- Akşam
Her hafta pimi çekilmiş bomba düzeneğine benzer koşullarda 'hızlı' üretim yapan bir işletme patlıyor ve etraflıca 'olay mahalli incelemesi' sonucu olmadan kaç kişinin, DNA tespiti yapılmadan da kimin öldüğünü bilen çıkmıyordu. Asit tankları, sıkışan metan gazı, tazyiki yükselmiş buhar kazanı, patlayıcı, parlayıcı, uçucu ne varsa bir arada istiflenmiş ihracata dayalı taşeron-tedarikçi üretim havzalarındaki toplu kıyımlarda işçiler alev alev yanıyordu. Spekülatif ihracat rakamlarıyla dosta düşmana fiyaka yapan Türkiye'de devletin teşvikleriyle desteklenen küçük tüccar işletmelerin 'kuralsız kapitalistleşme evresine' kontrolsüzce intibak ederlerken işçilerin iş güvenliği değil 'yaşam güvenliği' sona eriyordu. Başbakan'ın her fırsatta 'büyüme kalkınmayı' yücelttiği söylemi ve plaketlerle gönendirdiği girişimcilerin arka fonunda her gün en az beş ölü işçi kontenjanıyla kitlesel 'işçi mezarlığı' kat üstüne kat yükseliyordu...
NEYSE NE, SANA NE! Ve iş kazalarının Türkiye'ye yılda 7.7 milyar mali kayıp getirdiğini hesaplayan devlet 'büyüme' gerçekliğimizin insani kayıplarıyla yüzleşmeye gelemiyordu... Düşük iş gücü maliyetleriyle taçlandırılmış, iş güvenliği çürük 'büyüme modelimiz' kaza-kader-tevekkül ezberine sığmaz düzenlilikle kendisini her hafta bir işçi katliam mahallinde ifşa ederken, Başbakan'ın Meclis kürsüsünde Gaziantep'teki patlamada ölen işçi sayısının '5' değil '8' uyarısına verdiği 'Neyse' karşılığını, ocak ayında 'iş kazalarında' ölen 68 işçi için de geçerli saymalı mıydık? İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, ocak ayında Kozlu maden ocağında ölen taşeron işçiler gibi çoğu taşeron en az 68 işçinin 'iş kazalarında' yaşamını yitirdiğini hastalıklarıyla açıklıyordu. 7 Ocak'ta Zonguldak Kozlu'da taşeron firmanın üretim iştahının göçük altında bıraktığı 8 işçinin yaslı ailesi, Türk bayrağı asılı evlerinde 544 TL'lik ölüm aylığı çekini alırken Gaziantep'te 7 işçi de o sabah son vardiyalarına uyandıklarını bilmiyorlardı. Anadolu coğrafyasına saçılmış, denetlense ve idari ceza alsa da iş güvenliğine tamah eden 'küresel değer' yerel işletmelerin kar hırsı Gaziantep 4. Organize Sanayi Bölgesi'ndeki galvaniz fabrikasında aşırı tazyik sonunda patlayan buhar kazanından farksızdı. Sendikal örgütlenmenin olmadığı, çalışanlarının büyük kısmının kayıt dışı çalıştığı galvaniz fabrikasındaki patlamanın sonunda ölen yedi kişiden ikisinin Suriyeli kaçak işçi olduğu ortaya çıkmıştı. Hükümetin popülist diline yerleşen 'Suriyeli kardeşlerimin insanlık dramı', Gaziantep organize sermayenin eline düşünce, yarıya kırılmış günlük 25 TL'lik ölümcül ücrete rahatlıkla tahvil ediliyordu. Açıkçası Türkiye sermayesinin 'organize' aklı, mevzu karlılık olunca kardeşlik falan dinlemiyor, Suriyeli mültecileri ucuzun ucuzu iş gücü olarak kiralıyor ve 'testi' yapılmadan kullanılan buhar kazanı ve yakınına yerleşmiş asit kazanı onların da sonu oluyordu... Söz denetimsiz büyüyen 'tedarikçi-üretim' ağları ve sermaye birikimine gelince alt-üst kimlikler aynı asit potasında eriyor, Türk ulus kimliği, alt kimlik Kürt milliyetçiliği ya da Suriyeli mülteci Arap-Sünni kimliği kaçak-kuralsız-kayıt dışı çalışırken ölenler sınıfına defnediliyordu...