Çalışana hakkını verince mi batarız?

29 May 2012

Batı kapitalizmine Davos'da karlar altında kaşmir paltosuyla 'her çeyrekte büyüme dersi' veren hükümet, sermayenin sipariş ettiği teşvik paketleriyle Güneydoğu'dan 'Çin çıkartmaya' kalkışırken, sıra kamu çalışanlarının gecikmiş zammına gelince Yunanistan'a benzeme korkusuna sarılıveriyordu.

Tabii ki hangisi Türkiye'nin gerçeğidir, çetrefilli bir soruydu çünkü meselemiz kamu çalışanlarına yapılacak zam kırıntısı ise Avrasya Kaplanı anında küresel finansının sömürgeleştirmeye çalıştığı Yunanistan'a dönüşüyordu.

Bu çok kullanışlı binbir yüzlü ekonomik kimliğimiz yere ve koşullara göre genellikle Küçük Amerika ve Küçük Çin arasında gidip gelirken bu defa ibre Yunanistan'da durmuştu.

Hükümetle sendikalar arasında yapılan içinden 'grev hakkı' Anayasa değişikliğiyle çıkartılmış toplu sözleşme görüşmelerinde ki,aslında grev hakkı yasaklı toplantının adı olsa olsa toplu buluşmaydı.

İşte bu buluşmada Hükümet yüzde 8.5 büyümüş milli gelirden pay olarak 3 milyon kamu çalışanına 2012 yılı için yüzde 3+3 zammı reva görmüştü.

Sendikalar da 5 ay geciktirilmiş zammı 'komik' bulunca hükümet yoğurt, süt yardımıyla zammı denkleştirmeye çalışmıştı.

Herhalde hükümet istenilen zammı vermektense piyasadaki arz fazlası süt ve yoğurdu satın alıp kamu çalışanına dağıtmayı daha piyasa rasyoneli bulmuştu.

Ve kamu çalışanları yüzde 160 büyüyen milli gelirden haklarını isteyince Başbakan, 'istediğiniz zammı verirsek Yunanistan'a benzeriz' diyerek 'küresel krizin Türkiye'ye teğet geçip' geçmediğini bu zam oranıyla ortada bıraktı.

Milli gelirin yüzde 3'ünü kamu yatırımlarına tahsis eden, eğitim ve sağlık bütçelerini özel sektörü büyütmeye ayıran hükümet, elektriğe üç ayda yüzde 9 doğalgaza yüzde 18 zamlama kararlılığını kamu maaşlarında gösteremiyor ve teklifini en son yüzde 3.5 ve 4 olarak açıklıyordu. 

Sahiden de Türkiye'nin dış kaynaklı büyümesinin dolar milyoneri yapmadığı ama bütçe gelirinin yüzde 87'sini dolaylı ve dolaysız vergileriyle finanse eden, asgari ücretli, memur ve emekli ücretlerini eriterek Yunan ekonomisine benzeme tehdidini savuşturabilirdik..

Geçtiğimiz Aralık ayında da Maliye Bakanı 36 yılda yüzde 6 artan asgari ücret zammı için 'asgari ücret artarsa firmalar batar' beyanatıyla 19 TL'lik artış önererek yine ekonomiyi kimlerin batıracağını işaretlemişti.. 

Yani çalışanların ücret ve maaş artışı sözkonusu olduğunda Türkiye ekonomisinin üzerine kara bulutlar çöküveriyor kaplan büyüme performansı nazlı ev kedisi oluveriyordu..

Ayrıca bütçe açığını çalışanların vergileriyle kapatırken sermayenin üzerindeki vergileri peyderpey kaldıran devletin kamu yatırımları ise halkın parasıyla yaptırdığı otoyol, çevre yol, viyadükleri 'paralı yola' çevirmesiyle sınırlıydı... 

'Devleti küçült' ama devlet kamu varlıklarını tek bir çakıl taşına varana dek 'piyasalaşmasında' tek hegemonik aktör olsun diyen kökten liberal ezberin devletin sırtına yük/parazit gibi gösterdiği yoksullaşan kamu emekçileri dün grevdeydiler.. 

KESK ve Kamu Sen'e bağlı çalışanlar bol kremalı refah pastasından hızla azaltılan paylarını talep etmek için bir günlük grev yaptılar. Kadrolu, sözleşmeli, taşeron gibi rakip çalışma statüleriyle parçalanmış ve ayrıştırılmış emeklerini bu defa yanyana getirip 'bütünlemişlerdi'.. 

Ve OECD'nin gelir dağılımındaki eşitsizlikte en berbat üç ülke arasında olan Türkiye şişen milli gelirine rağmen derinleşen bu adaletsizlikle tabii ki sayıları artan dolar zenginleriyle Avrasya Kaplanı'ydı ama yoksullaştırdığı halk kesimlerinin yaşam koşullarıyla da bir Yunanistan değildi. Yunanistan'dan daha da kötü durumdaydı...

paylaş