- Cumhuriyet
AKP- AB ilişkilerini ele aldığım yazılarımda hep şu temel teze işaret ettim: AKP- AB ortaklığı, çıkar ortaklığıydı. AB, Türkiye’yi “kapıya bağlamak” için AKP’yi kullandı, AKP de uyum yasalarıyla Türk ordusunu “hizaya sokmak” ve kurumları dönüştürerek iktidarını sağlamlaştırabilmek için AB’yi kullandı.
Peki, AB’nin Türkiye’yi “kapıya bağlaması” ne demekti? Şu demekti: 28 Şubat süreci, Atlantik kampının sorgulanmaya başlandığı ve Türkiye’nin Rusya ve İran’la işbirliği yapmasının yararlarının devletin gündemine geldiği bir süreçti.
ABD - AB Atlantik kampının, Türkiye’nin Avrasya’ya yönelmesini engelleyecek formülü ise şu oldu: Türkiye 1999’da AB aday üyesi yapıldı. Böylece Türkiye AB kapısına bağlanmış oldu; ne kapıdan içeri girebilecekti ne de kapıdan ayrılabilecekti…
AB zirvesinde NATO etkisi
Bu girişi, AB yaptırımlarının anlamını daha iyi analiz edebilmek için yaptım.
Önce 10 -11 Aralık 2020’deki AB liderler zirvesinden ne çıktığına bakalım:
1- AB liderleri, AB Konseyi’nden, 2019 yaptırımlarına ek liste hazırlamasını istedi.
2- AB liderleri, AB Komisyonu ile AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilciliği’nden Türkiye-AB ilişkilerine dair raporlar hazırlamasını istedi.
3- AB liderleri, yaptırımların uygulanmasını Mart 2021’de yeniden değerlendirme kararı aldı.
4- AB liderleri, AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’i “Doğu Akdeniz Konferansı” hazırlamakla görevlendirdi.
Konunun üç ay ötelenmesinde NATO faktörünün belirleyici olduğu anlaşılıyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in zirveden önce AB liderlerine yaptığı şu tavsiye, yaptırım konusunda Fransa gibi düşünmeyen Almanya’nın elini güçlendirdi: “Türkiye’nin NATO ve Batı ailesinin parçası olduğu gerçeğini fark etmemiz lazım.”
NATO sorumluluğunda ABD’ye havale
Bu tablo şu iki sonuca işaret ediyor:
1. AB liderleri, Türkiye’yle sorunları NATO’nun sorumluluğunda ABD’ye havale etti. Joe Biden’in (ya da öncesinde Donald Trump’ın) Türkiye’ye CAATSA yaptırımlarını nasıl uygulayacağını görmek istedi.
2. AB liderleri, yaptırımları kâğıt üzerinde tutarak, ABD’nin tam pozisyon alacağı zamana kadar hem Türkiye’yi hem de Yunanistan’ı idare etmeye çalıştı.
Bu iki sonuç da şu anlama geliyor: 1999’da başlayan “Türkiye’yi AB kapısında tutma” süreci, 2020 yılında “Türkiye’yi AB kapısından çok fazla uzaklaştırmamak” şeklinde yürütülmeye çalışılıyor.
Erdoğan sonuçtan memnun
AKP hükümeti ise esas olarak tablodan memnun. Nitekim Erdoğan Fransa ve Yunanistan’ı kastederek “AB zirvesi, birkaç ülkenin beklentilerine cevap vermedi” dedi.
Erdoğan’ın hem AB’ye hem de ABD’ye son zamanlarda verdiği “olumlu mesajlar” daha çok zaman kazanma amaçlı görünüyor. Ancak “Biden’la çay içmişliğimiz var. Hastayken evime geldi. Tanışırız” sözlerine bakılırsa, Erdoğan’ın, sorunları Trump’tan sonra Biden’la da “Türkiye’nin değeri” üzerinden belli bir dengede götürebileceğini düşündüğü anlaşılıyor.
Tetiği ABD’ye verenin sarayı yıkılır
ABD Kongresi ise hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat kanatlar olarak, ağırlıkla Türkiye’ye yaptırımların bizzat Trump tarafından uygulanması için baskı yapıyor: İçinde Türkiye’ye yaptırım da olan Pentagon bütçesi Kongre’nin hem Temsilciler Meclisi hem de Senato ayaklarından geçti ve top Trump’ın kucağında.
Kongre’nin Biden ve Trump’a “iyi polis - kötü polis” oynatmak istediği anlaşılıyor. Yaptırımları Trump uygulayınca, Biden işbaşına geldiğinde “geleneksel müttefiklerle ilişkileri restore etme” hedefi kapsamında Erdoğan’la yeni bir sayfa açabilme zemini bulmuş olacak!
Washington’da Erdoğan’ın ABD, AB ve NATO’ya olumlu mesajları ve yerinin Batı ailesi içinde olduğuna dair ifadeleri, bu beklentiyi artırıyor.
AKP’ye çok yakın Yeni Şafak’ta “ABD ile S-400 krizini aşmak için Ankara’da yeni bir formülün konuşulduğunun ve bunun S-400’ün kumanda merkezinde ABD ve Türkiye’nin birlikte bulunması olduğunun” yazılabilmesi, genetik kodlarında Amerikancılık olanların her türlü mandacılığa razı olabileceğine işaret ediyor!
Ancak belirtelim, bağımsızlık Türk milletinin karakteridir: Tetiği ABD’ye verenlerin sarayı yıkılır.