Estonya’nın Rusya’dan toprak talebi

29 Kas 2019

Estonya parlamento başkanı Henn Põlluaas, geçtiğimiz günlerde, Rusya’dan toprak talebinde bulundu. 

Põlluaas bu talebi, Rusya ile yapılan 1920 anlaşmasına dayandırdı; buna göre, 1920 anlaşmasıyla tespit edilmiş olan sınırlar ihlal edilmiş, Estonya’nın toprak bütünlüğü bozulmuş ve yaklaşık 5 bin kilometrekarelik toprakları Rusya’da kalmıştı. Estonya’nın iddiası, iki ülke arasında 2014’te imzalanan sınır anlaşmasını da tanımamak anlamına geliyor.

Bu, ilginç bir olay; uluslararası hukukla ilişkileri bakımından bizi de ilgilendiriyor. Biraz daha yakından  bakalım.

1920’den bugüne, kısa bir Estonya tarihi

Estonya, bağımsızlık ilanını çok genç bir tarihte, ancak 1918’de yaptı. Estonya’nın bağımsızlığı, 2 Şubat 1920’de imzalanan Tartu anlaşmasıyla ilk defa tanındı. Henüz Sovyetler Birliği’nin kurulmadığı bu tarihte, Rusya Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti, Estonya’da her tür hakkından (çarlık zamanından kalma mülkiyet hakları dâhil) vazgeçti ve Estonya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilk tanıyan ülke oldu.

Anlaşma, Estonya’nın SSCB ile birleştiği 1940 yılına kadar geçerliliğini korudu. Bugün Estonya hükümetinin iddiasına göre (bu iddiayı hemen bütün liberal tarihçiler paylaşır), Estonya’nın SSCB’ye katılması, 23 Ağustos 1939 tarihli Molotov – Ribbentrop saldırmazlık paktının sonucu olarak görülür. 

Bunda kısmen bir doğruluk payı var: paktın gizli protokolü, Polonya’nın parçalanmasını ve Baltık ülkelerinin Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesini öngörüyordu.

Sovyetler Birliği’nin Estonya hükümetine diplomatik, siyasi ve askeri baskıda  bulunduğu da doğrudur. Ancak genellikle gözden kaçırılan “küçük” bir ayrıntı var: Bu sırada Estonya’da, diğer Baltık ülkelerindekinden daha güçlü, Ekim devriminden çok önce kökleşmiş bir Bolşevik hareket bulunuyordu ve bu hareket yasal alanda da etkindi. 

Üstelik Sovyetler Birliği, paktın gizli protokolüne rağmen, işgal veya ilhak niyetinde de değildi; bu ülkeleri yörüngesine alarak batı sınırının güvenliğini sağlamak istiyordu. Stalin, Komünist Enternasyonal yöneticisi Dimitrov ile 25 Ekim 1939’daki görüşmesinde şöyle demişti: “Şimdilik sovyetleştirmeye girişmeden bunların [Baltık ülkelerinin – bn.] iç rejimlerini ve egemenliklerini dikkatli biçimde gözlemlemek gerek. [Ancak] … onların bunu kendilerinin yapacağı zaman da gelecektir.”

“Kendileri yapmaları” için Sovyetler Birliği şüphesiz her tür desteği sundu; ancak bunun bir devrim ihracı olmamasına kesinkes özen göstererek. Ertesi yıl 22 Haziran’da Sovyet baskısıyla yapılan seçim sonucu yeni oluşan parlamento, SSCB’ye katılma kararı aldı; SSCB Yüksek Sovyeti de 6 Ağustos’ta bu kararı kabul etti.

Estonya’nın SSCB içindeki sınırları, 1920 anlaşmasıyla tesis edilmiş olan sınırlardı; ne var ki Estonya’nın Kızıl Ordu tarafından kurtarılması sürecinde SSCB Yüksek Sovyet Prezidyumu, iki ayrı kararla, bugün Estonya tarafından tartışma konusu edilen sınır düzenlemelerini yaptı. 

Buna göre, ilkin ağustos ayında (yani tamamen kurtarılmasından yaklaşık bir ay önce) ülkenin güneydoğusunda birkaç yerleşim merkezi Pskov’a (Rusya SSFC), Kasım ayında da kuzeydoğusunda birkaç yerleşim yeri Leningrad oblastına (Rusya SSFC) bağlandı. Bu kararlarda, söz konusu yerleşim yerlerinde neredeyse bütünüyle Rus etnisitesinin yaşıyor olmasından başka, Sovyetler Birliği’nin güvenliği ve Baltık işbirlikçiliğinin temizlenmesi kaygılarının da rol oynadığını biliyoruz.

Estonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde, 1988 nisan ayında, şüphesiz Gorbaçov yönetiminin arzusu ve yönlendirmesiyle, Sovyetler Birliği’nin sonunu getirecek olan perestroykayı (yeniden inşa: marksist lafızlar ardında gizlenen kapitalist restorasyonun adı böyleydi) desteklemek üzere Halk Cephesi kuruldu. Estonya SSC Yüksek Sovyeti, 16 Kasım’da Estonya’nın egemenliğini (yerel kanunların, birlik kanunlarının üzerinde olduğunu) kabul etti. 23 Mart 1990’da Estonya Komünist Partisi, seksiyonu olduğu Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nden ayrıldı. 

30 Mart’ta Estonya Yüksek Sovyeti, ülkenin 17 Haziran 1940’da Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesinin, daha önceki Estonya Cumhuriyeti’nin hukuki varlığını sona erdirmediği, dolayısıyla Estonya SSC’nin varlığının yasadışı olduğu kararı alarak birlik öncesi Estonya Cumhuriyeti’nin yeniden tesis edildiğini duyurdu.

Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetlerin ayrılık hakları anayasa tarafından güvence altına alınmıştı, dolayısıyla birliği oluşturan ülkelerin (Estonya’nın da) ayrılık ilanında bir hukuksuzluk yoktu; yalnız gene de, Estonya SSC’nin anayasal yasama organı durumundaki Yüksek Sovyetin, eski devleti yeniden tesis edebilmesi, en azından tuhaf görünüyor; zira işin normali şöyle olmalıydı: Estonya SSC ayrılır, yeni bir kurucu meclis tesis ve yeni anayasal düzen bu kurucu meclis tarafından tespit edilir. Ne var ki o günlerde bu tuhaflığı tartışacak kimse yoktu.

12 Ocak 1991’de, o sırada Rusya SSFC Yüksek Sovyeti başkanı olan Boris Yeltsin’in Talin ziyaretinde “Rusya SSFC ve Estonya Cumhuriyeti arasında devletler arası ilişkinin temelleri hakkında anlaşma” imzalanarak, iki taraf da birbirlerini mevcut sınırları içerisinde egemen devletler olarak tanıdılar. Aynı yıl 20 Ağustos’ta (yani Moskova’daki darbe günlerinde) Estonya Yüksek Sovyetinden, Estonya’nın bağımsızlığı kararı geçti; 6 Eylül’de ise SSCB Devlet Konseyi, Estonya’nın bağımsızlığını tanıdı.

SSCB Devlet Konseyi de anayasal bir organ değildi, yani hukuken böyle bir karar alamazdı; ama o günlerde kimse bunu da düşünmüyordu.

Neticede Estonya, 1944’te yapılan sınır düzenlemeleriyle sahip olduğu topraklar üzerinde bağımsız bir devlet olarak kuruldu. Estonya milliyetçiliğinin dönemsel tırmanışlarıyla birlikte bu sınır tartışmaları gündeme getirildi (örneğin AB’ye üyelik sürecinde); ancak ilk defa böyle üst seviyeden bir açıklamayla, Rusya Federasyonu’ndan toprak talebinde bulunuluyor.

“Tarihi haklar” denilen şey

Ne var ki “tarihi haklar” diye başlayan konuşmalar ve toprak talepleri tehlikeli şeylerdir. Bir defa bu talepte bulunursanız, koyduğunuz sınır, hem tarihi hem coğrafi olarak her defasında daha ileriye veya geriye çekilebilir. 

Bir ülke, başka bir ülkeden toprak talebini, her zaman, kimi tarihi hak iddiaları ve kimi eski anlaşmaların ortaya çıkarılmasıyla gündeme getirir. Tarihe dayanan hak iddialarının sınırı yoktur: kimileri beş bin, kimileri beş yüz, kimileri elli sene öncesine dayandırabilir. 

Eski anlaşmalar ise, adı üzerinde, eski anlaşmalardır; bir anlaşma, uluslararası hukuk tarafından meşru kabul edilen devamcı devlet tarafından yapılan daha sonraki anlaşmalarla tadil ve tashih edilmiş olabilir. Yeniyi kabul etmeyerek eskiyi ortaya sermek, karşı tarafa ve diğer herkese de aynını yapmak hakkını verir.

Henüz yayınlanmayan, 1945’te Sovyetler Birliği’nin Boğazlarda üs ve birlik cumhuriyetlerinden Gürcistan ve Ermenistan’ın Türkiye’den toprak taleplerini incelediğim bir çalışmada, o dönemin meşhur “Gürcü akademisyenlerin mektubu” hakkında şöyle yazmıştım:

 

Tarihteki haksızlıkları düzeltmeye ne zamandan başlayacağız? Milattan önce üç bininci yıldan mı? Yoksa Gürcistan yöneticileri gibi yüce gönüllülük yapıp milattan sonra 1500’lerden başlatmayı kabul mü edeceğiz?

Gerçekten bir haksızlık olup olmadığı bir tarafa, tarihteki bütün haksızlıkların düzeltilmesi talebi, komünistlerin talebi değildir. Bu, altında başka niyetler yatmıyor, başka nedenlerle koşullanmıyorsa düpedüz budalalıktır. Bu talep, mesela kuzey ve güney Amerika topraklarının yerlilere geri verilmesi, Türklerin Moğolistan’a geri göçmeleri, Arapların Arap yarımadasına ve Rusların kuzey Volga vadisine çekilmesi vb. anlamına gelir.

Kararlı bir antikomünist olan Sarper’in virgülüne kadar doğru olan şu sözleri, böyle bir kepazelik karşısında gerçekten de Marksist bir tını taşımıyor mu:

“Tarihteki her türden adaletsizliğin telafisini aramanın ne sınırı vardır, ne de bunun faydası.”

 

Sarper bu sözleri 18 Haziran 1945’te Molotov’a söylemişti. Uluslararası hukuk, bu hukukta temel önem taşıyan toprak bütünlüğü, dokunulmazlık gibi kavramlar, tam da burada anlam kazanır. Mevcut sınırlar dokunulmazdır. Toprak bütünlüğü temel bir ilkedir. Bu bütünlük, ancak ilgili tarafların meşru devlet olmalarından kaynaklanan temel haklarını lehte veya aleyhte kullanmak istemeleri üzerine anlaşma yoluyla bozulabilir. 

Sovyetler Birliği’nde ayrılma hakları olan cumhuriyetlerin ayrılmalarında, veya Sovyetler Birliği’nin kuruluşu yahut genişlemesi esnasında birleşmelerinde, veya İskandinavya’da barışçıl sınır düzenlemelerinde yahut Çekoslovakya’da olduğu gibi. Bir ülkenin başka bir ülkeden toprak talebi, bunun dışındaki her tür durumda, düpedüz hukuksuzdur. Bir ülkenin kendi toprak bütünlüğü içinde parçalara ayrılması ise, eğer ulusal hakları tanıyan bir devrim gerçekleşmemişse, çoğu zaman ancak silahla olur.

Rusya da Estonya’nın tamamını ister mi? Yalta düzeni

Estonya’nın durumu da böyle. Estonya’nın Rusya’dan, 1940’dan itibaren geçersizleşmiş bulunan 1920 anlaşmasına dayanarak toprak talebi, Rusya’ya da daha önceki anlaşmaları hatırlatma hakkını verir. 

Baltık ülkeleri, Büyük Pyotr zamanında İsveç krallığından, bütün toprakları, taşınmazları ve hatta hayvan sürüleriyle birlikte parayla satın alınmıştı. O zamanın parasıyla Rusya imparatorluğu 2 milyon altın ruble ödemişti; bugünün parasıyla yaklaşık 350 milyar dolar yapar. Hukuksuz bir toprak talebi, geriye doğru aynı ölçüde hukuksuz tazminat veya toprak taleplerini doğurur.

Başka bir deyişle, Estonya hükümeti’nin 5 bin kilometrekare civarında bir toprak parçasını hukuksuz ve temelsiz şekilde istemesi, Rusya’nın da Estonya’nın tamamını istemesi sonucunu pekâlâ doğurabilir.

Faraza, elbette. Yoksa Rusya, Yalta düzeninin devamcısı bir ülke; bu tür toprak taleplerinde uluslararası hukuku kesin bir şekilde gözetecektir.

paylaş