9 Mayıs

15 May 2023

Sovyet halklarının savaştaki toplam kayıplarına dair farklı tarihlerde farklı sayılar verilmiştir. Stalin, 14 Mart 1946’da Pravda’da yayınlanan mülakatında şöyle demişti: “Alman istilası sonucu Sovyetler birliği Almanlarla muharebelerde, keza Alman işgali ve Sovyet insanlarının Alman esaretine sürülmesi yüzünden yaklaşık yedi milyon insanı geri dönüşü olmayan bir şekilde kaybetti.” (Öyle demişti, çünkü bu muazzam kayıpların neden olduğu zayıf düşmüşlüğü gizlemek istiyordu.) Hruşçov İsveç Başbakanı T. Erlander’e 5 Kasım 1961 tarihli mektubunda şöyle yazmıştı: “Alman militaristleri Sovyetler Birliği’ne, yirmi milyon Sovyet insanının hayatına mal olan bir savaş açtılar.” (Öyle demişti, çünkü, her ne kadar doğru idiyse de söylediği, esas amacı büsbütün silmek istediği Stalin’i küçük düşürmekti.) 8 Mayıs 1990’da Yüksek Sovyet oturumunda toplam (sivil ve asker) kayıplar ilk defa telaffuz edildi: “Yaklaşık 27 milyon insan.” 1993’te ilk defa genel istatistikler yayınlandı: 8.668.400’ü subay ve erat olmak üzere toplam 26,6 milyon insan. 2001’de aynı çalışmanın yeni edisyonu yapıldı: sadece Sovyet ordu ve donanmasının Büyük Anavatan Savaşı sırasındaki toplam kaybı 11.285.057 kişi. 2015’te Savunma Bakanlığı, Kızıl Ordu ve Kızıl Donanma’nın toplam kayıplarının “neredeyse 12 milyon” olduğunu açıkladı. Esirlerin ve haber alınamayanların toplam sayısı 4,5 milyondu ve esaretten sadece 1,8 milyonu geri dönebilmişti. Almanya’da çalışma kamplarına götürülen sivillerin sayısı ise 5,3 milyondu ve bunun da 2,2 milyonu orada ölmüştü.

Bu, günümüzde de kabul edilen sayıdır.

İkinci Dünya Savaşı (yani 1 Eylül 1939’dan 2 Eylül 1945’e kadar) boyunca seferberlikte askere alınanların toplam sayısı 34.476.700 kişidir; demek ki her dört kişiden biri Büyük Anavatan Savaşı’ndan (yani 22 Haziran 1941’den 2 Eylül 1945’e kadar) geri dönmedi.

Büyük Anavatan Savaşı üç döneme ayrılır. Birinci dönem, Alman saldırısından Stalingrad önlerinde “bir adım bile geri çekilinmeyen” günlere kadar, 22 Haziran 1941 — 18 Kasım 1942. Bu dönem savunma, geri çekilme, Moskova muharebesi ve Stalingrad savunmasını kapsar. İkinci dönem, 19 Kasım 1942 — 31 Aralık 1943. Bu esas itibariyle inisiyatifin Kızıl Ordu’ya geçtiği dönemdir. Üçüncü dönem, 1 Ocak 1944 — 9 Mayıs 1945. Bu işgal altındaki toprakların ve Avrupa’nın kurtarılması dönemidir. Ek olarak Japonya ile savaş ve Uzakdoğu harekâtı, 9 Ağustos — 2 Eylül 1945 arasına tarihlenir. Kayıpların büyük bir bölümü birinci dönemdedir; toplam kayıpların (ölü ve yaralılar) yüzde 37,7’si, geri dönüşsüz kayıpların (ölüler) yüzde 54,6’sı. Başka deyişle en büyük kayıplar savunma harekâtlarında yaşanmıştır.

Personel ölümlerinin yüzde 66,4’ü Rus, yüzde 15,9’u Ukraynalı, yüzde 2,9’u Belarus’tur. Türki halklardan Kızıl Ordu askerlerinin 700 bine yakını hayatını kaybetmiştir.

Türkiye’nin 1940 sayımına göre nüfusu 17.820.950’dir. Sovyetler Birliği’nin 1939 sayımına göre nüfusu 167,6 milyondur. Toplam 26,6 milyonluk insan kaybı, SSCB nüfusunun yüzde 16’sı, Türkiye’nin nüfusunun 1,5 katıdır.

* * *

Tarihi öğrenmek için tarih kitapları elbette kaçınılmaz; bu rakamları, sayıları, istatistikleri bilmek gerek, bilmeli ki korkunç tabloyu gözümüzde daha kolay canlandırabilelim.

Ama rakamlar soğuk, ruhsuz şeylerdir; onlar bize en çok, her bir sayının ardında bir hayat olduğunu söyler, ama o hayatın özlemlerini, acılarını, ıstıraplarını söylemezler.

Bunu ancak sanat, en çok da edebiyat yapar.

Burada tutup da en önemli savaş romanlarını, mesela üç dönemi üç ciltte anlatan “Yaşayanlar ve Ölüler”i, koca bir şehrin açlığa ve bombalara direnişini anlatan “Abluka”yı, Donbass’ın yiğit çocuklarının kahramanlığını anlatan “Genç Muhafız”ı, veya toplama kampının korkunç acılarını anlatan “Babi Yar”ı vb. özetlemeye kalkmayacağım; ama okur bunların olduğunu ve ancak bunlarla tanıştığı ölçüde savaşın gerçek yüzünü biraz daha yakından kavrayabileceğini bilmeli.

Gene de hiç değilse iki kısa şiir, tabloyu burada özetlemek için gerekli.

Anna Ahmatova, ömrü boyunca antikomünist ama ömrü boyunca bir Rus ve Sovyet yurtseveri olarak kalmış olan bu büyük şair, 1941 temmuzunda Leningrad’daydı ve düşman Donbass’a doğru ilerlerken “Yemin”ini yazdı:

Vedalaşan kadın bugün sevdiğiyle

Dövsün acısını ateşte, güce çevirsin,

Çocuklara yemin olsun, mezarlara yemin,

Kimse boyun eğdiremeyecek bize!

Bir generalin, subayın, sıradan bir askerin haykırışı değil bir kadının haykırışıydı bu: yenilgilere hazır, ama nihai zaferden vazgeçmeyecek bir halk. Doğrudan doğruya parti yönetiminin kararlılığının Ahmatova gibi antikomünistler de dahil kimi muhaliflerin inat ve öfkesiyle örtüşmesi şaşırtıcıdır. Parti yönetiminin amasız ve amansız kararlılığına rağmen toplumun bütün kesimlerini birleştirmekte gösterdiği muazzam başarı da şaşırtıcıdır.

Ülke, bütün Sovyet ülkesidir ve ülkenin halkı, Rus, Ukraynalı, Belarus, Azerbaycanlı, Ermeni, Türkmen, Kırgız… bütün Sovyet halklarıdır. Ülkesinin topraklarını düşmana terk ederken yaşanan utancı hangi milliyetten olduğuna bakmaksızın bütün askerler yaşar ve bu, birinci dönemi anlatan her anlatının değişmez konusudur.

Bu yüzden “yüzü batıya dönük ölmekten” söz eder Simonov.

“Yoldaş” 1941 tarihli; yani bitmez tükenmez ricatın içinde geçici bir taarruzun kıvılcım kabilinden coşkusu sadece:

Düşmanın ardınca, aramızda bir karış, beş gün,

Ayak izlerine basarak gene batıya yürüdük. 

Amansız bir ateş altında, beşinci gün,

Düştü yoldaş, yüzü batıya dönük.

Yürür gibi ileriye, koşarken ölmüş gibi,

Öylece düştü, donakaldı kar üstünde.

Öyle geniş açmış ki iki yana kollarını,

Kucaklayıverecek sanki bütün vatanı.

Acıyla dolu günlerce ağlayacak anası,

Heyhat! Zafer geri getirmeyecek evladı.

 Ama oğluna, bunu da bilsin anası,

Daha kolaydı ölmek, yüzü batıya dönük.

* * *

Çek komünist gazeteci Julius Fučík 8 Eylül 1943’te Berlin’de bir nazi celladının boynuna geçirdiği ilmekle can verdi. Fučík’in idamı beklediği hapishane yazıları “Darağacından Notlar” adıyla yayınlanmıştı Türkçede; özgün adı da buna yakındır: “Boynunda İlmekle Röportaj”. Türkçesi elimin altında değil, ama Rusçasına ulaşmak kolay; beni en çok etkileyen birkaç cümleyi oradan tekrar okudum:

“Savaşın son kurbanı, en son anda yüreğini en son kurşunun delip geçtiği bir asker olmak nasıl da üzücüdür! Ama birinin son olması gerek! Ve bilseydim eğer benden sonra başka kurban olmayacağını, memnuniyetle yürürdüm ölüme.”

Bu sözler hiç aklımdan çıkmadı ve son ölen askerin adını aramaya koyuldum. Ama öyle çok ki sayıları ve öyle belirsiz ki ölüm saatleri, Berlin saatiyle 8 Mayıs 22:43, Moskova saatiyle 9 Mayıs 00:43’ün bir dakika, bir saniye, bir an öncesinde kimin öldüğünü tespit etmek mümkün değil.

Ve üstelik faşist Almanya’nın kapitülasyonu, savaşın bitişini simgeliyor olsa bile, savaş hâlâ sürüyordu. Prag taarruzu devam ediyordu: 1 milyon 700 bin Sovyet askeri katılmıştı harekâta ve onların da 11.265’i öldü, 6 Mayıs’tan 11 Mayıs’a kadar.

Belki Letonya’daki mezarlıkta bir taşın üzerine kazılı (ve o taşı kaldırmışlar, “demokrasi” gereği) şu tarih, son kurşunun da atıldığı tarih sayılabilir: 23.06.1945. Bir Sovyet askerinin mezarı. 5 bine yakın Sovyet askeri de orada öldü, resmi olarak bitmiş savaşı bitirmek için.

Ama 23 Haziran’dan sonra da bitmedi. Mançurya taarruzu ancak 2 Eylül’de sona erdi; geride 12.031 ölü bırakmıştı.

Ve bitmedi, bitmedi! 1945’ten 1955’e kadar, Ukrayna milliyetçileriyle, yani banderacılarla, yani bugünkü Kiev rejiminin kahramanlarıyla: Ukrayna Milliyetçiler Örgütü — Ukrayna İsyan Ordusu’yla (OUN-UPA) silahlı çarpışmalarda 25 bin Kızıl Ordu askeri, Devlet Güvenlik Bakanlığı subayları ve milis öldü.

* * *

Bundan on yıl kadar önce bir 9 Mayıs akşamı geleneksel havai fişek gösterisini (salyut!) izliyorduk. Birkaç kişiydik ve içlerinde bu tarihe az çok vakıf olan sadece bendim. Ansızın, gözleri yaşlı, bana döndü biri ve şöyle dedi:

“Her bir kıvılcım ölüp giden bir insanmış gibi geliyor bana.”

Faşizmden kurtuluş savaşıyla ilgili yüzlerce, binlerce cilt dolusu yazı yazıldı, resim çizildi, film çekildi; daha da yazılacak, çizilecek, çekilecek. Bunların hepsi bir yerlerinden tutup anlatacak savaşı: soğuk rakamları veya amansız vahşeti veya büyük kahramanlıkları… Ama hepsi, hepsi, o havai fişek kıvılcımlarında yanıp sönen hayatların ancak silik gölgeleri olacak.

Fučík haklıydı: kim istemez son kurban olmayı, bilirse eğer kendisinden sonra başka kurban olmayacağını? Ama sorun şu ki asla son olmayacak, asla. Çünkü 9 Mayıslar olsa da bitmiyor savaş; mayısı haziran takip ediyor, sonra ağustos, eylül, sonra upuzun yıllar, onyıllar…

* * *

Faşizm, bir avuç faşist şef ve onların arkasındaki büyük mali oligarşi dışında bütün insanlığın düşmanıdır. Faşizme karşı direniş, direnişe kimin nasıl ne ölçüde katıldığından bağımsız olarak bütün insanlığın direnişidir. Faşizme karşı zafer onun için kimin ne bedel ödediğinden bağımsız olarak bütün insanlığın zaferidir.

9 Mayıs insanlığın zaferidir.

Kutlu olsun!

Düşenlere şan olsun!

Faşist hareketi kahramanlaştırmak, faşizmi masum kılmak, yaygınlaştırmak isteyenlere rağmen adları unutulmayacak.

İnsanlık yaşadıkça.

paylaş