- VeryansınTv
Sinan Ertürk, ABD tarafından Ukrayna savaşı üzerinden son derece sinsi bir ticari planın yürürlüğe konduğuna dikkat çekti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden albay rütbesinde emekli olduktan sonra savunma sanayi sektöründe çalışmalar yapan Dr. Sinan Ertürk’ün tespitine göre ABD, farklı ülkelerin envanterinde bulunan Sovyet-Rus yapımı askeri teçhizattan kurtulmak ve yerlerine kendi askeri sistemlerini satmak için Ukrayna savaşını fırsata çeviriyor. Savunma sektöründe günceli takip eden eski bir TSK personeli olan emekli Albay Sinan Ertürk ile Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında küresel silah endüstrisindeki gelişmeleri ele aldık.
Sayın Ertürk, Rusya–Ukrayna savaşına ilişkin Türk kamuoyunda pek gündeme gelmeyen önemli bir noktaya değiniyorsunuz. İddianıza göre ABD, Ukrayna savaşını fırsata çevirerek silah endüstrisindeki pazar payını büyütmeye çalışıyor. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?
Tabii, ama öncelikle “iddia” sözcüğü yerine şahsen “tespit” ifadesini kullanmayı daha çok tercih edeceğimi belirterek sözlerime başlamak isterim. Çünkü bu husus bir iddiadan ziyade uluslararası savunma sektöründeki somut gelişmelere dayalı bir tespit. Her türlü savaşın yıkım ve ölüm olduğunu düşünüyorum. Devletler ve onların siyaset yapıcı iktidarlarının seçimleri nedeniyle savaşlar başlar; insanlar ve tüm değerler geri gelmeyecek şekilde yiter. Ben her türlü savaş ve çatışmanın öncelikle ekonomik nedenlerden başladığını, savaşın gidişatını ekonominin belirlediğini ve sonuçlarının da ekonomiye yansıyacağını her ortamda dile getiririm. 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya tarafından açıklanan şekliyle “Ukrayna’daki Batı destekli rejimin Rusça konuşan vatandaşlarına karşı yürüttüğü ayrımcı politikalara son verme ve onların güvenliğini sağlamak amacıyla” başlatılan askerî harekât medyada gündem konusu olmaktan düştü ise de hala devam ediyor. ABD’nin ise sahadaki hareketlerine bakıldığı zaman bugüne kadar pek dile getirilmeyen bir planı yürürlüğe koyduğunu görüyorum. Bana göre bu plan çok açık, yeni değil ve beni hiç şaşırtmıyor. Açık kaynaklardan edindiğim ve sektörde gündeme gelen durumlardan bir şekilde öğrendiğim bilgilere göre ABD, envanterinde Sovyet-Rus yapımı askeri silah sistemleri bulunan ülkelere bu sistemleri Ukrayna’ya askeri yardım olarak göndermeleri hususunda yoğun bir baskı yapıyor. Üstelik bu çalışmalar da sonuç veriyor.
Örneğin, ABD ısrarı sonucunda Almanya envanterinde bulunan ve Sovyet yapımı karadan havaya, omuzdan atılan kısa menzilli “Strela” füze sistemlerini Ukrayna’ya askeri yardım adı altında göndermek zorunda kaldı. Yine ABD etkisiyle Slovakya, envanterinde bulunan Sovyet yapımı S-300 hava savunma sistemlerini Ukrayna’ya askeri yardım olarak gönderip karşılığında ABD’den “Patriot” hava savunma sistemlerini aldı. Savunma sektöründe, ABD’nin benzer baskılarının farklı ülkeler üstünde ısrarlı bir şekilde sürdüğüne dair bilgiler var. ABD bu yöntemle, Ukrayna savaşını bahane ederek savunma sanayinde bir taşla birden fazla kuş vurmayı başarıyor. Önce envanterinde Sovyet yapımı askeri teçhizat/sistemler bulunan ülkeler üzerinde yoğun bir baskı kurarak sistemlerin Ukrayna’ya hibe edilmesini sağlıyor. Sistemler envanterden çıkınca, silah sisteminin üreticisi olan Rus savunma şirketleri ile bu sistemlerin modernizasyonunu öngören teknik bakım-onarım sözleşmeleri boşa çıkıyor. Yeni alıcı Ukrayna savaş halinde olduğu Rusya ile bu anlaşmaları yerine getirme yükümlülüğünde olmadığı için servis ve bakım anlaşmalarında kullanıcı taraf sorumluluklarına sahip olmuyor. Bu sistemlerin önemli bölümü eğitimli personel tarafından sürekli ihtimam gösterilmesi gereken sistemler olduğu için çeşitli marazlar çıkıyor ve belki de kasıtlı olarak kötü kullanılıyor, belki de hasara uğratılıyor. Böylece potansiyel müşterilere de bu Rus yapısı silah sistemlerinin “işe yaramadığı/yaramayacağı” algısı haksız olarak yansıtılıyor. Çünkü harekât alanında gerçekten eğitimli olmayan ve başarmak istemeyen bir mürettebatla silah sisteminin başarılı olabilmesi mümkün değildir. Görüleceği üzere ABD bu yolla eski Sovyet yeni Rus silah sistemlerini envanterine almış, kullanma niyetinde olanların elinden bir şekilde almakta, sistemi üreten Rus firmalarının servis/bakım anlaşmalarını iptal ederek gelirlerini baltalamakta, servis/bakımı yapılmayan sistemler elden çıkmakta, elden çıkan sistemler görevini yapamamakta ve sistemlerin olumsuz reklamları yapılarak potansiyel müşteriler caydırılmaktadır. Tabii ki silah sistemleri envanterinden çıkan ülkeler bu boşlukları kapatmak isteyecektir. Bilin bakalım bu boşluk hangi ülkenin yardımları ile kapatılacaktır?
Türkiye Cumhuriyeti de zaman zaman bu politikalara kurban edilmiştir. Savaş uçağı üretebilen ve üretimini ihraç edebilen bir ülke iken İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde küçük ama sürekli bir hızla önce savunma sanayisi yok edilmiş sonra dışarıya bağımlı hale getirilmiştir. ABD’nin önemli bir ekonomi politikası uygulayıcısı olarak savaş makinesi yani ordusu sürekli anakarası dışında operasyon yapar. Operasyonların onlar tarafından dillendirilen meşru nedeni bazen özgürlük getirmek bazen terörü engellemektir. Bu söylem konjonktüre göre değişir. Ama süreç doğal kaynakların yağması, ülkenin destablizasyonu ve harekâta maruz kalan ülkenin çoğu alanlarda ABD’ye yaslanmak zorunda kalmasıyla devam eder. Bu alanlardan birisi de savunmadır ve aklınıza hemen geleceği gibi bunun yapılabilmesi için Amerikan sistemlerinin alınması gerekmektedir. Sistemler alındıktan sonra uzun süreli eğitim, servis, bakım, modernizasyon anlaşmaları ile muhataplar uzun süreli bağlanır. Bunun sonucunda kaçınılmaz olarak kaynakların bir yerden bir yere akmasını getirir, buradaki akış yönü bellidir; silah sitemleri yeni müşteriye verilir, para tedarikçiye bir şekilde ödenir. Hatta ödeme yapacak ülkenin parasının olmaması daha iyidir, kredi ile bu boşluk bedeli karşılığı kapatılır. Verilen sistemler genelde demodedir, ancak anlaşmalar gereği alınmak zorundadır. Bir sonraki nesil sistem ve ondan sonraki nesiller de yine alınmak zorundadır. İşinize yaramasa da alınmak zorundadır, çünkü bu kararlar genelde askerler tarafından alınmaz. Siyasiler ise bu kararları çok istediği için değil, harekâta maruz kalmış, siyaseten sıkışmış ve alternatifleri olmadığı için almak zorundadırlar. İşte ABD, Ukrayna harekâtını tam da bu şekilde kullanmaktadır. Rusya’yı, siyasi ve ekonomik olarak kendisi için oldukça düşük maliyetle yıpratmaktadır. Bunu yaparken de üstüne kendi demode silah sistemleri için yeni pazarlar açmaktadır, hem de harekât yapmanın maliyetlerine katlanmadan.
Bunda Rus Ordusu’nun Ukrayna’yı kısa süre içerisinde işgal edeceği yönündeki beklentinin gerçekleşmemesinin ve asker ve teknik teçhizat kayıplarının öngörülenden çok olmasının payı yok mu?
Ben, kişisel olarak bir devletin, askeri gücüne güvenerek bir başka devletin ülkesine harekât gerçekleştirmesini tasvip etmiyorum. Ama benim devletim de daha küçük çaplı olsa da başka devletlerin egemenlik sahasında operasyon gerçekleştiriyor ve bu operasyonlar sürekli hale geldi. Üstelik ben bu operasyonları haklı buluyorum. Yani ne kadar savaşa karşı olsak da, başka devletlere savaş açılmasını tasvip etmesek de gerçek hayat böyle değil. İdealler, gerçeklere yanaşamıyor. Ben eminim ki Rusya yönetenleri “Ukrayna şöyle şöyle hatalar yapsa da biz oraları bir işgal etsek” dememişlerdir. Bunun zorlayıcı birtakım koşulları olmuştur. Harekât başlayana kadar Rus tarafının uyarıları, açıklamaları, açmazları dünya kamuoyunda yer bulmadığı gibi bizde de pek yer bulmadı. Açıkçası Türk kamuoyu olarak Ukrayna’da olup bitenlere dair büyük ölçüde Batılı ana akım medyadan haber akışına sahiptik. Dolayısıyla harekât başladıktan sonra sahadaki gerçeklere dair çok sınırlı alternatif haber kaynağımızın bulunduğunu vurgulamak gerekir.
Rus Ordusu’nun harekâtın ilk gününden itibaren Ukrayna’da önceden belirlenen askeri hedeflere yönelik oldukça titiz ve nokta atışı operasyonlar gerçekleştirmekte olduğunu harekâtın ilerleme şeklinden anlayabiliyorum. Bunu anlamak benim tarzımda analizler yapmış olan kişiler için kolay, çünkü Rus envanterindeki silah sistemleri ile hem de konvansiyonel harpten uzaklaşmadan bölgenin topografyasının değiştirilebileceğini biliyorum. Bu tabire alışkın olmayanlar için açıklamasını yapayım “dağların ve tepelerin yerini ve şeklini değiştirebilecek nükleer olmayan silah ve sistemlere sahip” savaşan bir taraftan bahsediyorum. 13 Haziran 2022 tarihli Euronews internet sitesinden de takip ettiğim kadarıyla Luhanks bölgesinin yönetim merkezi Severodonetsk şehrinin merkezinin Rusya tarafından ele geçirildiğini, Ukrayna’nın askeri kapasitesine tüm bölgelerde çok ağır bir darbe vurulduğunu ve Ukrayna’nın Karadeniz’e kıyı hattının neredeyse tamamının Rus Ordusu’nun kontrolüne geçtiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla Rus Ordusu’nun askeri ve teknik kayıplarına ilişkin Batı menşeli haberlerin ne ölçüde gerçeği yansıttığı konusunda ciddi şüphelerimin bulunduğunu ifade etmek isterim. Bütün bunlara rağmen, diyelim ki Batı medyasında yazan tüm Rus zayiatları gerçek ve Rusya buna rağmen harekâta devam ediyor. Bu durum, soğuk savaş döneminin önemli stratejisti Kissinger’ın son günlerde özellikle Davos’ta gündeme getirdiği “Rusya’nın hassasiyetlerine karşı duyarlı olunması” yönündeki uyarıları akla getiriyor. Yani her şey Batı medyasının anlattığı gibi değil, Rusların bu işler için önemli ve geçerli nedenleri var, bunu hayati görüyorlar ve bu endişelere cevap verecek çözümlerin bulunması gerekiyor.
Teorisi Batılılar tarafından yazılan hibrit savaş Ukrayna’da devam ediyor. Bu yapıdaki savaş içinde vekâlet savaşlarını, elektronik savaşı, medya kampanyalarını, paranın her türlü ayarsız iş için kullanımını formülize ediyor. Ruslara göre, Ukrayna’da Batılı gizli servisler tarafından eğitilmiş ve donatılmış aşırı milliyetçi unsurlar var ve bunlar Ukrayna Ordusu üniforması giydirilerek Rus Ordusu’na karşı meskûn mahal dâhil gayri nizami harp usulleriyle mücadele ediyorlar. Gayri nizami oldukları için de hiçbir harp kuralına uymuyor, insanlık ve harp suçları işliyorlar. Bu Ukraynalı Neo-Nazi unsurlar evrensel insani değerleri hiçe sayarak sivil halkı da kalkan olarak kullanıyor. Ruslar da bu karışık çatışma ortamında sivil kayıpları asgari tutmak adına envanterlerinde yer alan ileri teknolojiye dayalı yüksek tahrip gücü olan silah sistemlerini kullanmak yerine çok daha ihtiyatlı hareket ediyorlar. Benzer iddialar Ukrayna tarafından da yükseliyor.
Alana gitmediğim, durumu gözümle görmediğim için hangi iddianın doğru olabileceğini anlamak için bir akıl yürütmeye çalışıyorum. Aklıma ister istemez Suriye’de “Beyaz Baretliler” geliyor. Savaş alanında film çevirme görüntülerinin sosyal medyada paylaşıldığını daha dün gibi hatırlıyorum. Arkasında kimler olduğunu hatırlamakta da zorlanmıyorum. Buradaki taraflardan birinin arkasında da aynı devletin olması beni bu nedenle şüphelendiriyor. Sonra tüm dünya kamuoyunun gözleri zaten Rusya’nın üzerinde iken Buçha’da yapıldığı iddia edilen katliama dair görüntüleri hatırlıyorum. Savaşan bir tarafın katliam yapacağı zaman neden insanların ellerini arkadan bağladığını, arkalarını çevirdiğini, anayolun iki tarafına muntazam şekilde cesetleri yerleştirdiğini anlamakta zorlanıyorum. Üstelik bunu çekildiği bir şehirde yapıyor olmak en basitinden kaba tabirle “salaklık” olarak nitelendirilebilir. Ben Ukrayna devletini idare eden bir kişi olsaydım şöyle yapardım: İçinde Türkiye’nin de olduğu çok uluslu bir diplomat heyetini çağırır, huzurlarında kimlik tespiti, ölüm nedeni, otopsi gibi bürokratik işlemleri gerçekleştirir, her şey sabit olduktan sonra “insanlık suçu” nedeniyle Rusya hakkında her türlü girişimi yapardım. Ama şimdi bu işler sanki biraz tavsamış, bulanıklaşmış, sadece suçlama yapmak için oluşturulmuş mizansen gibi görünüyor. Bunu benim böyle algılamamın nedeni Ukraynalı sıralı yöneticilerdir, süreci yanlış yönetmişlerdir. Eğer haklı bir davaları vardı ise prosedürleri tam olarak yerine getirmeli, dünyayı doğru ve tam olarak bilgilendirmelilerdi. Eğer ortada gerçek bir katliam varsa Rus tarafını bu konuda kınıyorum ve insanlığın bunu unutmayacağını biliyorum. Ama eğer böyle bir şey yok ve iddialar sadece iftiradan ibaret ise yüzyıllardır iftiralara maruz kalmış bir milletin ferdi olarak Ukrayna’yı ve onları bu yola iten güçleri kınıyorum. Sonuçta insanlar öldürüldü, sorumlusu her kim ise bulunmalıdır.
Yani size göre Rusya–Ukrayna savaşının görünmeyen boyutunda ABD açısından uluslararası silah endüstrisindeki pazar payını artırma mücadelesi var?
Nasıl olmasın ki? ABD böyle bir hesabı yapmıyor ve önemsemiyorsa zaten büyük devlet değildir, bu çaptaki devletler için bu çok normal. Stockholm Uluslararası Barış Enstitüsü’nün (SIPRI) 2021 tarihli raporuna göre son 7 yıldır istikrarlı bir şekilde artan küresel askeri harcamalar zaten 2021 yılında rekor kırarak 2,1 trilyon dolara ulaşmıştı. En fazla askeri harcama yapan ülkeler ise sırasıyla ABD, Çin, Hindistan, İngiltere ve Rusya olup, bu 5 ülkenin harcaması, toplam harcamanın yüzde 62’sine denk geliyor. Küresel silah endüstrisindeki en büyük tedarikçi konumunda olan ABD 2017-2021 yılları arasında pazar payını yüzde 32’den yüzde 39’a yükseltti. 2021 yılında ABD’nin küresel silah endüstrisindeki satışlarının toplamı 300 milyar dolar civarında oldu. Bu, ABD’nin küresel silah endüstrisindeki en yakın rakibi Rusya’ya kıyasla iki kattan daha fazla silah satışı anlamına geliyor. Üstelik ABD, daha Rusya-Ukrayna savaşı öncesinde küresel bir aktör olmasını sağlayan NATO aracılığıyla üye ülkelerin 2024 yılına kadar savunma bütçelerini gayrisafi milli hâsılalarının yüzde 2’si oranında artırmaları konusunda baskısı devam ediyor. Bu pazarda küresel liderliği elinde bulunduran ve pazar payını artırma konusunda son derece iştahlı olan bir ülkenin, Rusya-Ukrayna savaşını bu uğurda kullanmaması zaten anormal olmaz mıydı? Özetle bunda şaşılacak bir durum yok, bunu ben keşfetmedim, sadece dile getiriyorum.
Peki, bu durum Rusya’nın küresel savunma endüstrisindeki potansiyelinin bu süreçte daha da küçüleceği anlamına mı geliyor?
Aslında Rusya’nın Sovyetler Birliği’nden kalma bir savunma endüstrisi ekolünün olduğunu belirterek sorunuzu yanıtlamaya çalışmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Farklı ihtiyaçlara binaen geliştirilen ve üretilen çeşitli model hava, kara ve deniz konseptli savunma ürünlerine sahip Rusya, dağılışının ardından 30 yıl geçmesine rağmen Sovyetler Birliği zamanındaki iş zihniyetiyle hareket ettiğini öne sürebiliriz. Yani, kısa vadeli satış amaçlı üretim yapan ve uzun vadeli anlaşmalarla kendisine bağlayan kapitalist Amerikancı zihniyetin aksine Ruslar toplumcu yarar gözeterek uzun ömürlü ve sağlam bir üretim anlayışıyla üretim yapıyorlar. Askeri mühendislik bakımından gerçekten ileri bir bilimsel düzeye sahipler. Gördüğüm kadarıyla teknoloji paylaşmaktan da pek imtina etmiyorlar, birlikte üretme fikrini uygulayabilecekleri alanlar arıyorlar. S400 sistemlerinin yurdumuza getirilmesi ile ilgili gelişen süreci şöyle bir gözünüzde canlandırın. ABD, ısrarlı girişimlerimize rağmen bize hava savunma sistemi vermedi, NATO şemsiyesinde geçici birlik konuşlandırdı. Rusya’dan sistemleri alınca kurulmaması için her türlü baskıyı yaptı, ancak yerine de bir sistem vermedi.
Sorunuza dönersek, tek tek ürün karşılaştırması yaptığımızda Amerikan menşeli pek çok üründen daha iyisini üretmelerine rağmen küresel pazarda Rusların Amerikalıların gerisinde yer almalarının temel nedenini serbest piyasa normlarına uygun reklam ve pazarlama yetilerinin zayıflığı olduğunu düşünüyorum. Diğer bir ifadeyle savunma ürünlerinin üstünlüklerini anlatan gerekli reklam ve tanıtım çalışmalarını yeteri düzeyde beceremiyor Ruslar. Bunda kuşkusuz Rus savunma şirketlerinin tamamen devlet kuruluşu olmasının payı da var. Oysa ABD’de muazzam cirolu özel savunma şirketleri dünya piyasasını zorluyor. ABD’nin bu endüstrideki pazar payını artırma gayret ve eğilimlerinin kısa vadede Rusya aleyhine sonuçlanacağı aşikâr. Ancak Moskova’nın da gelişmeleri yakından takip ettiği ve gerekli karşı adımları orta vadede atabileceğini veya atmaya çalışabileceğini düşünüyorum. Rusya’nın böylesine stratejik öneme sahip bir sektörde ABD’yi dengelemesi özellikle bulunduğumuz coğrafyada fevkalade gerekli bir ihtiyaçtır.