- Birgün
Prof. Dr. Korkut Boratav: Amin, ezilen halkların kılavuzuydu
Prof. Dr. Korkut Boratav, Samir Amin’i ‘O ezilen halkların kılavuzuydu. Marksist bir perspektifle özgün bir bakışı bizlere sundu” sözleriyle anlatıyor
Furkan Üstünbaş
Marksizmin yaşayan en büyük ustalarından Samir Amin’i geçen günlerde yitirdik. Amin, marksizme özgün katkısıyla dünya halklarına ciddi bir külliyat bıraktı. Özellikle 3. Dünya üzerine teorileri ve 3. Dünya’nın emperyalizmle mücadelesi konusunda ürettikleriyle çok önemli bir boşluğu doldurdu. Samir Amin’in ardından Türkiye’de Marksizm adına büyük eserler vermiş hocaların hocası Prof. Dr. Korkut Boratav’la buluştuk. Amin’le ideolojik ortaklığı ve kişisel yakınlığı bulunan Boratav “Samir Amin, 20. yüzyıl başlarındaki Marksist emperyalizm çözümlemelerini geliştirmeyi, güncel bulgularla zenginleştirmeyi hedefledi. Olgun kapitalizmin tekelci sermaye olgusunu vurgulayan içsel analizi üzerinde değil, dış dünyaya taşarken sömürü ilişkileri, yapısal deformasyonlar, azgelişmişlik yaratması üzerinde odaklandı.” diye özetledi Amin’in yaşantısını.
► Samir Amin ile kişisel olarak da yollarınızın kesiştiği anlar var, tanıdığınız Amin’den başlayalım isterseniz...
Samir Amin’le 1983’te Napoli’de tanıştım. Son defa da Türkiye’de bir kongre vesilesiyle bir araya geldik.
Tanışmamıza, otuz beş yıl önce bu meslektaşımın Türkiye’deki faşizme karşı gösterdiği meslekî bir dayanışma vesile oldu. 1983’te Amin, hem Paris VIII (Vincennes) Üniversitesi’nde profesör, hem de Dakar’daki Üçüncü Dünya Forumu’nda direktördü. 12 Eylül rejiminin üniversitelerde başlattığı tasfiye hareketinden Vincennes’de öğretim üyesi olan Yıldız Sertel vesilesiyle haberdar oldu. İki kurumun ortaklaşa düzenlediği (“Akdeniz ülkelerinde gelişme sorunları” konulu) bir araştırmaya ve raporların tartışıldığı Napoli’deki sempozyuma Türkiye üniversitelerinden uzaklaşan (ben dahil) dört iktisatçı davet edildi. Amin ve çevresiyle bu sayede tanıştım.
Samir Amin’in, 2001’de Porto Alegre’de başlatılan Dünya Sosyal Forumu’nun kurucularından olduğu bilinir. Bu Forum’un 2004’teki Mumbai toplantısında Amin’le aynı panelde yer aldım. Daha sonra Delhi’de tekrar bir araya geldik. Eşi Isabelle’in de katıldığı uzun bir sohbetimiz oldu.
Son olarak da ölümünden tam dört yıl önce Ağustos 2014’te Orta Doğu sorunlarının tartışıldığı ODTÜ’deki bir kongrede karşılaştık. Açılış bildirisini Samir Amin sunmuştu. Benim bildirimin yer aldığı oturumun da başkanıydı. Oturum sonrasında uzun bir sohbet yaptık; “dünyanın hali” ve olası geleceği üzerinde konuştuk. Güncel teşhislerimiz benzeşmekteydi; geleceğe dönük iyimserliği de beni etkilemişti.
► Samir Amin’in emperyalizm ve bağımlılık konusundaki tezleri ve etkilerinden söz edebilir misiniz?
Samir Amin, 20. yüzyıl başlarındaki Marksist emperyalizm çözümlemelerini geliştirmeyi, güncel bulgularla zenginleştirmeyi hedefledi. Olgun kapitalizmin tekelci sermaye olgusunu vurgulayan içsel analizi üzerinde değil, dış dünyaya taşarken sömürü ilişkileri, yapısal deformasyonlar, azgelişmişlik yaratması üzerinde odaklandı.
Bu gündem, Samir Amin’i üç büyük akımın kesişme noktasına yerleştirecektir: 20’nci yüzyıl bulgularıyla beslenen Lenin ve Lüksemburg’un emperyalizm kuramı, A.G. Frank’ın temsil ettiği Latin Amerika bağımlılık yaklaşımı ve Wallerstein ile Arrighi’nin damgasını taşıyan dünya sistemi okulu ile bütünleşir.
► Bu bütünleşme bir sentez oluşturdu mu? Parçalı mı kaldı? Ne derecede başarılı oldu?
Tartışılacaktır.
► Amin’in, sosyalizm deneyimleri karşısındaki tutumu üzerinden sosyalizm anlayışı, tasavvuru noktasında neler söyleyebilirsiniz?
1960’lı yılların ikinci yarısında Çin ve SSCB komünist partileri ve sosyalist düşünürler arasındaki ayrışma, Marksist iktisatçılara da yansıdı. Samir Amin, ABD’de Paul Sweezy ve Monthly Review çevresi ve Fransa’da Charles Bettelheim ile birlikte Mao’cu tezlere yakın durdu.
Değer Yasası ve Tarihsel Maddecilik başlıklı kitabında (1978’de) Leninizmin “sol” bir yorumunun, iki doğrultuda Mao’nun liderliğinde Çin Komünist Partisi (ÇKP) tarafından tamamlandığını ileri sürüyor: Birincisine göre emperyalizm, merkeze aktarılan artık sayesinde reformist sosyal demokrasiyi beslemiş; geleceğin dinamiği sistemin çevresine (“Güney”e) kaymış; işçi-köylü ittifakları ile gerçekleşen anti-emperyalist mücadele devrimci (sosyalist) dönüşümleri mümkün kılmıştır.
İkincisine göre, Leninizmin SSCB’deki uygulaması, “işçi-köylü diktatörlüğü sorunlarına yetersiz yanıtlar getirmiştir.” Bu yetersizliği aşma yöntemi de (aslında Lenin’i izleyerek) “sosyalizme geçiş aşamasında sınıf mücadelelerini” vurgulayan Mao’da vardır. Bu vurgulamanın sonucu olan “kültür devrimi” çözümü, Amin tarafından da benimsenmiş olmaktadır.
Ancak, 1978 sonrasında Mao’nun bu çizgisi ÇKP tarafından eleştirildi; ülke tamamen farklı bir güzergâha yöneldi. Samir Amin sonraki çalışmalarında güçlüklerle karşılaştı.
Güçlüğün bir bölümünü, hem SSCB’nin tarihsel deneyimini, hem de Çin’deki “düzeni” “devlet kapitalizmi” olarak yaftalayarak aşmaya çalışmaktadır: “Çin’de anti-emperyalist, anti-feodal devrimin yüzü sosyalizme dönüktür; ama yol uzundur. Özel girişim ve yabancı sermaye, bunları denetleyen araçlarla birlikte sosyalist tercihleri hem güçlendiren, hem de zayıflatan gelişmeler olmuştur. Kapitalizme özgü sömürü biçimlerinin varlığı, tarihsel kapitalizmden özgürleşerek sosyalizme, komünizme giden bir toplum için ilk aşamadır.”
Öte yandan Mao sonrası gelişmeler, Çin toplumunda üretim güçlerinin gelişimi ve emperyalizme karşı konumunu pekiştirdiği için olumludur. Reformlar, “bu dev ülkede bağımsız, bütünleşmiş, modern bir üretim sistemi inşa edebilmiştir. Başarımda temel araç, ‘açılma’ değil, plan olmuştur.”
Amin’in bugünkü Çin toplumuyla ilgili görüşlerinde ÇKP ile gönül bağları başat olmuştur. Peş peşe sıralanan çelişkili olgulardan, eğilimlerden, diyalektik bir çözümleme türetilememektedir.
► Amin, sizin tanımlamanızla reel sosyalizm sonrasında büyüyen ‘yeni sol dalgaya’ mesafeli kaldı. Küreselleşme karşıtı hareketler, Dünya Sosyal Forumları içindeki arayışları yakından takip ettiği de biliniyor. Amin’in, kapitalizmin krizi karşısında işçi sınıfı ve dünya halkları entrensayonali önerisini geçtiğimiz aylarda, siz de yazılarınızda tartışmıştınız. Bu öneri ile nasıl bir çağrı yapıyordu Amin?
Kapitalizme ve emperyalizme karşı yeni bir Enternasyonal öneren Samir Amin’in çağrısının ana mesajı şudur: Çağdaş emperyalist kapitalizm, sürdürülemeyecek özellikler kazanmıştır. Bugünkü sistem-karşıtı muhalefet yetersizdir. Kapitalizme karşı önce direnmek; sonra da ona son vermek için örgütlü, kolektif bir müdahale gerekmektedir. Bu örgütlenme İşçilerin ve Dünya Halklarının Enternasyonali biçiminde oluşmalıdır.
Amin’in bu önerisi iki doğrultuda Leninist özellikler taşıyor. Birinci olarak, kapitalizme son vermeyi hedefleyen bilinçli, örgütlü bir müdahalenin gereğini vurgulamakta; böylece “üretim güçlerinin gelişimi sonunda kapitalizmin kendiliğinden ve zorunlu olarak son bulacağı” öngörüsüne dayalı teknolojik deterministlerden ayrılmaktadır.
İkinci olarak Amin’e göre, cinsiyet, kimlik ayrımlarına karşı çıkan; çok-kültürlüğü, özgün halkları temsil eden akımlar kapitalizmle uzlaşma içindedir. “Yeni sol”un Avrupa’daki bugünkü uzantıları olan Syriza, PODEMOS, Melenchon-türü “radikal” muhalefetler etkisiz kalmaya mahkumdur. Leninist partileşmeye “antidemokratik” olduğu bahanesi ile karşı çıkan yatay örgütlenmeler ise yetersizdir.
Kapitalizmin sonu, bu tespitlere göre, “Kuzey”de, sınıf mücadelesine dayalı geleneksel devrimci örgütlenmelerin gelişimine; “Üçüncü Dünya”da ise dinci gericiliğe savrulmuş olan halkların ilerici, anti-emperyalist mücadele deneyimlerinin canlanmasına bağlıdır. Zira, Samir Amin’in 1978’deki sözleriyle, “Leninizme göre… ulusal kurtuluş hareketleri, dünya sosyalist devriminin tamamlayıcı bir parçasıdır.”
İşçilerin ve Dünya Halklarının Enternasyonali çağrısının iki ayağı, Samir Amin’in bu değerlendirmesini kırk yıl sonra da koruduğunu gösteriyor.