'Türkiye ile ABD arasındaki tek sorun S-400'ler değil, derin bir güven bunalımı yaşanıyor'

27 May 2019

Prof. Hasan Ünal’a göre, Türkiye’nin ABD ile arasındaki tek sorunlu konu S-400 füze sistemleri değil. ABD ile ilişkilerde derin bir güven bunalımı yaşandığını belirten Ünal, Türk hükümetinin ‘ideolojik takıntılardan’ kurtulup komşularıyla ilişkileri yoluna koymasını ve Doğu Akdeniz’e odaklanması gerektiği görüşünü dile getirdi.

Türk hükümeti ABD ile ilişkilerde gerilim dozunun artmasına karşın Rusya Federasyonu’ndan S-400 füze savunma sistemleri alımında kararlılık sergilerken, temmuz ayının yaklaşmasıyla birlikte tartışmalar yeniden alevleniyor. Türkiye’den bir heyet ABD’ye giderek Kongre üyeleriyle temaslarda bulundu. Ankara diğer yandan Suriye’nin kuzeydoğusunda kurmak istediği ‘güvenli bölge’ meselesini de ele alırken, İdlib’de de bölgenin kontrolünü ele almış El Kaide unsurlarına karşı Rusya ve Suriye hükümetlerinin hamlelerinin durdurulmasını talep ediyor.

 

Türk-Amerikan ilişkilerindeki son durum ve Türk dış politikasının kritik başlıklardaki durumunu Maltepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Hasan Ünal ile konuştuk.

‘AMERİKA İLE TEK SORUNUMUZ S-400’LER DEĞİL’

Prof. Hasan Ünal’a göre, Türkiye’nin ABD ile arasındaki tek sorunlu konu S-400 füze sistemleri değil. ABD ile ilişkilerde derin bir güven bunalımı yaşandığını belirten Ünal, özellikle Washington’ın S-400’lere vurgu yaparak Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği PYD ile olan işbirliğini ikinci planda göstermek istediğini söyledi. Türkiye’nin kararlı tutumuyla olası yaptırımlara da hazırlandığını belirten Ünal, ABD ile bir restleşmeye doğru gidildiği görüşünde:

“Türkiye, S-400’leri alma konusunda kararlı, geri adım görmüyorum. Çünkü Milli Savunma Bakanı Hulusi Sakar’ın da söylediği gibi bir yandan yaptırımlara hazırlanıyor Türkiye, bir yandan Amerika’ya karşı elindeki kozların neler olduğunu hazırlıyor. Yine Türk tarafının yaptığı açıklamaların satır aralarında onlar var. Bir başka husus resmi açıklamalarda olmayan ama Türk yetkililerine dayandırılarak verilen haberlerde Türkiye tarafının eğer F-35’leri vermezseniz biz zaten otomatikman Ruslarla Sukhoi 57 uçaklarını görüşmeye hazırız. Öbür yandan haberlerin satır aralarında da Rus tarafının Sukhoi 57 uçaklarını zaten teklif ettiği ve ‘Merak etmeyin bu konuyu değerlendiririz ve ilk ihracatını yaptığımız ülke de siz olursunuz’ dediği ve yine satır aralarından da anladığımız kadarıyla Rusya’nın bütün bu konularda ortak üretim, teknoloji transferi vs. gibi konulara en azından Amerika’dan çok daha fazla istekli ve yatkın olduğu sonucunu çıkartıyorum. Bunlar görünüyor. Ama bir yandan Amerika ile karşılıklı bir adeta restleşmeye doğru gidiyoruz ve bu restleşmenin tek kaynağı S-400’ler değil. Zaten benim sıklıkla üzerinde durduğum konu bu. S-400’lerle Türkiye’nin almama seçeneğini değerlendirmesi gerektiğini söyleyenlere verdiğim cevaplarda şunu vurguluyorum ısrarla. Amerika ile tek sorunumuz S-400’ler değil ki. S-400’lera aslında Amerika ile yaşadığımız birçok sorunla oluşan güven bunalımın bir sonucu. Yani sorunun bizatihi kendisi değil. PKK/PYD konusunda ne yapacağız mesela? Jeffrey’nin yaptığı açıklamalar. Bana sorarsanız nedir Jeffrey’nin yaptığı açıklamaların analizi, çuval içi boş laf. Başka bir şeye benzemiyor çünkü. Bir güvenli bölge oluşturulacakmış, oraya polisler gidecekmiş, Amerika da birilerini bulunduracakmış. Ama en önemlisi, ‘Burada PYD var, biz onların PKK ile ilintilerini, alakasını, uzantısı oluğunu biliyoruz, bunu Trump da biliyor. Ama biz PYD’yi müttefik olarak kabul ediyoruz’ diyor. Amerika Birleşik Devletleri gibi bir devlet bir terör örgütü ile nasıl müttefik olur? Siz İran’ın Devrim Muhafızları ordusunu terör örgütlerine destek veriyor diye terör listenize alacaksınız, sonra Türkiye gibi NATO’nun en önemli müttefiklerinden birinin terör örgütü olarak kabul ettiği, ABD’nin ve NATO ülkelerinin birçoğunun da terör örgütü olarak kabul ettiği ve Türkiye’nin milli güvenliğine, ulusal bütünlüğüne ciddi bir tehdit oluşturan bu örgüte silah vermekle kalmayacaksınız, bir de müttefik olduğunuzu ilan edeceksiniz. Bu alçakça bir durum. Dolayısıyla Amerika ile sorunlarımız sadece S-400’ler değil. Hatta Amerika S-400’ler konusunu bu şekilde gündeme getirerek terör örgütüne verdiği destekle gündemin ikinci plana itilmesini de amaçlıyor.”

‘TÜRKİYE’NİN ŞAM HÜKÜMETİYLE ÇOKTAN İŞBİRLİĞİNE BAŞLAMIŞ OLMALIYDI, İDEOLOJİK TAKINTILARDAN KURTULUNMALI’

Prof Ünal, Erdoğan yönetiminin Şam hükümetiyle çoktan ilişkileri düzeltip, Suriye krizine çözüm bulmuş olması gerektiği görüşünde. ABD yönetiminin Suriye’nin kuzeydoğusunda bir otonom bölge hazırlığı yaptığını, Türkiye’nin buna karşılık Şam ile işbirliği yapmamasının izahı bulunmadığını söyleyen Ünal’a göre, sorun Türk dış politikasının ideolojik takıntılarından kaynaklanıyor. Ünal, aynı ideolojik takıntı yüzünden Doğu Akdeniz’deki bütün komşu ülkelerle sorunlar yaşandığına dikkat çekti:

 

“Bütün bunlar ortada iken biz hala Esad rejimi dediğimiz Suriye hükümetiyle niye cebelleşiyoruz, bunun da bir izahı yok. Normalde bir Türk hükümetinin otomatikman Şam’daki hükümetle çoktan işbirliğine başlamış olması, eski Adana mutabakatı günlerine dönmüş olması ve bu terör örgütü de dahil her türlü terör örgütüne karşı Suriye topraklarında, Türkiye’ye ve hatta Suriye karşı faaliyetler içinde olan terör örgütlerine karşı birlikte hareket ediyor olması gerekir. Ama bu bir türlü olmuyor. Amerika’ya hoş görünmek için yapılan bir şey de değil. Amerika’nın Esad ile bir kavgası kalmadı. Sadece Amerika, PYD’ye Suriye toprakları içinden nasıl bir otonom devletçik çıkarabilir, onun hesabı peşinde. Yoksa Esad’ı deviremeyeceğini biliyor ve o manada kalıcı olduğunun farkında. Çünkü bu takıntıyı Mısır ve İsrail ile ilişkilerde de görüyoruz aynı sorunu. Tek başına Suriye’de yaşanan bir sorun değil. İsrail ile kavgamız ne zamana kadar devam edecek bilmiyorum. Filistin yönetimi Gazze açıklarında bulundan doğalgazın çıkartılması, yönetimi vs. ile ilgili olarak İsrail ile işbirliği yapıyor, toplantılara katılıyor, biz İsrail ile kavgalıyız. Öte yandan, aynı ideolojik dış politika tercihinin uzantılarını Mısır ile ilişkilerde de görüyoruz. Biz mesela Kıbrıs Rum yönetiminin verdiği ruhsatlar çerçevesinde araştırma yapılan petrol arama ve sondaj faaliyetleri yapılan bölgelere biz de girdik. Çok yakınlarında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin verdiği ruhsatla arama ve sondaj faaliyetine başladık. Fakat bölgedeki bütün ülkelerle kavgalıyız. Tamam askeri olarak güçlüyüz, donanmamız ve hava kuvvetlerimiz bir yandan Mavi Vatan tatbikatlarını yaptı. Hakikaten Rumları çok büyük bir şekilde korkutmuş durumda. Bunlar açık ama sadece silahlı kuvvetlerle bu işler bu şekilde yönetilemez. Mutlaka mantığın aklın devreye girmesi ve bu ideolojik takıntının ikinci plana bırakılarak komşu ülkelerin tümüyle ilişkilerin düzenlenmesi lazım. Bunu yaptığımız anda bütün bu bölgede bulunacak doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya nakledilmesi gibi çok daha optimal ve çok daha fizibilitesi yüksek bir seçenek devreye gireceği için aslında hepsini birden yanımıza almamız ve bunları da izole etmemiz mümkünken bunu da yapmıyoruz. Çünkü İsrail ile ideolojik takıntı içeren bir kavgalaşmanın içindeyiz, Mısır ile de aynı.”

‘TÜRKİYE SURİYE İŞİNİ BİTİRİP DOĞU AKDENİZ’LE İLGİLENMELİ’

Ünal, Türkiye’nin Suriye işinin bir an önce çözümünü sağlayıp dış politikada Doğu Akdeniz’deki gelişmelerle ilgilenmesi gerektiği görüşünde. Ankara’nın Venezüella konusunda doğru bir düzlemde ilerlediğini, aynı tavrı Suriye için de göstermesi gerektiğini belirten Ünal’a göre Türk dış politikasının gözden geçirilmesi gerekiyor:

 

“Bunlar aslında tehlikeli de bir yaklaşım kendi dış politika çıkarlarımız açısından. Venezüella’da doğru bir çizgideyiz. Ve diyoruz ki Amerika Birleşik Devletleri’ne, Venezüella’yı kimin yöneteceğine sen karar veremezsin, Venezüella halkı karar verecek. Ama Suriye’de kimin yönetmemesi gerektiği konusunda çok katı bir politikamız var. Yarın birileri de bize derse, bunlar yönetmemeli diye, nasıl savunacağız bilemiyorum. Hükümet aslında bu tür konularda kendi kendini kısa vade bile zora sokacak şeyler söylüyor ve yapıyor. Neden İdlib’de bu kadar ısrarlı bir şekilde Suriye’nin kendi etkili egemenliği altına almasında karşı çıkıyoruz, anlaşılır gibi değil. Mülteci krizinden korkuyoruz deniyor bazen, bence bir gerekçe olamaz. Bu teknik de bir konu. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne talimat verilse, Suriye ve Rusya ile birlikte hareket edin, sınırlarımıza gelen mülteciler gelmesin, koridorlar açın, yönlendirin dese. Türk Silahlı Kuvvetleri bunu fazlasıyla yapar. Ama burada bir sorun var. Israrla biz Suriye’nin etkili egemenliği altına girmemiş ne kadar çok toprak olursa, adeta o kadar iyi olur gibi bir mantıkla hareket ediyoruz. Nitekim Fırat’ın doğusuna yapılması muhtemel operasyon da bundan dolayı gecikti. Çünkü biz operasyonu kendimiz yapalım, bu toprakları da kendi kontrolümüz altına alalım ve bu iş böylece devam etsin der gibiyiz. Bundan amacımız nedir bilmiyorum. Herhalde Türkiye’deki Suriyeliler, oralardaki bizim kontrolümüz altında yaşayacak nüfus, halihazırda kontrolümüz altındaki topraklarda bulunanlar bir seçimde bunlarla Esad’ın seçilmemesini mi sağlamaya çalışıyoruz, ne için uğraşıyoruz, ben anlayabilmiş değilim. Amerika ile müzakere kapılarını açık tutmak için yaptığını sanmıyorum Türkiye’nin. Keşke bu olsa, çünkü orada bir rasyonalite aranabilir. Çünkü Amerika ile Suriye’de yapılacak her türlü işbirliği Suriye topraklarına zarar verici nitelikte olacağından onu eleştirebilirim. Ben bunun ideolojik takıntılı dış politikayla alakalı olduğunu düşünüyorum, onun için de tehlikeli buluyorum. Bir an önce Suriye işinin kapatılması lazım. Biz esas sorunumuz olan Doğu Akdeniz’e yönelmeliyiz. Orada Rumları izole etmemiz lazım, İsrail ile ilişkilerimizi sürdürebilir bir zemin üzerine çekmemiz lazım. Mesela İsrail eleştiriye yatkın bir ülkedir, İsrail’i eleştirebilirsiniz dostane birtakım telkinlerde bulunabilirsiniz, geçmiş Türk hükümetleri bunları güzel bir şekilde yapardı. Ama aynı zamanda İsrail ile ilişkileri de sürdürürdü, eleştirirsiniz ama düşman olmazsınız. Onu da kendinize düşman etmezsiniz, dış politika nüanslar üzerinden gider, siyah beyaz çizgisi üzerinden dış politika yapılamaz. Her devlet ile bir sorun bulursunuz, sen bunu böyle kabul etmiyorsan o zaman benim düşmanımsın, diplomatik ilişkilerimi keserim, büyükelçimi çağırırım vs. buralardan ne murat ediliyorsa, onlar elde edilemez. Şu anda böyle bir sıkıntı içindeyiz. Tüm dış politikanın gözden geçirilmeye ihtiyacı var. İstanbul seçimlerinden sonra dış politikanın gözden geçirileceğini düşünüyorum veya ümit ediyorum.”

‘ÖCALAN MESELESİ İSTANBUL SEÇİMLERİYLE ALAKALI BİR KONU, AÇILIM MASASINA BİR DAHA OTURULMAZ’

Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmesine ilişkin konunun İstanbul seçimleriyle bağlantılı olduğu görüşündeki Ünal, AK Parti yönetiminin açılım masasına bir daha oturmayacağını belirtti. Ünal’a göre Türkiye, İsrail ve Suriye yönetimleriyle arasındaki buzları eritmeli:

''Bu kadar büyük çelişkilerle dolu olacak bir dış politikanın yürütülmesi de çok zor olur diye düşünüyorum. Biz S-400’leri alalım, Rusya’yı yanımızda tutalım ama bu arada da PYD orada devletleşsin, bir otonomi elde etsin Suriye’nin içinde. Böylece Esad’ın bir miktar daha gücü kırılmış olsun diye düşünülüyorsa, o zaman da şunu sormak lazım: Niye Fırat Kalkanı’nı, Afrin operasyonlarını yaptık, niye Türkiye’nin içinde hendeklerden PKK’yı çıkartıp attık. O zaman bunların da bir anlamı yok diye sorgulanabilir. O yüzden ben o konuda hükümetin doğru yaptığını ve şunu yapmaya çalıştığını düşünüyorum. Öcalan’la ilgili konuların olsa olsa İstanbul belediye seçimleriyle alakalı olacağını, onun dışındaki bütün konularda ben hükümetin bir daha açılım masasına oturacağını sanmıyorum. Türkiye’de yükselen ‘milliyetçilik, vatanseverlik’ adını ne koyarsanız bu var, partiler buna yönelmiş durumda. Hükümetin orada gidip de böyle bir şeyin içine gireceğini sanmıyorum. Bu olsa olsa Esad ile barışmadan ve uzlaşmadan ne yapılabilir seçeneklerine yoğunlaşıldığı için. Amerika Birleşik Devletleri bütünüyle dış politikasını Türkiye ile ilgili bölümünü PYD kısmını Türkiye’nin ne olursa olsun Esad ile uzlaşmayacağı varsayımı üzerine kurmuş. Eğer Türkiye, Suriye hükümetiyle uzlaşırsa ve Suriye hükümetinin kendi topraklarında etkili egemenlik kurmasına yardımcı olan bir siyasete yönelirse, Amerika’nın bu varsayımını kırarsınız ve alandaki psikolojik üstünlüğü sağlarsınız. Bizim şimdi kontrolümüzdeki topraklar ne olacak, bu çok ciddi bir sorun. Biz oradan patates, zeytinyağı alıyoruz. Bunlar yarın her biri tek tek uluslararası mahkemelerde dava konusunda dönüşebilir, ‘Topraklarımızı işgal ettiniz ve buradaki ürünlerimizi yağma ettiniz’e dönüşebilir. Bunları görüyorlar ve eminim değerlendiriyorlardır. Dolayısıyla oralara artık Suriye’den yöneticiler istemek lazım bizim askeri kontrolümüz olsa bile. Bir ticaret yapılıyorsa, gümrükleme yapılması lazım. Suriye’nin gelip oradaki okulların kontrolünü alması lazım. Hastanelere doktor tayin etmesi lazım. Bir geçiş süreci öngörülmesi lazım. ‘Sen bu Özgür Suriye Ordusu mensuplarına af çıkar. Zaten buradaki halkı da yavaş yavaş entegre et. O arada İdlib konusunu beraber kotaralım. Suriye gelsin etkili bir şekilde buranın kontrolünü alsın. Sonra da bu Fırat’ın doğusunda ne yapılacağı konusunu birlikte düşünelim’ noktasına gelindiğinde, Fırat’ın doğusunda şu anda Amerika Birleşik Devletleri ile işbirliği yapan ve adını Suriye Kürtleri diye söylemeye çalışan grupların birçoğu gidip Suriye hükümetine biz senden hiçbir şey istemiyoruz, sen bizi koru diye gidecekler. Bunların içinden Türkiye, PKK’lı olanların, suç işlemiş olanların kimler olduğunu Suriye ile birlikte ele alabilir ayrıca. Ama Türkiye’nin bu konuda yapabileceği çok şey var. Bunları yaparken de aslında Amerika ile ideolojik bir kamplaşma ve kavgaya da gerek yok. Bir yandan İsrail ile uzlaşıp ilişkilerinizi normalleştirip, Amerika ile de ideolojik bir kamplaşmaya girmeyen bir dış politikayı sürdürürseniz birbirini dengeleyen birbiri üzerinden baskı oluşturan birçok avantajlar elde edebilirsiniz. Tek başına İsrail ile bu yürütülen ideolojik kavga Amerika’da bütün İsrail lobisinin aleyhimize dönmesine neden oluyor. O İsrail lobisi bu sefer PKK’cı oluyor. Biz biliyoruz ki eskiden bu İsrail lobisi hem Rum lobisini dengelerdi hem de PKK konusunda Türkiye’nin yanında yer alırlardı. Yani İsrail ile kavganın rasyonel bir tarafını göremiyorum. Türkiye, İsrail ile Ortadoğu’daki Büyük Kürdistan Projesinden dolayı kavga ediyor olsa bunu anlarım. ‘Burada Büyük Kürdistan olmaz, bunları teşvik etmeyin, burada 3-4 ülkenin toprak bütünlüğü ile oynuyorsunuz. Bunlardan biri de Türkiye, ben Türkiye olarak buna müsaade etmem’, bunu dedi de Türkiye ile İsrail ilişkileri bozuldu olsa bütün gönlümle destek veririm Türkiye’nin politikasına. Yani kendi ulusal çıkarlarımızı merkeze alan bir dış politika tanımlamasına gitmek lazım. Yani Filistin yönetimi, İsrail ile Gazze açıklarındaki doğalgazın aranması ve çıkarılmasıyla ilgili olarak görüşebiliyorken, bizim İsrail ile kavgamızın dış politikamıza fayda getiren bir tarafı yok, Mısır ile olan kavgamızınsa hiçi mi hiç yok”.

paylaş