
Yeni Dünya olarak bu ayın konuğu Boğaziçi Üniversitesi emekli öğretim üyesi Siyaset Bilimci Prof. Dr. Taha Parla ile dünyaya ve gündeme dair bir söyleşi gerçekleştirdik. Irak ve Suriye'den emperyalist müdahaleciliğin bugününe; artan gericilikten 4+4+4 yasasına; üniversitelerin dönüşümünden Marksizmin bugününe, AKP'ye ve iktidar savaşlarına kadar pek çok konunun yer aldığı söyleşiyi sunuyoruz. Yeni Dünya: Öncelikle merhabalar Hocam.Taha Parla: Merhaba, hoş geldiniz.
Yeni Dünya: Irak, Afganistan ve Libya'dan sonra bugün Suriye'ye karşı bir askerî müdahale gündemde. Suriye’ye yönelik Amerika, Avrupa Birliği, İsrail ekseninde şekillenen bir girişim var. Süreci nasıl görüyorsunuz?Taha Parla: Bugün dünyada bütün halkların karşı karşıya olduğu başlıca mesele Amerikan emperyalizmidir. Amok gitmiştir, geç geç kapitalizmin silahlı döneminde eski emperyalizmleri aratır bir doza ulaşmıştır. Tabii, ilk emperyalizm değil ama en son ve en mütekâmil emperyalizm, Amerikan emperyalizmidir ve tek kutupludur. Dünyayı kendi arka bahçesi görüyor. Çok çeşitli fiktif gerekçelerle -demokrasi götürmek, insani yardım gerekçeleriyle- vaktiyle Latin Amerika için kullandıkları terimi genişleterek, bütün dünyayı arka bahçesi saymaktadır. Ülkelerin ve toplumların iç siyasetlerine müdahale, onları işgal ve istila etmek Amerika'nın kendinde gördüğü bir hak hâline gelmiştir. Amerika kurulduğundan beri toplumsal, içgüdüsel olarak emperyalist bir ülkedir. Kızılderilileri kesmekle başlar, -tabii o zamanın Amerikalıları da o zamanın İngilizleri. Bu kuzen ilişkisi devam ediyor- bugüne kadar da gelmiştir. Serhat yani “frontier” teorisiyle kovboy ülkesinde her türlü şiddetin mübah olduğu batıya doğru bir genişleme. Daha sonra 1880'ler, 1890'lardan itibaren Filipinler'le başlayarak resmen emperyalist olmuştur. Ama bazılarının söylediği gibi, Amerikan emperyalizmi 1890’da Filipinler'le başlamamıştır. O tarih, artık apaçık ortaya çıkışıdır. Meksika, Louisiana satın alması, ondan sonra Monroe doktrini ile bütün Latin Amerika'yı talan etmek... Bütün bunların arkasında Amerikan çıkarları ve Amerika'nın kendine biçtiği bir “aşikâr yazgı” teorisi vardır. Aşikâr yazgıdan kasıt, Allah'ın en seçilmiş kulları, Anglo-Amerikan Püritenler'dir. Yalnız kendi batı sahillerini Kızılderililere karşı ve kendi aralarında talan etmek değil, bütün dünyayı kendi arka bahçeleri olarak görmek eğilimindedir. Bu konuda ciddi revizyonist Amerikan tarihçilerinin eserleri de vardır. Yani bu benim yakıştırmam değil. Ama tabii, ana akım Amerikan tarihi ve dünya tarihi bunu söylemiyor. Sanayileşmeyle birlikte pazar arayışına girmiştir ve alanını çok genişletmiştir. Uzak Asya'yı devamlı zorlamıştır. Komodor Perry'nin Japonya'yı topa tutmasıyla başlar, Çin'deki Afyon savaşlarıyla devam eder. Tabii, Hindiçini'yi Fransa'dan devralmış, Fransız emperyalizminin yerine geçmiştir; aynı şekilde, Ortadoğu'yu da İngilizlerden teslim almıştır. Ortadoğu'yu İngilizler cetvelle bölmüşlerdi ve bölerken de gözettikleri başlıca amaç; böl-yönet politikasına uygun olarak bu ülkelerde, bu coğrafyalarda hiçbir zaman huzur olmaması idi. Hindistan-Pakistan sınırını da böyle çizmişlerdi. Bunlar dünya tarihine iradi, siyasi müdahalelerdir. Bu söylediklerimin komplo teorisi gibi görülmemesi lazım. İradi faaliyettir, gerçi komploysa komplo, Anglo-Amerikanlar onda da hiç eksik kalmadılar başkalarından; bunlar başı çekiyor.
Bugün dünyada halkların, ezilen sınıfların, partilerin mücadele etmeleri gereken başlıca şey kapitalizmdir -yerel olarak ve küresel olarak-. Bunun başını çeken de Amerikan emperyalizmidir.
Bütün dünyayı bir pazar olarak görmek, bir askerî-coğrafi-politik hegemonya bölgesi olarak görmek, yüksek Amerikan çıkarlarını korumak. Tabii bunu demokrasiyi yerleştirmek ve demokrasinin bekçiliğini yapmak kisvesi altında daha da güçlendirmişlerdir. Hammadde ve şimdi de enerji kaynaklarına, Asya kütlesindeki enerji kaynaklarına göz dikmişlerdir. 1980'lerden sonra daha da sağcılaşmaya başlayan Amerikan yönetimleri, Reagan'la birlikte bu programın bir kısmını realize ederek, bir kısmını peyderpey uygulamaya koymuşlardır. Sonra yeni muhafazakârlar, ondan sonra yeni liberaller bunu devam ettirmişlerdir. Obama döneminde değişen hiçbir şey yoktur. Obama çirkin Amerikalı tasvirini, güzel Amerikalı olarak değiştirmiş(!) ve işlevini görmüştür. Obama, sistemin seçtiği bir adam olarak, hem henüz suikast yapmadığı, başka türlü de tasfiye etmediği bir adam olarak, ne olduğunu bize göstermiştir. Belliydi; fakat dünyada da, Amerika'da da bir kurtarıcı olarak görülmesi sadece bazılarının safdilliğini gösterir. Asıl amacı; enerji, hammadde, pazardır. Ve finans operasyonları için hâkimiyettir. Kisvelerini tanıyoruz, tanımamız lazım. Bugün dünyada halkların, ezilen sınıfların, partilerin mücadele etmeleri gereken başlıca şey kapitalizmdir -yerel olarak ve küresel olarak-. Bunun başını çeken de Amerikan emperyalizmidir. Bir başka büyük mücadele hedefi daha vardır; o da siyasallaşmış dindir. Bütün dünyaya yayılmaya başlayan din, Soğuk Savaş'tan sonra ortaya bütün hatlarıyla çıkmış bir olgudur. Amerika'nın burada da vebali vardır. Zaten etnik ve mezhepsel temele göre böldüğü bölgelerde, özellikle Ortadoğu'da bunu iyice keskin hâle getirmiş ve girdiği her yerde iç savaş çıkarmıştır. Çıkarmak istiyor demiyorum, çıkarmıştır; maddi olgu hâline gelmiştir. Irak'ın hâli ortadadır, şimdi Suriye. Orası da bu tehdit altında.
Yeni Dünya: Saldırılar yoğunlaşıyor diyorsunuz. Suriye'den sonra İran'ın da isminden sürekli bahsediliyor. İran'a yönelik özellikle İsrail üzerinden bir saldırı olabileceğine ilişkin değerlendirmeler de yapılıyor. Bu noktada İsrail'in yeni dönemde bölgedeki konumunu nasıl değerlendirmek lazım?Taha Parla: İsrail'in yerinde eşindiği aşikâr ve Amerika'ya da telkinlerde bulunmaya çalışıyor. Amerika biraz tutuyor, biraz bırakıyor; ama şimdilik kontrol ediyor. Çünkü İsrail'in değerlendirmesiyle aynı değerlendirmeye sahip değil; hatta yakın bir zamanda Amerika'da 9 veya 10 general Obama'ya açık mektup yayınladılar. İran'a girmenin askerî olarak isabetli olmadığına dair. Tabii bu 9 generale karşı kaç 90 general var? Onu da bilmiyoruz.... Amerika İsrail'i ne kadar tutar göreceğiz. Bir taraftan da o eşinmeyi teşvik ediyor, bir caydırıcılık olarak, en azından. Ama ok yaydan da çıkabilir, o iç bilgilere sahip değiliz. Mesela bundan 3-4 sene önce buraya gelen solcu bir New York Üniversitesi profesörü o zaman itibarıyla “2 aya İran savaşı geliyor” demişti. Amerika muazzam bir dezenformasyon makinesiyle çalışıyor. Ayrıca İran küçük lokma değil, büyük lokma. Çok münasebetli bir deyim olmasa da “devlet geleneğine” sahip bir ülke. Büyük ve zor bir coğrafya. Irak'a benzemez. Dümdüz ova değil, çok dağlık; mezhepsel olarak daha homojen bir ülke. Daha sıkı durabilir. Teknolojisi zayıf değil, disiplini kuvvetli. Bunları överek söylemiyorum. Durum tespiti yaparak söylüyorum. Çetin ceviz İran... Amerika'nın şimdiye kadar yaptığı şey, görebildiğim kadarıyla, İran'ı bugüne kadar mümkün mertebe tecrit etmek, tek çürük diş hâline getirmek idi. Bunun tamamlanması için de Kuzey Afrika'nın düşürülmesi ve şimdi de Suriye'nin düşürülmesi ve Lübnan'ın düşürülmesi geliyor. Suriye için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Suriye'yi Amerika'nın gözü kesiyor gibi görünüyor. Eli kirli görünmek istemediği ölçüde, Avrupa'daki müttefiklerini devreye sokuyor. Irak'ta, Kuzey Afrika'da, Libya'da, Fil Dişi Sahili'nde de böyle yaptılar. Türkiye de, eskiden kullanılan bir terimle, alt-emperyalist ülke olarak taşeron ülke adaylarının başında geliyor. Zor ve nazik bir dengeyi korumaya da çalışıyor. Ama ben öyle tahmin ediyorum ki; Amerika Türkiye'nin kolunu iyice bükerse, Türkiye bu yola da girer. Çünkü orada bir alternatif maliyet hesabı yapacaktır, zaten sadece muhasebe olarak bakıyor siyasete; ilkesel bakmıyorlar. Ve Amerika'yla çok iyi çalışan bir kadro var. Üstelik bedeli yüksek bir askeri rejim de değil, sivil bir yönetim. Ama tabii Rusya ve Çin faktörünü ve İslami bağlarını da düşündüğümüzde harekete geçmesi hiç de kolay değil. Suriye'de olmakta olan şeyin dozunun artacağını tahmin edebiliriz diye düşünüyorum. Zaten Neoconlar'ın hazırladığı projelerle -ki, neoliberaller bu projeleri onlardan miras aldı- Büyük Ortadoğu Projesiyle, ABD İngilizlerin vaktiyle yaptığı gibi, cetvelle ülke çizmek istiyor. Bu sefer daha da belirgin olarak, etnik ve mezhepsel rekabetlere bağlı iç savaş çıkartmak üzere yola koyulmuş vaziyetteler. Olguların dozu ne kadar artacak, hep birlikte göreceğiz. ABD, Arap Birliği'ni de yanına almış vaziyette. Amerika'nın taşeronu olunca, İslam kardeşliği de çalışmıyor yani. Hemen şunu da söyleyeyim, bugün büyük fırçalarla -biraz da afaki- bakacak olursak, dünyada gördüğümüz en büyük tehlike; kapitalizmdir. Fakat Amerika'nın başını çektiği emperyalist, küresel emperyalist kapitalizm daha da tehlikeli. Eskiden Nazi faşizmi için faşizmin en kötü örneği deniliyordu. Çünkü çok büyüdü ve muazzam bir teknolojiyle beslendi. Şimdi yüksek bir teknolojiyle desteklenen Amerikan emperyalizmi, dini de kullanıyor. Üçüncü tehlike de siyasallaşmış dindir. Her konuda siyasette, kültürde, iç siyasette, dış siyasette riyakârca veya imanlı olarak -ikisi de tehlikeli- kullanılıyor din olgusu. Batı düşüncesinin en büyük kazanımlarından biri, aydınlanmayla birlikte dini kamusal hayattan uzaklaştırmaktı. Yalnız bilimden uzaklaştırmak, siyasetten uzaklaştırmak da değil. Bireysel epistemolojiden ve ahlaktan da uzaklaştırmaktı. Çünkü dinler son tahlilde dışlayıcıdır. Sosyalizm bunu yapmıştır. Marksizm bunu yapmıştır. En ileri noktasına götürmüştür. Hatta beğenmediğimiz liberalizm de belli bir oranda bunu yapmıştır. Liberalizmde bile dine karşı mesafe almak vardır. Amerika ise şimdi, bu konuda başı çekerek; özellikle de son 10-15 yıldır dini kamusal hayatın içine çekmekte. ABD bugün dünyanın en dindar ve bağnaz ülkelerinden birisidir. Amerika’daki kilise, ibadet yeri sayısı dünyanın hiçbir yerinde yok. Laik ve seküler geçinir; ama ikisi de değil. Amerikan başkanlarının -Obama dahil- konuşmalarına bir bakın; "Allah sizi takdis etsin" ile başlar, "Allah sizi takdis etsin" ile biter, yahut en azından ikincisi. Dünyada da din temelli böl-yönet politikaları uyguluyor. İç savaşların temeline dini yerleştiriyor.
Amerika aydınlığa karşı bir karanlık çağı, bir Ortaçağı getirmekte. Getirmek istiyor değil, getirmektedir.
Yeni Dünya: Günden güne daha çok kullanılan bir ılımlı İslam söylemi var.Taha Parla: Ilımlı İslam bir fiksiyondan ibarettir. İnananların gözünde dinin azı değil çoğu makbuldür; onun için de kamusal hayattan uzaklaştırmak lazım. Çünkü akıl ve muhakeme işi değil, iman ve sorgusuz sualsiz inanç işidir. Din ancak bireysel vicdanda ve bireysel epistemolojide biraz daha yer bulabilir. Dini tekrar kamu hayatına çekmek çok büyük bir tehlikedir ve mücadele edilecek şeylerin başındadır. Amerika aydınlığa karşı bir karanlık çağı, bir Ortaçağı getirmekte. Getirmek istiyor değil, getirmektedir.
Yeni Dünya: O halde dış politikada da gericileşme artacak diyorsunuz.Taha Parla: Evet, özellikle dünya tarihinin bu saatinde dinden uzaklaşılması gerekirken... Yani tarihe mal edilmesi, raflara kaldırılması ve zamanla oralardan da çıkarılması gerekirken; içeri alınıyor.
İçgüdüsel ve klişelerle dolu bir laik muhalefet görüyor gibiyiz; ama onun kıymeti olacağını sanmıyorum. Çünkü laiklik Türkiye'de tam bir laiklik değildir. Her zaman eksik, tutarsız ve güdük kalmıştır. Kemalist laiklikten bahsediyorum. Şunu belirtmek gerekir; ben, Kemalizmin laikliğini beğenmediğim için eleştirmiyorum, yetersiz olduğu için eleştiriyorum ve onu sürdürüyorlar.
Yeni Dünya: İç gündeme baktığımızda, bugünlerde gazetelerde İmam Hatiplerin orta kısımlarının yeniden açılması ve yaygınlaştırılması, 4+4+4 şeklinde yeni eğitim sistemine geçilmesi, özellikle emekçi çocuklarının 9-10'lu yaşlarda meslek eğitimine yönlendirilmesi gibi hamlelerin planlandığını görüyoruz. Bunları bir arada değerlendirdiğinizde, okuduğunuzda ortaya çıkan tablo sizce nasıl? Türkiye nereye gidiyor?Taha Parla: Vahim... Ne kadar gelişecek göreceğiz, fakat eksik teşebbüs olarak bile vahim... Biz dinin mümkün olduğunca kamusal hayatın her alanından çekilmesi gerekir derken; eğitime tekrar girerse 12 Eylül müfredatı bunun yanında masum kalır. Bunun da ötesinde; bu yasalar şu an hazırlandıkları tarzda gerçekleşirse, vahim olur. AKP'nin riyaset ettiği tarikatlar koalisyonunun uygulamaya çalıştığı en tehlikeli projelerden birisidir. Fakat bunun karşısında direnecek olan bir medya, bir üniversite görmüyoruz. Bir ölçüde solu görüyoruz; ama solun cüssesi maalesef henüz sınırlı. İçgüdüsel ve klişelerle dolu bir laik muhalefet görüyor gibiyiz; ama onun kıymeti olacağını sanmıyorum. Çünkü laiklik Türkiye'de tam bir laiklik değildir. Her zaman eksik, tutarsız ve güdük kalmıştır. Kemalist laiklikten bahsediyorum. Şunu belirtmek gerekir; ben, Kemalizmin laikliğini beğenmediğim için eleştirmiyorum, yetersiz olduğu için eleştiriyorum ve onu sürdürüyorlar. Bundan yıllarca önce çıkan İmam Hatipler münazarasında üniversitelerimizde bazı öğretim üyeleri bildiri imzaladılar, bir maddesinde İmam Hatiplerden “ihtiyaç kadar mezun verilsin, daha fazla mezun verilmesin” diye. Kemalist laiklik burada kalmıştır.
Yeni Dünya: Bulunduğumuz durumda resmî ideolojinin yeniden evrimleştiğinden bahsedebiliriz galiba.Taha Parla: Çok dikkatli hareket edilmesi lazım. Şimdi, Türkiye'de özellikle son seçimden sonra -seçim yaklaşırken de hazırlıkları vardı- bir şey oldu. O da şu: Eski Kemalistlerin bir kısmı yerlerinde saydılar ve taviz vermediler. Ama aynı zamanda ulusalcı ve antidemokratik oldukları için de çok tutarlı bir siyasi aktör veya aktörler grubu olamadılar. Karşı tarafta bir tarikatlar koalisyonu var. AKP'nin kendi tarikat etkilerinin yönlendirdiği bir riyaseti var. Bunun içinde de sayısal olarak ve fikri olarak Gülen faktörü ön plana çıkıyor.
Fakat son gelişmeler -MİT olayında olduğu gibi- biraz yatıştırılsa da ciddi bir rekabet olduğunu ve yakında tekrar yüzeye çıkabileceğini gösteriyor. Ama bugün için Gülenciler de, Erdoğan da koalisyonun temel ekseninde mutabık.
Gülen Cemaati bir siyasi hareket. Bürokrasinin bütün kompartımanlarını ele geçirmeye çalışıyor. AKP'ye kendi gündemini, uzun vadeli misyoner taleplerini dayatıyor. AKP de koalisyonuna hizmet verdiği için taviz veriyor ama bir iç gerilim kesinlikle var. Hem dar siyasi rekabet ve çıkar açısından, hem de alt mezhepsel çekişmeler açısından. Şimdiye kadar birlikteliğin çatladığını söyleyeceğimiz bir tezahür görmemiştik. Fakat son gelişmeler -MİT olayında olduğu gibi- biraz yatıştırılsa da ciddi bir rekabet olduğunu ve yakında tekrar yüzeye çıkabileceğini gösteriyor. Ama bugün için Gülenciler de, Erdoğan da koalisyonun temel ekseninde mutabık. Orta vadede esaslı bir kopma göremiyorum. Daha alt plandaki nüansları farklı değerlendirmek lazım.
Yeni Dünya: Bir de askerlerin konumu var tabii.Taha Parla: Askerî vesayet seçeneği artık çok gerçekçi değil. Gerçi gerekirse o da tekrar olabilir. ABD'nin git gelleri, döner kapı politikalarını her yerde uyguladığını biliyoruz. Amerika için siviller ilkesel bir tercih değil, sadece daha uygun bir tercih. Bir de orduların kendi meslek kodları itibarıyla ayak sürüme alışkanlıkları vardır. Örneğin Pakistan Ordusu tam bir kukladır. Fakat fazla tutmuyorlar, deviriyorlar. Sivilleri gönderiyor, askerleri oturtuyorlar ve tam tersi de.
Yeni Dünya: Sol, sosyalist çevreler, sendikalar tabloda nerede duruyor?
Şu anda sol güçler bu gidişe müsaade etmemeli. Ama engeller de diyemiyorum. Bunu da kötümserlik diye söylemiyorum. Sabırlı ve dirençli olmak gerekiyor. Bu arada isabetli teori olmadan, yeterli pratik yapılamayacağı kuralını unutmamak lazım.
Taha Parla: Ben de bu soruyu soruyorum ama cevabı pek gelmiyor. Doğru bilinen bir amaç için havlu atmamak lazım. Önce istif bozulmamalı, sonra da doğru bilinenler daha geniş çevrelerle paylaşılmaya çalışılmalı. Böyle baktığınız zaman istif bozmama şartı bile yerinde değil. Sayısal ve örgütsel olarak, teori ve bilinç olarak da çok yeterli olmayan sol, ahlaki olarak doğru yerde duruyor. Her fırsatta ifade ediyor, eylem yapıyor. Ama hükmü nedir, cürmü nedir, ne kadar yer yakıyor? Elbet bu artacak. Nasıl arttırılabilir, temel sorulardan biri budur. Bu iktidar döneminde ve uluslararası konjonktür içerisinde, geniş toplumsal planda siyaset yapma olanağı kısıtlı. Böyle olunca iradeli küçük topluluklar dışında, kurumlar yok ortada, üniversite yok, sendikalar zayıf. Çok saygı duyduğum bazı arkadaşlarım sendikalarda iyi işler olduğunu söylüyorlar; ama ben çok ikna olmuyorum. Şu anda sol güçler bu gidişe müsaade etmemeli. Ama engeller de diyemiyorum. Bunu da kötümserlik diye söylemiyorum. Sabırlı ve dirençli olmak gerekiyor. Bu arada isabetli teori olmadan, yeterli pratik yapılamayacağı kuralını unutmamak lazım. Yetersiz bilgi ile sol teorinin şurası kusurlu, bu parça kusurlu deyip; başka söylemlere ve analizlere yönelmemek lazım. Marksizm’in üzerine bina etmek lazım. Yeni Dünya: Peki, Marksizm'e, Marks'a, Lenin'e yeniden dönüşün kaçınılmazlığından bahsedilebilir mi?Taha Parla: Tabii. Kutsal Kitap gibi yaklaşmamak lazım ama; diğer bütün sosyal felsefelerden, sosyal bilim teorilerinden, gerçekliği daha fazla açıklamaya çalışmış, birçok konuda da başarılı olmuş teori Marksizm'dir. Marksizm dışı büyük izmlere baktığımız zaman, hepsi gördüğümüz vahim sonuçları veriyor; iflas ediyor. Kendi içinde de tutarlı değil. Dış tutarlılık diyebileceğimiz, gerçekliği daha kapsamlı ve yeterli bir biçimde açıklama işlevini de yerine getiremiyor. Marksizm öyle değil. Marksizm’de sosyal ve ekonomik bir teori, devrim teorisi ve ısrar ediyorum, ahlak ve siyaset teorisi var. Yeni sol gibi post-Marksizm’e veya anti-Marksizm’e de varmamak lazım. Eksikleri varsa tamamlanır.
Marksizm’de sosyal ve ekonomik bir teori, devrim teorisi ve ısrar ediyorum, ahlak ve siyaset teorisi var. Yeni sol gibi post-Marksizm’e veya anti-Marksizm’e de varmamak lazım. Eksikleri varsa tamamlanır. Ama omurga olarak Marksizm’e geri dönülmesi lazım.
Ama omurga olarak Marksizm’e geri dönülmesi lazım. Aynı yetkinlikte başka bir şey yok çünkü. Şayet Marksizm’i aştığı iddia edilen “x” teorisi teklif edilirse, biz de mukayeseli olarak değerlendiririz.
Yeni Dünya: Savaş ve Suriye konusunda muhalefet şimdilik zayıf görünüyor, Oysa Irak İşgali öncesinde Dünya'da ve Türkiye’de daha ciddi bir muhalefet vardı sanki. AKP'nin 92 milletvekili bile savaş tezkeresine hayır oyu kullanmıştı. İsrail, Lübnan'a saldırdığında da yine ciddi bir ses çıkmıştı. Ancak Suriye konusunda muhalefetin durumu daha parçalı galiba?Taha Parla: Niye böyle olduğu bana açık görünüyor. Amerika'nın baskısı arttı, mengenesi daha fazla sıkıştı. Türkiye'nin de var zannettiği pazarlık gücü azaldı. Çünkü Irak konusunda tezkere kazasından sonra, bu Türkiye'nin ayak sürümesi olarak algılandı. Bugün Amerika’nın emperyal kibri daha fazla dayatılıyor. Yani Amerikan mengenesi sıkışıyor. Bunu “nasıl aşabiliriz” zor bir soru. Ne kadar muhalefet yapılabiliyorsa o kadar muhalefet yapmak lazım.
Yeni Dünya: Peki toplumsal muhalefetin, yeterince ses çıkarmamasına dönecek olursak niçin böyle bir ilgisizlik var?
Bir ülkenin iç siyaseti ne kadar problemli olursa olsun, halklara müdahale etme hakkını kendinde gören saldırganlara karşı her zaman eleştirel olmak gerekir.
Taha Parla: Sayı, örgüt yetmiyor; ama teori de bazen yetmiyor. O örneklerden biri sayıyorum. Bu konuda da Suriye rejiminin otoriter nitelikleri gerekçe gösterilerek, hâkim medyanın ve sözde sol kesimlerin etkisinde kalınarak bu konuda ses çıkarmaktan ürküntü duyuluyor. Hâlbuki şunu unutuyorlar: Bir ülkenin iç siyaseti ne kadar problemli olursa olsun, halklara müdahale etme hakkını kendinde gören saldırganlara karşı her zaman eleştirel olmak gerekir. Bunu Kürt meselesine yansıtırsak, emperyalizmin müdahalesini tarihî fırsat olarak görenlerin sayısı hiç az değil. Bu ilkelerden tavize götürüyor. “Gerçekçi siyaset” ile karıştırılan fazlasıyla pragmatik siyaset anlayışı sonuç vermiyor, sonuç vermediğini de görmüyorlar. Kürt hareketine öncülük eden ve ona eklemlenen Kürt ve Türk sol kanatları da bazen buna eyvallah diyorlar. Kalan ve doğru muhakeme yürüten solun da çok fazla hükmü olmayabiliyor. Bir yerde yine sayı, örgüt ve teoriyle soruna etki edebilme meselesi… Söyleşi: Nöber Özyürekoğlu, Murat Nergiz Fotoğraf: Erkin Ön Kayıt: Selin Çalışkan
Taha Parla'nın kitapları:
