- Karar
Kendilerine özgü tarihsel etmenler sebebiyle NATO üyeliğine hep mesafeli yaklaşmış iki Baltık ülkesi olan Finlandiya ve İsveç’in savunma öncelikleri ve aidiyetleri, 24 Şubat gününden itibaren konjonktüre göre güncellenmiş bir tercihe doğru ilerliyor. Sovyetler Birliği ile 20’nci yüzyıl ortalarında kanlı savaşlar yaşamış olan Finlandiya, savaş sonrası düzende yanı başındaki komşusu karşısında tarafsız kalma tercihinde bulunmuştu. 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı gayrimeşru bir şekilde işgal ve ilhak etmesi ise Baltıklar’da yeni güvenlik ve savunma mimarisinde fay hatlarının hareketlenmeye başladığı konusunda bir algı doğurdu. Zira Finlandiya ve İsveç, İttifak’ın dışında kalan yegâne Nordik ülkeleri olup, 1994 yılından beri NATO’nun Barış için Ortaklık Programı’nda yer alıyorlar. Örneğin NATO öncülüğünde Afganistan’da gerçekleşen ISAF operasyonda yer aldılar. Geçtiğimiz haftalarda Estonya semalarında gerçekleşen NATO’nun çokuluslu Ramstein Alloy tatbikatına savaş uçaklarıyla katıldılar. Ancak bir savaş durumunda NATO, Finlandiya veya İsveç’in yanında değil, askeri olarak Estonya’nın yanında yer alacak, çünkü güvenlik garantileri partner ülkeler değil sadece üye ülkeler için geçerli. Bu güvenlik de sırf AB’nin muharebe gruplarına (battle groups) aktif katılımla sağlanacak bir şey değil. Tüm ortak tatbikatlarda yer almalarına ve istihbarat paylaşımında bulunmalarına rağmen NATO’nun güvenlik şemsiyesi dışında kaldıkları her an ise Rus tehdidi dolu yağmurlarla ıslanabilirler.
FİNLANDİYA’DA NATO ÜYELİĞİNE DESTEK
Kırım’ın ilhakının ardından Finlandiya’da halkın NATO üyeliğine olumlu bakış eğilimi güçlenmeye başladı ve Rusya’nın uluslararası hukukun açık bir ihlali niteliğindeki Ukrayna işgaline dek yüzde 30’lara varan bir destek doğdu. Şimdilerde, Rusya ile 1.340 kilometrelik sınırı paylaşan Finlandiya’da, 200 yılı aşkın tarafsızlıktan sonra gerçekleşen gayri resmi anketlere göre NATO üyeliğine destek yüzde 60’ların üzerine çıkmış durumda. Hatta Finlandiya’nın özel yayın kuruluşlarından MTV’nin son anketinde lehte oyun yüze 68’e ulaştığı görülüyor. 1939 yılında Sovyetler Birliği tarafından üç aylığına işgal edilen Finlandiya’nın ordusunun direnişiyle, günümüzde Ukrayna ordusunun tavrı arasında uluslararası kamuoyu tarafından benzerlikler kuruluyor. Öte yandan, Soğuk Savaş boyunca zorunlu bir tarafsızlık politikası güden Finlandiya, uzun yıllar Moskova’nın sıkı gözetimi altında iken Avrupa Birliği’ne katılımı bile ancak 1995 yılında oldu.
Mayıs ayı içerisinde veya en geç Haziran’da Finlandiya’nın NATO üyeliğine başvurması ve hızlı bir şekilde olumlu yanıt alması bekleniyor. Normalde yıllar süren başvuru inceleme sürecinin görece çok kısa bir sürede tamamlanması bekleniyor. Hatta tabir-i caizse NATO onlara kucak açacak, kırmızı halıyla karşılayacak. Hele ki konjonktürel olarak böylesine kritik bir dönemeçte diplomatik olarak böylesine “cesur” bir karar alınması, bu iki ülkenin ağırlığını oldukça artıracak. NATO’nun 29-30 Haziran arasında gerçekleşecek olan Madrid Zirvesi öncesi böyle bir başvuru olması, normallerin üzerinde sıcak geçecek, hatta belki de meteoroloji tarihinde ilk kez İskandinavya kaynaklı bir “sıcak hava dalgası”na maruz kalacağımızın bir yaz döneminin beklediğine işaret. Bu NATO zirvesinde, yaklaşık 10 yılda bir güncellenen yeni stratejik konsept de kamuoyuna duyurulacak. Dolayısıyla bu yeni konsepte iki yeni üye ile birlikte girmek, NATO’nun da elini güçlendirecek.
İSVEÇ’TE DURUM
1814’ten beri hiçbir savaşa dahil olmamış olan İsveç’te durum biraz karışık. İktidardaki Sosyal Demokrat Parti uzun süredir NATO üyeliği konusunda çekimser kalmışsa da, Stockholm’de de NATO yanlısı bir kamuoyu rüzgarının estiği tüm siyasetçilerin dikkatini çekmiş durumda. İsveç’te Ukrayna işgali öncesinde halkın NATO üyeliğine desteği yüzde 30’ların üzerindeydi. 9 Eylül’de parlamento seçimlerine hazırlanan İsveç’te aşırı sağcı Finns Party gibi birçok NATO-karşıtı siyasi parti bugünlerde NATO’ya dair tavırlarını gözden geçiriyorlar. İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyeliği konusundaki tutumları ise, iki ülkeden birinin alacağı katılım yönündeki kararın, diğeri tarafından takip edileceği yönünde oldu. Dolayısıyla İsveç’te NATO üyeliği tarihsel olarak anaakım siyasetin rüzgarına göre şekillense de Finlandiya’nın tercihleriyle büyük bir tezatlık oluşturmuyor. Çünkü İsveç tarafsızlık ile bağlantısızlık arasında ince bir çizgide ilerlerken, bir yandan da örneğin 1939-1940 yıllarındaki Kış Savaşı’nda (Fin-Rus Savaşı) Finlandiya’ya silah göndermiş bir ülke. Soğuk Savaş’ın ardından kendi kendine yeten bir askeri yapıya geri dönmek üzere savunma harcamalarında bir süreliğine kesintiye gitmiş. Tarafsızlık da, iki ülkenin 1995 yılında AB’ye katılımıyla birlikte askeri bağlantısızlığa evrilmiş durumda.
2014 yılında Stockholm’ün güneyindeki takımadaların arasında Rus denizaltısının olası faaliyetleri hakkındaki tartışmalar ve akabinde İsveç askeri güçlerinin arama faaliyetleri, ülkede Soğuk Savaş’tan bu yana başlatılan en büyük askeri seferberlik olarak nitelendirilmişti. Zira söz konusu denizaltının varlığı, 1980’li yıllarda İsveç dolaylarında görülen Sovyet denizaltılarının yarattığı güvenlik tehdidini kolektif belleklerde yeniden canlandırmış ve yakın zamanda yaşanan bu gelişme, ülkeyi NATO üyesi olmasa da İttifak’la bağlarını güçlendirmeye yöneltmişti.
NORDİK KARDEŞLER
“Jeopolitika kardeşleri” olarak da tanımlanan iki Baltık ülkesinin NATO tam üyelik katılım başvurusunu koordineli halde yapmak istemesi, bu sürecin bir belirleyeni… Ayrıca son dönemde iki ülkenin Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı internet sitelerine yönelik yaşadıkları siber saldırılar da tehditlerin çeşitliliğini artırmış durumda. İşgal bugün sona erse bile, Finlandiya ve İsveç’in Rusya’ya yönelik güven düzeylerinde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı ve benzer bir saldırı karşısında yapılan güvenlik muhasebelerinde NATO’nun kolektif savunma ilkesine ihtiyaç duyacakları kesin. İsveç ve Finlandiya, kendi içlerindeki parlamento oylamaları ve tartışmaları sürecini aştıktan sonra üye olduklarında hem NATO’nun komuta yapısına entegre olacaklar hem kolektif savunma sorumluluğunu yüklenecekler hem de artık 32 üyeli olacak olan İttifak’a diplomatik, askeri ve finansal kaynak aktarımında bulunacaklar. Ayrıca, nükleer güvenceye sahip iki yeni NATO üyesinden söz edilebilecek. Öte yandan Finlandiya’nın muazzam düzeydeki topçu gücü ve İsveç’in stratejik önemdeki Gotland Adası’na erişimin İttifak kapsamına girmesi de stratejik bir kazanım olacak. NATO’nun 5’inci maddesiyle sağlanan caydırıcılık ve ortak savunma hükümleri karşısında bu iki ülkenin katılımıyla birlikte askeri güç kullanımının eşik değeri yükselmiş olacak.
SAVUNMA HARCAMALARINDA ARTIŞ
Özellikle İsveç’in son dönemde savunma harcamalarını kayda değer oranda artırması bu açıdan dikkat edilmesi gereken bir parametre. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) 26 Nisan 2021 verilerine göre, bir önceki sene İsveç’in toplam küresel askeri harcamaları 1981 milyar dolara yükseldi. Bu da 2019 rakamlarına göre yüzde 2,6’lık bir artışa karşılık geliyor ve İsveç’te artan jeopolitik tehdit algısının sonucu olarak yorumlanıyor. Benzer şekilde, Finlandiya, geçtiğimiz yılın sonunda 64 Amerikan F-35 savaş uçağı sipariş ettikten sonra, 2026 yılına kadar askeri bütçesinde yüzde 40’lık bir artış kararı aldı. Tüm bunlar, NATO’nun gerek doğu kanadında gerekse bir bütün olarak caydırıcılığını kaçınılmaz şekilde artıracak. Dolayısıyla Finlandiya ve İsveç’in birlikte üye olması hem stratejik belirsizliği azaltmada hem de içlerinden birinin Ukrayna’da olduğu gibi kendisini izole bir pozisyonda bulmamasını sağlamada kilit önemde.
YENİ CEPHE HATTI ŞEKİLLENİYOR
Böylelikle, NATO ile Rusya arasında yeni cephe hattı, bugüne değin askeri bağlantısızlığı seçmiş olan bu iki Baltık ülkesi üzerinden geçmiş olacak. Bir diğer deyişle, Putin’in başlattığı savaş, onun ezelden beri kâbuslarına giren bir NATO genişleme sürecinin fitilini, “stratejik bir hata” sonucu tetiklemiş oldu. Hele ki NATO üyeliği için iki ülkeden de güçlü bir parlamento onayı gelmesi, simgesel önemde bir diplomatik duruş anlamına gelecek. Kremlin’in gözünden bakıldığında, bu sürecin askeri ve siyasi sonuçları olacağı kesin. Zaten bunu da Rus Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zakharova aracılığıyla net bir şekilde ortaya koydular. Hatta bir adım daha ileri giderek, bizi şüpheye düşürecek bir uyarıda bulundu Zakharova: “İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımı halinde Rusya’dan sorumlu adımlar gelecektir. Rusya bu karara misillemede bulunacaktır”.
2016 yılında Finlandiya Dışişleri Bakanlığı’nın talebi üzerine Fransız, İsveçli ve Fin uzmanlar tarafından kaleme alınan ve “Finlandiya’nın olası NATO üyeliği” konulu ilginç bir rapor var. Burada, Finlandiya’nın üyeliği konusunda Rusların ilk başta sert bir yanıt vereceği, ancak ardından zımni bir kabullenmeye gidecekleri, bu üyeliğin büyük bir strateji değişimini de beraberinde getireceği belirtiliyor.
ANKARA NE DER?
Bu zamana değin NATO’nun temelini oluşturan Washington Antlaşması’nın 10’uncu maddesi gereği yeni üyelere açık kapı politikası uygulamasını ilkesel olarak desteklemiş olan Türkiye’nin, önümüzdeki dönemde Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya olası üyelik başvurusu konusundaki tutumu ise bir süredir tartışma konusu. Rusya ve Ukrayna ile ilişkilerini kaygan bir zeminde dengeli bir şekilde yürütmeye ve arabulucu/kolaylaştırıcı rolünü korumaya çabalayan Ankara bugüne dek bu konuda net bir açıklamada bulunmadı. Ancak, Türkiye’nin NATO nezdinde eski daimî temsilcisi ve NATO eski Genel Sekreter Yardımcısı emekli büyükelçi Sayın Tacan İldem’in geçtiğimiz günlerde Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) için kaleme aldığı analizde de belirttiği gibi, Türkiye’nin bu üyelik başvurularını desteklemesi olası. Zira Türkiye daha önce de NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’a açık kapı politikası izlemesine destek vermişti. Yarının belirsizliğinden daha zor bir şey yok. Ancak, Rusya’nın Ukrayna işgalinin ardından yeni bir Soğuk Savaş dönemine girdiğimiz şu aylarda, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği artık tüm gerçekliğiyle kapının önünde bekliyor. Bu sürecin silahlanma lobilerine kazanç kapısı olmak yerine, etkin ve akılcı bir diplomasiyle bölge güvenliğinin konsolide edilmesine katkıda bulunması ise sürecin sorumluluğunu üstlenecek liderlerin vizyonerliğine kalmış durumda.
MENEKŞE TOKTAY KİMDİR?
Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Belçika Katolik Louvain Üniversitesi’nde Avrupa Birliği alanında yüksek lisans çalışmasını gerçekleştirdi. Avrupa Birliği alanında danışmanlık firmalarında uzman olarak görev aldı. 2003 yılından beri çeşitli dergi ve yayınevleri için çeviri yapmaktadır. Ayrıca, 2010 yılından bu yana Southeastern European Times, Al Arabiya English, Business New Europe, International Business Times, Deutsche Welle, Washington Post, Euronews Türkçe, Arab News gibi uluslararası haber ajanslarında Türkiye muhabiri olarak görev almıştır. Halihazırda Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü’nde Çocuk Hakları alanında doktora çalışmasını yürütmekte ve bir yandan da uluslararası haber ajanslarına Türkiye’ye ilişkin gelişmelere dair analizler hazırlamaktadır. Mülteci hakları, çocuk hakları, kadın sorunları ve Orta Doğu’daki gelişmeler, başlıca ilgi alanları arasında yer almaktadır.