türkiye gibi ülkelerde şeker üretimindeki öncelikli belirleyici, yurtiçi şeker ihtiyacını karşılama ve gerekli oranda şeker stoğunu sağlayabilme gerekliliği. 

2016/17 itibariyle Türkiye’nin toplam şeker pancarı üretim kapasitesi 3.151 bin ton, NBŞ kapasitesi ise 990 bin ton. Aynı dönemde pancar kapasitesinin 2.559 bin tonu (%90), NBŞ kapasitesinin ise 624 bin tonu (%10) üretime dönüştürülmüş. Ve pancar şekerinin %55’ini Türkşeker’e bağlı olan kamu fabrikaları üretmiş. Bu oran 2002 yılında %74 imiş. 2016 yılı itibariyle de Türkşeker’in mevcut üretim kapasitesi, aslında şeker üretiminin %65’ini karşılayacak düzeyde. 15 yıllık AKP iktidarında hem özelleştirmeler hem de kamu fabrikalarının üretim kapasitelerinin tamamını kullanmamaları nedeniyle kamu %20 oranında geriletilmiş. 

2016/17 döneminde A ve B kotalarından olmak üzere Türkşeker 1.362 bin ton, özel sektör ise 1.022 bin ton şeker üretmiş (toplam 2.384 bin ton). Bunun 1.988 bin tonu yurtiçine, 33 bin tonu ise yurtdışına satılmış (toplam 2.021 bin ton). % 98’i içeride tüketilmiş.

Şeker dışında pancarın posası bir taraftan hayvan yemi olurken, aynı zamanda şekerin diğer bir kalıntısı olan melas ise fermantasyon maddesi, etil alkol, içilebilir içki üretiminde; içilemeyen alkol düzeyinde endüstriyel tüketim ve ilaç sanayinde; sirke, hamur mayası, yemlik maya yapımında, briket kömür imali, inşaat harçları ve kozmetik sanayisinde kullanılmaktadır. 

Bu çerçevede Türkşeker’e bağlı melastan ispirto üreten 4 içki fabrikası mevcut: Eskişehir, Turhal, Malatya ve Erzurum’da. 

Ve aynı zamanda konunun en can alıcı noktalarından birisi olarak Türkşeker, şeker fabrikalarının dışında 5 tane makine fabrikasına sahip. Bu fabrikaların kökeni, şeker fabrikalarının yedek parçalarının karşılanması ve onarımı amaçlarıyla 1933 yılında Eskişehir Şeker Fabrikası’nda kurulan atölyeye dayanır. 2. Dünya Savaşı sırasında beliren ithalat sıkıntıları, makinaların yerli olarak imalatını zorunlu kılmıştır. İşte bu nedenle 1951-62 arasında Afyon, Ankara, Eskişehir, Erzincan ve Turhal’da kurulmuş olan atölyeler büyük çaplı makine fabrikalarına dönüştürülmüştür. Bunlardan Ankara makine fabrikası Türkiye’nin ilk entegre imalat fabrikasıdır. 1962’den sonra kurulan şeker fabrikalarının tamamı Türkiye’nin kendi makine fabrikalarının ve kendi mühendis ve işçilerinin ürünüdür. Yine bu fabrikalar şeker fabrikalarının %95’ini, çimento fabrikalarının %85’ini üretebilecek yetkinliktedir. Petrol ve petrokimya sanayinin önemli basınçlı kapları, buhar kazanları, büyük pompaları, vantilatörleri, büyük dişli çarkları gibi makinalarını üretirken, hidrolik ve termik santrallerin de türbin, alternatör ve buhar kazanlarını imal etmektedir. Değirmenler, taşıt kantarları, su soğutma kuleleri, ekim makinaları, çeşitli ebatlardaki çelik konstrüksiyonlar ürettikleri arasındadır. Yine içerde üretilen fabrikalara ek olarak Türkşeker’in fabrika makinaları yurtdışına da fabrika ihraç etmiştir. Özbekistan’ın Horezm Şeker Fabrikası Türkşeker’in makine fabrikaları tarafından 1998 yılında Cumhuriyet’in 75. Yılına armağan olarak kurulmuştur. Türk mühendisleri ve işçileri tarafından. 

Şeker fabrikaları satıldığında, sıra bu alkol ve makine fabrikalarına da gelecek.
Dünya yeniden kamu eliyle üretim ekonomisine dönmeyi tartışırken, biz elde kalan 3-5 fabrikayı da satan miras yedi evlatlara döndük.

Sonuç 

Şeker fabrikalarının yerliliğe katkısını ve yarı sömürgeleşmeye karşı faydalarını beş maddede toplayabiliriz.

1- Yerli üretim: Memleketin şeker ihtiyacını karşılıyor. İthalat bağımlılığını ve buna bağlı dış açığı engelliyor. Gıda güvenliğini sağlıyor.

2- Yerli istihdam: 105.000 aile pancar üretiyor. Binlerce aile pancara bağlı taşımacılık sektöründen geçimini sağlıyor. Fabrikalarda (şeker, alkol, makine) çalışan mühendis, işçi, memur ailesi geçimini buradan sağlıyor. 

3- Yerli sanayi: Şeker, alkol ve makine fabrikalarının tümü, tüketici ekonomi politikalarının sonucu olarak milli gelir içinde payı sürekli düşen/düşürülen yerli sanayinin bileşenleri. Ve özel sektördeki ilaç, gıda, kozmetik sanayilerini de yan ürünleriyle ucuz, yerli aramalı düzeyinde sürekli olarak besleyen, bu boyuttan da yerli sanayiyi güçlendiren fabrikalar. 

4- Yerli ve sürdürülebilir tarım/kırsal kalkınma: Pancar, Anadolu iklimine, toprağına uygun bir bitki. Bazı eski türleri Anadolu kaynaklı. Dönüşümlü ekimde, toprak verimliliğini artırıyor. Eşdeğerdeki bir orman alanına kıyasla 3 kat daha fazla oksijen yaratıyor. Alternatif ürünlere kıyasla daha çok istihdam imkanı sağlıyor. Bu sayede de tarımsal nüfusun göçünü engelleyerek kırsal nüfusun kalkınmasına katkı sağlıyor. Kırsal nüfusun yoksulluk ve kötü yaşam koşullarından kentlere yığıldığı şartlarda, tersine göçü sağlayacak önemli etkenlerden birisi. 

5- Yerli sağlık: NBŞ yerine, sağlıklı oranlarda şeker kullanımı halkın maruz kalacağı sağlık sorunlarını azalttığı oranda, ilaç ve sağlık araç-gereçlerinde dışa bağımlı olan Türkiye, bu alanda milli gelirinden daha az harcama yapacaktır. Sağlık Bakanlığı’nın verileri ile son 10 yılda diyabet sorununun % 90 artması örneğinde olduğu gibi sorunlarla karşılaşmayacaktır. 

Beş başlığın beşi de yerli olduğu gibi aynı zamanda kamusal. Yani tüm halkın ortak serveti. Ortak geçmiş ve ortak geleceği. Satılan işte bunlar. 

Mevcutlar korunduğunda en azından bu alanda yarı sömürgeleşme/sömürgeleşme engellenebilir.
1980’de başlayıp 2002’de durmaksızın hız kazandırılan genel yarı sömürgeleşme furyasına, şeker fabrikalarından set çekilebilir. Halkın olanları satarak değil, koruyarak yerli olunur. 
“Üretim şartı ile satacağız, NBŞ kotasını %10’dan %5’e indirdik bakın” diyerek değil. 

Çünkü o kotayı 2002’de %10 ile devralıp %15’e çıkaran da bu iktidardı. Ayyuka çıkan iktidar “Cargill ile görüştü” haberleri sonrasında, GDO’lu NBŞ üreticisi Cargill için fabrikalar satıldıktan sonra bir torba yasa, bir KHK marifeti ile NBŞ kotasının %50 ya da daha fazlasına çıkarılmayacağını kim garanti edebilir?
Mevcut tabloda “yenilik” ve “yerlilik” görebilen var mı? 

Yoksa ortada “eski” denilenden “önceki eskiliği” çağrıştıran, bir dışa bağımlılık ve yarı sömürgeleştirme döngüsü mü var?

Özetle her alanda olduğu gibi şekerde de çare Kamuculuk.

paylaş