Türkiye'nin zayıf karnı: AKP

06 Ağu 2018

“Rahip Brunson krizi” olarak adlandırılan son krizdeki gibi somut olarak ABD ile Türkiye karşı karşıya geldiğinde devrimciler ve sosyalistler nasıl tutum almalı?

Bu AKP’nin sorunu deyip sessiz mi kalmalı, hatta neredeyse ABD ile aynı cepheye mi düşmeli? Yoksa ABD karşıtlığı nedeniyle AKP’ye kol kanat mı germeli?

Bu iki ucun arasında bir seçenek yok mu?

Elbette var. Bu yazıda bu seçeneği ele alacağız.

TÜRK DEVRİMCİSİ ANTİEMPERYALİSTTİR

Önce sosyalistler ve devrimciler için iki temel saptama yapalım:

1. ABD’nin Türkiye’ye karşı herhangi bir yaptırımı, tehdidi, uygulaması kesinlikle hiçbir şart altında kabul edilemez.

2. AKP’ye karşı olmak, hiçbir siyasi görüşü ABD emperyalizmi ile yan yana düşme yanlışlığına sürüklememelidir.

Bize göre meselenin iki yanı vardır:

Birinci yan, meselenin “Rahip Brunson krizi”nden öte olduğudur. ABD ile Türkiye’nin çıkarları, ABD’nin bölge politikaları nedeniyle gittikçe daha çok karşı karşıya gelmektedir ve iki “müttefik” stratejik olarak adım adım cepheleşmektedir. Türkiye’nin başında Türkiyeci bir iktidar da olsa, Amerikancı bir iktidar da olsa, bu çıkar çelişmesi büyüyecektir.

Meselenin ikinci yanı ise emperyalizme karşı nasıl direnileceğidir.

Türkiye’yi Türkiyeci bir iktidarın mı, yoksa Amerikancı bir iktidarın mı yönettiği işte meselenin bu ikinci yanı açısından kritik önemdedir.

AKP ANTİEMPERYALİST BİR PARTİ DEĞİL

AKP başından beri Türkiye ile ABD arasındaki bölgesel çelişmeleri Türkiye adına çözmek yerine, kendi adına kullanan bir iktidar olmuştur. Bunu daha iktidarının başında, ABD Türk askerinin başında çuval geçirdiğinde de gördük, şimdi ucu kendisine dokunan sorunları atlatmak adına “papaz pazarlığı” yaptığında da görüyoruz.

Neden? Çünkü AKP antiemperyalist bir parti değildir, tersine varlık sebebi emperyalizmdir; karşılığını örneğin ABD’ye BOP eşbaşkanlığı yaparak vermiştir.

AKP temel hedefi Cumhuriyetle hesaplaşmak ve Kemalist devleti yıkmak olan bir partidir ve bu hedef için 16 yılda ABD ile, AB ile, PKK ile, FETÖ ile, liberaller ile yan yana olmuştur, birlikte yürümüştür.

Böylesi bir partinin, Türkiye’nin ABD ile çelişen çıkarlarında Türkiyeci bir pozisyon alması mümkün değildir. Nitekim bu son olayda da görüldüğü gibi almamaktadır.

Açıkça görülmektedir ki, AKP ucu kendisine dokunan Zerrab/Atilla/Halk Bankası davası için papazı pazarlık unsuru olarak kullanmaktadır.

Son kriz de, üzerinde anlaşılan pazarlığa rağmen AKP’nin biraz daha kazanım elde etmek adına Rahip Brunson’u serbest bırakmak yerine, ev hapsine almış olmasından kaynaklanmıştır.

Erdoğan’ın 29 Temmuz 2018 günü “Biz Brunson'u hiçbir zaman pazarlık konusu yapmadık. Takas gibi bir pazarlık olmadı” demesi gerçeği değiştirmez. Zira Erdoğan’ın bir yıl önce 28 Eylül 2017’de “Sizde de bir papaz var, bizde de. ‘Ver papazı, al diğer papazı’ dedim” sözleri kayıtlıdır.

TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİSİNE KARI-KOCA BENZETMESİ

Soru şudur: ABD’yle bu tür kirli ilişkisi olan bir iktidar Türkiye’ye yönelik gerçek ABD tehditlerine direnebilir mi, yoksa bu kirli ilişkiler nedeniyle ABD’nin Türkiye’yi tehdit etmesini kolaylaştırır mı?

İşte üzerinde durmamız gereken esas konu budur. Bunu yapmayıp ABD karşıtlığı temelinde AKP yandaşlığına savrulmak yanlıştır; AKP karşıtlığı temelinde ABD cephesine düşmek daha büyük ve telafisi daha zor bir yanlıştır!

AKP’nin emperyalizme karşı diren(e)meyeceği ortada; tersine meseleleri kendi iktidarını ayakta tutabilmek adına pazarlıkla yürüterek, tavizler vererek götürüyor, götürecek…

Son olayda da böyle oldu: ABD açık açık artık eylemli tehdit boyutuna geçmişken AKP iktidarı eylemli karşılık vermek yerine ABD’yle uzlaşan, pazarlık yapan, taviz veren bir yönelime girdi.

Dahası Türkiye’yi küçük düşürdü. Örneğin Damat Berat Albayrak Türk-Amerikan ilişkisini karı-koca ilişkisine benzetti: “40 yıllık karı koca bile her konuda anlaşamıyorlar. Bazen tartışıyorlar, sonra anlaşıyorlar.”

Kayınpederi Erdoğan ise “Trump, çok büyük bir oyuna gelmiştir. Bu oyunu Sayın Trump'ın bozması gerekir” diyerek meseleyi “Trump iyi, çevresi kötü” yüzeyselliğinde ele almış ve Türkiye’nin gardını düşürmüştür.

Deyim yerindeyse, 15 yıl önceki “ne notası, müzik notası mı” noktasından pek öteye geçilememiştir.

AKP’NİN ABD’YE VERDİĞİ KOZLAR

İşte son yıllarda tekrar tekrar dile getirdiğimiz, defalarca belirttiğimiz konu budur: AKP, Türkiye’nin zayıf karnıdır ve Türkiye ile ABD’nin stratejik olarak karşı karşıya geldiği süreçte Türkiye’yi ABD saldırılarına açık hale getirmektedir.

Kimi okurlarımız haklı olarak şunu soracaktır: AKP iktidarı olmasa, ABD Türkiye’yi hedef almayacak mı? Elbette alacak ama AKP’nin başka iktidarlardan farkı, kirli işbirliği ve verdiği kozlar nedeniyle hedef olmayı kolaylaştırıyor olmasıdır.

Ve daha önemlisi, başka iktidarların alabileceği somut önlemleri almıyor ve alamıyor olmasıdır.

Oysa Süleyman Demirel gibi sağcı bir isim bile Türkiye’nin çıkarı gereği, 21 ABD üs ve tesisini kapatarak ABD ambargosuna yanıt verebilmiştir.

Fakat AKP iktidarı ne İncirlik kartını, ne Kürecik kartını, ne de diğer başka kartları kullanabilmektedir. İşte Türkiye’nin zayıf karnı dememiz bundandır.

Bu gerçeğin üzerinden atlayıp sırf kör milliyetçilik adına AKP’yi desteklemek ve her krizde arkasına dizilmek, her seferinde daha geri mevziden mücadeleye başlamaya yol açmaktadır.

DEVRİMCİLERİN GÖREVİ

Baştaki soruya gelirsek…

Türkiye’nin emperyalizmle pazarlık yapan değil emperyalizme mücadele eden bir iktidara ihtiyacı olduğu ortadadır. Yarın bu ihtiyaç daha da yakıcı hale gelecektir.

Türk devrimci ve sosyalistlerinin bu şartlarda iki kritik görevi vardır:

1. ABD emperyalizmine karşı kararlı bir şekilde mücadele etmek; ABD’ye eylemli yanıt verilebilmesinin siyasetlerini geliştirmek, örgütlemek.

2. Emperyalizmle pazarlık yapan iktidara karşı esaslı ve kesintisiz muhalefet etmek ve onun yerine emperyalizmle mücadele edebilecek bir iktidar inşa etmeye çalışmak.

Bu birbirini bütünleyen iki görevin dışında kalmak, maalesef kişiyi kabaca ya AKP’ci, ya ABD’ci yapacaktır.

paylaş