- Cumhuriyet
14 Ekim yani arife günü... Şişli Etfal Hastanesi Acil Bölümü... Öğle saatleri... Yeşil Alan yazılı bir mekânda sıranın bana gelmesini bekliyorum. Yaklaşık 30 kişinin oturarak bekleyebileceği bir alan ama biz 60’a yakınız. Üstelik şiş ve ağrıyan bir ayakla, ayaktayım ve duvara dayanarak duruyorum. Sadece 2 doktor var ve 60’a yakın hasta. Zehirlendiğini söyleyen türbanlı bir genç kız; otelde bavul taşırken belini inciten bir belboy; bir polis eşliğinde bekleyen parmağı sarılı, bileğinde ve boynunda jilet izleri olan genç bir çocuk; idrar torbasını elinde taşıyan sondalı bir yaşlı adam; öksüren bir diğeri... Numaralar çok ağır ilerlerken salon sürekli kalabalıklaşıyor. Tabii bu arada bekleyemeyecek kadar acil hasta olduklarını söyleyenler, şikâyet edenler, sadece reçete yazdıracağım diye doktorların odasına dalanlar... Ayakta yaklaşık 1 saat kadar bekledikten sonra daha önümde 30 kişinin olduğunu anlıyor ve pes edip hastaneden ayrılıyorum. Taksim İlkyardım’ın da kapısına kilit vurulduğu için pek fazla şansım yok. Bayram olduğu için pek bir sonuç alamayacağımı bilmeme karşın mecburen özel bir hastaneye yöneliyorum. Zehirli bir böcek sokmasından şüpheleniyorum ama ortada hafif bir şişlik ve ağrı dışında bir belirti yok. Diğer özel hastanelerin hemen hepsinde olduğu gibi bunun da acil servisinde cildiye yok. Ortopedi doktoru ben anlamam deyip genel cerrahiye yönlendiriyor. Genel cerrah ise şöyle bir ayağıma dokunuyor, benim anlattıklarımı “Herhalde doğrudur” deyip onaylıyor. Sonuçta önüme 200 TL’lik bir muayene ücreti faturası konuyor ve ben kendi teşhisimi doğrulatarak hastaneden ayrılıyorum...
AKP iktidarının büyük övgüyle anlattığı sağlıkta dönüşüm projesi bu. Kamu sağlık hizmetlerinin hızla tasfiyesine dönüşmüş durumda. Sayıları pıtrak gibi artan özel hastaneler ise tamamen bir ticarethane mantığında. 2003 yılında başlayan uygulamanın 10. yılında hasta olduğumuzda güvenerek gidecek özel hastane bulamaz haldeyiz. Hastaya tamamen ticari gözle bakan anlayış giderek tüm sistemi kaplıyor. Sağlık harcamalarının bütçedeki payı sürekli artıyor ve bunda önemli bir meblağı da ithal cihazlar oluşturuyor.
Örneğin İngiltere’de 1 milyon kişiye 2003 yılında 5.8 bilgisayarlı tomografi cihazı düşerken bu Türkiye’de 7.3. Normalde kanıta dayalı tıp uygulamalarında her 200 hastaya 5 tane MR çekmek gerekirken performans ve dışardan hizmet satın alımları sonrası Türkiye’de her 100 hastanın 8 tanesine MR çekilir hale gelinmiş durumda.
Performans sistemi yüzünden hekimler birbirleriyle yarışır haldeler... Sürekli daha çok hasta muayene etme güdüsü ile günde muayene ettikleri hasta sayısı 200’ü bile geçebiliyor. Bu kadarla da bitmiyor. Kamu hastanesindeki hekim ameliyat durumunda hastasına, “Seni şu özel hastanede ameliyat edeceğim” diyor. Orada zaten medikal firma ile özel ilişki içinde, istediği malzemeleri kullanarak ameliyatı gerçekleştiriyor. Ameliyat masrafları sigorta tarafından karşılandığından hem özel hastane hem medikal firma hem de doktor kazanıyor... Öte yandan hükümetin sürekli reklamını yaptığı “sınırsız sağlık hizmeti”beklentisi ile hastaneye başvuran ve beklentisi karşılanmayan insanlar önce hayret sonrasında ise saldırganlık göstermekte. Sağlıkta şiddet daha önce hiç görülmedik düzeylere ulaşmış durumda.
Dedik ya sağlıkta dönüşümün 10 yılı. Peki kazanan kim?
Ben özel hastaneler ile tıbbi malzeme ve cihaz ithalatçıları dışında pek kazanan görmüyorum. Küçük eczaneler giderek eriyor. Doktorlar ve sağlık çalışanları sömürülüyor. Üniversite hastanelerinin içi boşaltılıyor. Vatandaşa kesilen fatura her yıl biraz daha artıyor üstelik ne kadar doğru ve kaliteli bir sağlık hizmeti aldığı tartışılır durumda. Buna karşın iktidar hâlâ sağlıktaki başarılarının propagandasını yapıyor. Ve kimse de buna ses çıkarmıyor...
