- Cumhuriyet
Ekmek ve gıda, tıpkı hava gibi, su gibi hayatın vazgeçilmezleri... 1.5 yılı aşkın zamandır yaşadığımız salgın ortamı, sağlıklı ve yeterli gıdanın önemini herkese gösterdi, gösteriyor. Şimdiye kadar bu konuları yeterince önemsemeyenlere de hayatın içinde gerçeği öğretiyor, kavratıyor. Hem de acı biçimde! Son dönemde yaşanan “fahiş fiyat” tartışmalarının altında da bu gerçekler yatıyor.
Peki, tüm bu yaşananlardan ders alması gereken yetkililer, acaba yeterince ders çıkarıyorlar mı derseniz; maalesef bu soruya gönül rahatlığıyla olumlu yanıt veremiyoruz. Çünkü tarıma, çiftçi kesimine verilmesi gereken destek verilmiyor. Gösterilmesi gereken ilgi ve duyarlılık hâlâ gösterilmiyor!
Biz işte bu yazı dizimizde, kırsal kesimden, üreticilerden yükselen tepkilere ses vermeye, onların çığlığını yansıtarak ve yankılayarak büyütmeye çalışacağız. Bir türlü görmek ve duymak istemeyenlere, elimizden geldiğince göstermek ve duyurmak isteyeceğiz.
Ey ilgililer ve yetkililer; tarımda ve tarımsal üretimde alarm zilleri çalıyor! Hâlâ işitmiyor musunuz? İzlenen yetersiz ve hatalı tarım politikaları bir yandan; iklim değişikliği, kuraklık, betonlaştırma diğer yandan; yurttaşımızı açlıkla, gıda kriziyle karşı karşıya getiriyor. Çalışmamızın, bu konularda, kamuoyu için yeni bir uyarı olmasını ve ilgililere, yetkililere uyarı görevi yapmasını diliyoruz...
ALIN TERİ PARA ETMİYOR
Öyle görünüyor ki aşıda yaşanan kavgalardan sonra, yakın bir gelecekte, gıda alanında da benzeri savaşlar, çatışmalar, çekişmeler yaşanacak. Çünkü dünyanın geri kalmış bölgelerinde, yoksul ülkelerinde, açlık tehlikesi ve yetersiz / sağlıksız gıda problemi giderek büyüyor. Bu sorun giderek daha geniş kesimleri etkiliyor. İnsanlar, yeterli ve sağlıklı gıdaya erişmekte zorluk çekiyorlar.
Tabii bu durum, ülkelerin gıda üretimini ve tarımsal faaliyetlerini daha da önemli ve anlamlı hale getiriyor. Ülkelerin ve halkların, kendi topraklarına sahip çıkması, tarımsal faaliyetlerle uğraşan çiftçisini desteklemesi ve özendirmesi gerekiyor. Aslında bu konularda; evrensel, ulusal ve yöresel ölçeklerde kolektif bilincin oluşturulmasına ve toplumsal duyarlılığın yükseltilmesine ihtiyaç var.
Bir zamanlar kendi kendine yetebilen sayılı ülkelerden biri iken şimdilerde tarımda “ithalatçı ülke” olarak anılıyoruz. Bu olumsuz durum, uzun erimde açlık ve yeterli gıdaya ulaşamama tehlikesi yaratırken kısa erimde de Türkiye’nin ekonomik durumunu zorluyor. Ülkemizin temel zenginliği olması gereken verimli topraklarımızı ve tarım altyapımızı yeterince değerlendiremiyoruz. Tarımsal kaynaklarımızdan verimli biçimde yararlanamıyoruz.
Elbette bu olumsuzlukların birçok nedeni var. Ama herhalde en başta geleni, bu konuların yeterince önemsenmemesi ve bu sorunlara çözüm bulması gereken çevrelerin ilgisizliği olarak görülüyor. Tarımda hatalı politikalar uygulayan ya da yeterli politikalar oluşturamayan, çözümler üretemeyen siyasal iktidarın / çevrelerin sorumluluğu, başat mesele olarak öne çıkıyor.
‘ZORUNLU KENTLİLİK’
Tarımdaki hatalı politikaları, eksiklikleri ve yetersizlikleri, yazı dizimiz kapsamında elimizden geldiğince irdelemeye çalışacağız. Tabii çözüm önerilerimizi de paylaşarak! Bu bağlamda, AKP iktidarı döneminde yapılan önemli bir yanlışa dikkat çekmek istiyoruz. O da siyasal çevrelerde sert tartışmalar yaratan bir düzenlemeyle; asırlık geçmişe sahip köylerin ve beldelerin bir anda mahalle yapılmasıdır.
12 Kasım 2012’de Büyükşehir Yasası değiştirilerek 30 ilde 16 bin 220 köy mahalleye dönüştürülmüştü. Böylece, Türkiye’deki 34 bin 434 olan köy sayısı neredeyse yarı yarıya azalarak 18 bin 214 köye düşmüştü. Yine bu değişiklikle, 1053 belde bir anda mahalleye dönüştürüldü.
İŞ İŞTEN GEÇTİKTEN SONRA
Bu arada yaşanan süreçte kırsal kesimde önemli bir yıkım yaşandı. Köylerin meraları büyük ölçüde korunamadı. Mahalleye dönüşen köylerin ve beldelerin ortak kullanılan tüm malları, meraları, taşınmazları ellerinden alındı. Bazı yerlerde tarım alanları imar değişiklikleri ve benzeri uygulamalarla amaç dışı kullanıma açıldı. Oralarda yaşayanlar önemli mağduriyetlere uğradı. Yanlış ve hatalı uygulamanın ortaya çıkardığı fatura çok ağır oldu.
Üstelik bu ağır faturadan olumsuz etkilenenler, yalnızca oralarda yaşayanlarla da sınırlı değildi. Bu değişiklik, ülkenin tarımsal gıda üretimine de büyük zarar verdi. Şimdilerde kısmen “kırsal mahalle” uygulamasına geçilmeye çalışılması, aslında bu yanlışlığın ülkeyi yönetenler tarafından “utangaçça” da olsa kabulü anlamına geliyor. Ama iş işten geçtikten sonra!
EKİM ALANLARI GİDEREK DARALIYOR
TÜİK verilerine göre, 2002 yılında 26.6 milyon hektar olan ekim alanları 2020’de 23.1 milyon hektara gerileyerek 3.5 milyon hektar azalmış. Bu rakamlara koşut gelişme, tarımın istihdama olan payında da görülüyor. Tarım sektörünün 2010 yılında yüzde 23.3 olan istihdamdaki payı, Mart 2021’de yüzde 17.3’e düşmüş durumda.
İŞSİZLER VE GÜVENCESİZLER
Kırsal kesimdeki çözülme üreticileri, çiftçileri, topraktan ve üretimden koparıyor. Bu durum hem tarımda gerilemeyi getirirken hem de pek çok üretici ailesinin toprağından, köyünden, kasabasından koparak, büyük kentlere göç etmesine yol açıyor. Onları, büyük kentlerin çeperlerinde de yepyeni ve daha ağır sorunlar, zorluklar bekliyor.
Böylece tarımsal üretimden kopan üreticiler, bulundukları yerlerde kalsalar da büyük kentlerin çeperlerine göç etseler de zamanla birer “prekarya” haline geliyorlar. Çoğunlukla işsizler ve güvencesizler ordusuna eklemleniyorlar. Tarımsal üretimden kopanların büyük çoğunluğu için giderek daha da daralan bu çemberi kırabilmek maalesef mümkün olmuyor. Hele kırsaldan gelen kadınların, içinde bulundukları zor koşullarda, ekonomik ve sosyal hayata katılmaları, kendilerine yeni alan açmaları oldukça zor görünüyor.
ÇİFTÇİLER MÜLKSÜZLEŞİYOR!
Girdi maliyetlerindeki artışların üretici tarafından karşılanabilmesi için, öncelikle yetiştirdiği ürünün para etmesi gerekiyor. Oysa son dönemlerde, üretici, ürünü para etmediği için, emeğinin, alın terinin karşılığını alamıyor. Bırakın para kazanmayı, tarımsal girdi maliyetlerindeki artışları bile karşılayamaz hale geliyor. Bu durum, çiftçinin zorunlu olarak topraktan ve üretimden koptuğunu, artık üretemez hale geldiğini gösteriyor.
Alın terini, emeğini değerlendiremeyen üreticinin tarımdan kaçışı artarak sürüyor. Ürünü para etmediği ve yeterli desteği alamadığı için yoksullaşan çiftçiler, küçük üreticiler, giderek tarımdan kopuyorlar. Bir anlamda mülksüzleşiyorlar. Dolayısıyla tarlalar ekilip biçilmiyor. Tarımsal alanlar giderek kayboluyor.
Tarımdaki bir diğer temel konu, küçük işletmelerin ve üreticilerin zamanla ellerindeki olanakları kaybederek tasfiye olmaları ve meydanı büyük ölçekli işletmelere, uluslararası gruplara terk etmek zorunda kalmalarıdır. Bu durum, özellikle “sözleşmeli tarım” uygulamaları ile kendini göstermektedir. Çiftçinin, küçük üreticinin yazgısı, çoğunlukla bu piyasa oluşturucuların insafına kalmaktadır.
Üreticinin en temel sorunlarından biri, belki de birincisi, tarımsal girdi maliyetlerindeki yüksekliktir. Hele döviz kurlarının tırmanışa geçtiği ve ekonomideki finansal sorunların arttığı bugünlerde, mazot, gübre ve zirai ilaçtaki artışları üreticinin karşılayabilmesi çok zordur. Dolayısıyla, çiftçi, tarlasına gübre atmakta ve bitkisel ürününü ilaçlamakta zorlanmaktadır. Tarım teknolojileri şirketi Doktar’ın her yıl yayımladığı “Çiftçinin Nabzı Araştırması”nın güncel sonuçlarına göre, çiftçilerin yüzde 73’ü için en önemli sorun girdi maliyetlerinin yüksekliğidir.