Siz bu yazıyı okurken, Kartal’da 8 katlı binanın depremsiz çöküşünden bu yana en az iki gün, iki gece geçmiş olacak. Yazılış saatinde kesinleşmiş bilgilerle 15 ölü, 14 yaralı kayıtlara geçti. 1992 tarihli ruhsatlı, ancak üstten 3 katı kaçak, yine en alt katı kaçak kazılmış olarak kocaman bir üretim atölyesine dönüştürülmüş, imar affı durumları hakkında da nedense resmi bilgi ve açıklamaların yapılmasından kaçınılan, birbirinden çarpıcı rant yağması, haksızlık, hukuksuzluklar halkaları gerçeklerle yüzleştik..
Saray, tek adam rejimi yönetiminin, Cumhur İttifakı’nın her kattan en yetkin temsilcileri, resmi sözcüleri, çöküşün ilk saatlerinden itibaren yıldırım hızıyla yetişmiş olarak, insanlık dramı yaşanan alandan yapılan görüntülü bilgilendirmelerde kamuoyu oluşturmada başrollerdeler...
Ancak onlar için çok kolay elde edilebilecek, rant yağması, haksızlık, hukuksuzluk, siyasal suçluluk halkalarına ilişkin suskunluk, gerçeklerin saklanması kaygı verici. İşin şakası mı var? Deprem, dışardan olumsuz hiçbir etken söz konusu değilken, 8 katlı bina çöküyor, çevredeki 7 bina daha aynı tehdit altına girdiğinden boşaltılmak zorunda kalınıyor. Havadan fotoğraflarda 4-11 kat arasındaki yapılaşmada, kaçak, haksızlık, hukuksuzluk, rant vurgunu üzerinden suç ortaklıklarının çıplak kanıtları konumunda, yuvarlak daireler içine alınmışları da gözle görebiliyoruz.
***
Büyük depremin ekonomik, sosyal, siyasal yıkımından sıyrılamamış, fay hatlarının varlıkları ortadan kalkmadığı, boşa geçen zamanların aleyhimize işlemesi gerçekleri yetmezmiş gibi. 16 yıllık iktidarları erkinin siyasal gücünü, gözü dönmüş ranta dayalı inşaatla büyümeye dayadığı ortada. İstanbul en başta, büyük kentleri beton yığınında, gökdelenler, kaçak inşaatlar yumağında; azgelişmişliğin simgesi dünyanın en çarpık kentleşmesinin suç ortaklıkları, yaşamı karabasana çeviren sonuçları saymayla bitecek gibi değil...
Yasal, topumsal sorumlulukları, bilgi birikimleriyle kent katliamına karşı durmaya çırpınan meslek örgütlenmeleri, bilimsel uzmanlıkları, resmi kurumları, insan ve canlılar, sağlık, yaşam hakları boyutlarında ses çıkaranları susturmadaki yasadışı güç, hak-hukuk katliamlarının örneklerinde sınır yok... Elbette tek geçerli açıklaması, suçlulukların ortaya çıkabileceği, gerçeklerin görülmesi ile en yandaş seçmenlerin bile bilinçlenip isyan edebilecekleri korkusu...
***
Yağmadan ya vurgun, ya da kendi özelinin koşullarında, en hafifi ile kaçak inşaattan rüşvete, kendine düşen paya razı olanlar... Selde, çöken inşaatta canlarını mallarını kaybettiklerinde olup bitene razı olabilir, “Allah’ın takdiri ilahisi” diyebilirler mi?
İstanbul’un katledilmesinde uzmanlık kuruluşu olarak, yaşanan her türden yağma, vurgun, haksızlık, hukuksuzlukta yasal sorumluluk ve görevlerinin gereklerini yerine getirmekten geri kalmamış TMMOB çatısının içinden, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, her vurgun örneğinde açılmış, kazanılmış yasal sonuçları, yükümlülükleri yok sayılarak iktidar erki tarafından yok sayılmış hukuk tanımazlıkla yağmalamaya devam sonuçlardan yılmamış, deneyimli olarak...
Trajik çöküşün sıcak saatlerinde zaman yitirilmeden, çöküşün sabahında oluşturulmuş uzmanlık ekibi ile çöken binanın kolonları incelenmiş, taşıma kapasitelerinin yitirilmiş olduğu saptanmış... Odanın resmi rapor sonucu, çöküş gecesinin sabahı yapılmış saptamalarla, öğlen saatlerinde, saat 13.37 kaydı ile, e-mail adresimden bana bile ulaştırılmıştı. Depremsiz yakın tarihlerde yaşanmış birden fazla ölümlü, yaralı sonuçları olan çöküşlerin, metro inşaatı göçüşlerinin de dökümleri sayılıyor, rant üzerinden insan canı ile oynanılan yağma, rant vurgunlarına, imar aflarına karşı çok haklı, yaşamsal eleştirileri de özetleniyordu...
***
Büyük depremin ardından TMMOB çatısı altında, üye odaların yetkin uzmanlarının oluşturdukları heyetlerle, aylar süren nedenlerin saptaması çalışmalarının içinde yer almıştım. Çok öğretici, ders verici sonuçlar, ayrıntılı devasa raporlar üretilmişti. Büyük depremin büyüklüğü ne kadarı ile gerçek, kaçınılmaz idiyse, yaşanan yıkım, insan canı en başta, dev binalar, sanayi yatırımlarının yıkımları, mal kayıpları, açtıkları kolay kolay kapatılamayacak dev ekonomik, sosyal, siyasal yıkımları, bile bile suç, cinayet çarpık yapılaşmanın, rantın, rüşvetin kanıtlarıydı.
Hiç unutmuyorum patates tarlasında fabrika yapmış olmayı gelişmişliğin kanıtı olarak sunan iş dünyasının simge lideri, deprem sonrası öğrendikleriyle, “Tövbe, bilsem yapar mıydım” içten itirafını yapmıştı. Çıkış yolları arasında Gölcük askeri tersanesinin dibe çöküşü ile çaresiz kalma da vardı, SEKA’nın özelleştirme inadında dev inşaatının işçileri ile deniz dibinde kayboluş trajedisi de...
Elbette geçmiş Adapazarı depremlerinden alınmış derslerle, fabrikalar ve evlerin duvarları kalınlaştırılmış, ancak yumuşak toprakta sağlam kayalık zemine inilmeden yapılmış inşaatlar nedeniyle, yıkılmadan devrildiklerine, trajikomik bir sonuç olarak tanıklık etmiştik... Bir başka gerçek; sanayi yatırımlarının getirisinden vazgeçilmeden, teknik olarak daha pahalıya sağlam zemine oturtulmuş fabrikaları yenilemek de çözüm değildi. Çevrede büyük işçi yaşamını zorunlu kıldığından, maliyet hesaplarına onlar için de yıkılmayacak, öldürmeyecek evlerin yapılabilmesinin hesaplarını katmak olmazsa olmazdı...
16 yıllık iktidar erkinin deprem gerçeğinin bu kadar bilimsel verisi dururken, siyasi rantla gözü dönmüş siyasetler önceliklerinde yaptıklarını nerelere oturtacağız? “Dindar, kindar” seçmen yetiştirme siyasetleriyle, değirmenin suyu nereye kadar akabilir, akıtılabilir ki...