Suriye kaybedilirse Filistin kaybedilir

11 Tem 2015

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Dünya Kudüs Günü münasebetiyle bir konuşma yaptı.

YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın yaptığı konuşmanın geniş bir özetini sunuyoruz:

Öncelikle her zamanki gibi burada bulunuyor olmanızdan dolayı hepinize çok teşekkür ediyorum. Allah’tan bu aziz ve bereketli gecelerde namazlarınızı ve oruçlarınızı kabul etmesini diliyorum.

Bir kez daha Dünya Kudüs Günü münasebetiyle bir aradayız. İmam Humeyni tarafından tayin edilen bu gün, mübarek ramazan ayının son cuma gününde düzenleniyor.

İmam Humeyni’nin Kudüs Günü ile hedefi, Kudüs’ün ve Filistin’in İslam ümmetinin mücadelesinde, cihadında, hareketlerinde, programlarında, önceliklerinde, kültüründe ve vicdanında yaşatılmasıydı.

Gün geçtikçe, İmam Humeyni’nin bu kararının hikmeti daha da iyi anlaşılıyor ve yine bölgemizin ve ülkemizin bugünlerde karşı karşıya bulunduğu şartlarda bu günün kutlanmasına olan ihtiyacımız kendini daha da gösteriyor.

Siyonist rejimin geçen yıl ramazan ayında Gazze’ye Filistin’e ve bu bölgedeki direniş güçlerine yaptığı vahşi saldırılarının üzerinden geçen bir yılın ardından şimdi Kudüs Günü’nü kutluyoruz. Bugün Arap ve İslam ülkelerinde çok zorlu şartlar olmasına rağmen Allah’a şükürler olsun ki milyonlarca kişi İmam Humeyni’nin çağrısına uydu.

En büyük gösteriler, İran kentlerinde gerçekleşti. Ama basından öğrendiğimiz kadarıyla Irak, Yemen, Suriye, Ürdün, Arabistan’ın Katif bölgesi, Bahreyn, Tunus, Moritanya, Sudan, Gazze, Türkiye, Pakistan gibi İslam ülkeleri ile Avrupa’nın bazı kentlerinde de bu törenler düzenlendi ki bu son derece önemli işaretler taşıyor.

Bu yürüyüşler ve gösteriler insanı hala Kudüs’ü hatırlayan insanların olması bakımından umutlandırıyor. İnsanlar sokaklarda, ya da solan toplantılarında bir araya geliyor Kudüs’ü destekliyor ve haykırıyor.

Yemen ve Bahreyn’de Kudüs Günü
Başlarken, özellikle iki gösteriye işaret etmek istiyorum.  Birincisi Yemen’de düzenlendi.

Aziz Yemenliler bugün Sana caddelerinde toplanıp Kudüs ve Filistin’e destek için gösteri yaptılar. Amerika’nın ve Suudi Arabistan’ın Yemen kentlerine ve köylerine saldırmasına ve canlı cansız her şeyi hedef almasına rağmen, başkent Sana ve civar kentlere yönelik hava saldırıları sürmesine rağmen on binlerce Yemenli Kudüs’ü, Gazze’yi ve Filistin’i desteklemek için gösteri yaptı.

Yemen halkı dünyanın, özelde de Arap ve İslam ülkelerinin bu ülkeyi görmezden geldiğini hissetmektedir.

Dünya, Yemen’e yönelik saldırıları destekleyenler ve karşı çıkanlar şeklinde bölünmüş değil; Yemen’e yönelik saldırıları destekleyenler ile buna sessiz kalanlar şeklinde bölünmüş durumda. Bu savaşa karşı çıkan ülke sayısı ise son derece az. Bu, son drece acı, üzüntü ve utanç verici bir durum.

Buna rağmen, Yemen halkı Gazze ve Filistin konusunda duyarsız olduğunu söylemiyor. Bundan dolayı Yemen halkına teşekkür etmeli ve Yemen halkını Filistin konusunda gösterdiği bu bilinç, irade, direniş ve ihlasından dolayı kutlamalıyız.

İkinci önemli gösteri de Bahreyn’de düzenlendi. Bahreyn’le Yemen’i birbirine benzer kılan şey, Arap ve İslam ülkeleri ile diğer ülkelerin Bahreyn’i de tıpkı Yemen gibi görmezden gelmesidir.

Çeşitli ülkelerde, ‘muhalif’, ‘silahlı grup’ ve ‘devrimci’ gibi adlar altında gruplar var ve bunlar parasal açıdan, silah açısından, medya açısından destekleniyor. Bu gruplara ve sözde devrimlere destek için BM’de, bölgesel ve uluslararası ortamlarda konferanslar, oturumlar düzenleniyor. Fakat biz bunlara Yemen ve Bahreyn konusunda tanık olamıyoruz.  Bu iki ülke özel bir mazlumlukla karşı karşıya.

Buna rağmen Bahreyn’in her köyünde ve kentinde Dünya Kudüs Günü’nün yaşatıldığını gördük. Bahreynliler bu gösterilerle İslam dünyasının merkezi bir meselesi olarak Filistin meselesine olan ahlaki, imani, siyasi ve cihadî yükümlülüklerini ortaya koymuş oldular.

Bahreyn’deki siyasi şartlar, IŞİD’in camilere bombalı saldırı tehditlerinden kaynaklanan güvenlik şartları ve Bahreyn rejiminin baskı ve sindirmeleri, bu gösterilerin düzenlenmesini etkileyemedi.

Dolayısıyla bugünkü milyonluk gösteriler bize umut veriyor.

İsrail
Bugün Dünya Kudüs Günü vesilesiyle Kudüs’ü işgal eden rejimle ilgili konuşacağız. Bugün tüm bölge ülkeleri bu rejimi görmezden geliyor ve başka yerlerle meşgul oluyor.

Konuşmamda bölgesel gelişmelere ve son olarak da Lübnan’daki siyasi duruma değineceğim. Lübnan’daki siyasi gelişmeleri değerlendirebilmek için özel bir vakte ihtiyaç olsa da son günlerde ve haftalarda yaşanan gelişmelerin önemi sebebiyle Lübnan iç meselelerine de değineceğim.

Öncelikle düşmanımız olan Kudüs’ün ve Filistin’in işgalcisi olan rejimden başlayayım.

Bugün İsrail neresidir?  

Geçtiğimiz haziran ayında Herzliya’da bir konferans düzenlendi. Burada her yıl konferans düzenlenir. İsrail’in siyasi, askeri ve güvenlik alanlarındaki liderleri ve ayrıca başka ülkelerden uzmanlar bu konferansa katılır.

Bu konferansın İsrail’le ve bölgeyle ilgili stratejik konuları değerlendiren bir mahiyeti var ve konferansın sonunda da birtakım tavsiyelerde bulunulur.

Şimdi bu tavsiyelere ve İsrail’in tutumuna odaklanacağım bakalım İsrail bölgeye yönelik ne politikalar izliyor.

Bu konferansta görüş birliği içinde ortaya konan ilk husus, İsrail’in bölgesel ve stratejik şartlarının iyileştiği oldu. Yani bu rejimin bölgesel ve stratejik şartları İsrail’in dehşete düşmesine neden olan Arap Baharı, Halk Devrimleri ve benzeri gelişmelerin yaşandığı dört yıl öncesinin şartları artık yok ve İsrailliler son derece rahatladı.

Maalesef İsrail liderleri artık 1.5 milyar Müslüman arasında tehditle karşı karşıya değil. Kutsal Filistin topraklarını işgal eden küçük İsrail rejiminin varlığını tehlikeye düşüren tehdide ve İslam dünyası içerisinde bu rejime yönelik birkaç tehdide işaret edeceğim.

1.5 milyar Müslümanın siyasi rejimleri, orduları, hava kuvvetleri, füzeleri, zırhlıları İsrail için tehdit değil; dolayısıyla bu rejim tam bir huzur içerisinde bulunuyor.

İsrail şu an etrafında yaşanan olayların kendi çıkarına olduğunu düşünüyor. Herzliya konferansına katılanlar ve İsrail liderleri Suriye’de yaşanan yıkıcı savaştan dolayı memnuniyetini dile getirdiler. Suriye’deki durumun ne olacağıyla da ilgilenmiyorlar. İsrailliler, Suriye’de bugünkü şartlarla ilgileniyorlar.

ABD ve İsrail hakimiyetine, İsraillilerin Filistin’e ve bölgeye dayattığı barış şartlarına karşı çıkan Direniş Ekseninin temel ülkesi Suriye, bugün zayıflıyor ve tahrip oluyor. İsrailliler bu sebeple Suriye’deki durumdan memnuniyet duyuyor.

Bazı siyonist liderler, dünyanın Golan’ın ilhak edilmesi kararını tanıması için çalışma başlatılmasını teklif ettiler. İsrailliler şu an bu yönde diplomatik çalışma yürütüyor. Siyonistlerin bu konudaki bahanesi de şu: Mevcut şartlarla karşı karşıya bulunan Suriye’de Golan’ın kurtarılması gerekiyor.

Ayrıca İsrail’de Golan’da yeni yerleşim merkezleri kurulması ve buradaki siyonist yerleşimcilerin sayısının 100 bine çıkarılması talep ediliyor. Bu talepler Herzliya konferansında söz konusu edildi.

İsrailliler Suudilerin ve Amerika’nın Yemen saldırısından memnuniyet duyuyor. Suudi Arabistan’la dayanışma içerisinde olduklarını ilan ediyorlar.

Suudilerin İsrail’e hizmeti
İsrailli liderler, Suudi Arabistan’la ve ılımlı Araplarla Yemen’deki tehdide karşı stratejik ittifak kurulmasından söz ediyorlar.

İsrailliler, Yemen’in kendi halkının iradesiyle hareket eden bağımsız ve özgür bir ülke haline gelmesi durumunda Direniş Ekseni’nin bir parçası haline dönüşeceğini ve İsrail için bir stratejik tehdit haline geleceğini söylüyorlar.

Bugün Yemen’deki savaş Suudi Arabistan’ın İsrail’e yaptığı en büyük hizmettir ve İsrail’in de bundan memnuniyet duyduğundan hiçbir kuşku bulunmamaktadır.

Bölgenin ekonomik, siyasi, askeri ve stratejik meselelerine vakıf olanlar Yemen’in Bab el-Mendeb boğazında ve Kızıldeniz’de ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar.

İsrail, bölge ülkelerindeki iç savaşlardan memnuniyet duyuyor. İstihbarat servisi aracılığıyla ve çeşitli yöntemlerle bu savaşların daha da şiddetlenmesi için çalışıyor.

Maalesef bazı ülkeler şu an bu musibete düşmüş durumda; şu an benzer bir plan Cezayir için söz konusu ediliyor ve maalesef şu an bu ülkede de taifeci çatışmalar yaşanmaya başladı.

Ben Cezayir’deki durumu tam olarak bilmiyorum; ama maalesef bazı bölgelerde sorunlar yaratıldığı zaman medyada Arap-Amaziğ (Cezayir’de) etnik ihtilaflarından söz edilirdi.  Ama son günlerde bazı yabancı Arapça kanallarda Maliki-İbadiye mezhebi çatışmalarından söz edilmeye başlandı.

Batılı ülkeler bu çatışmaları mezhep çatışması olarak göstermek istiyor. Herzliya konferansındaki utanmazlık öyle bir düzeye ulaştı ki bazı İsrailliler terörizmle mücadele için İsrailli Araplar arasında ihtilaf yaratmaktan söz eder oldular.

İsrailliler kimleri terörist olarak görüyor? İran ve direniş örgütleri İsrailliler açısından terör tehdididir.

İsrail tam bir ikiyüzlülükle Sina’daki gelişmeler konusunda Mısır’la dayanışma ilan ederken aynı zamanda Mısır’la Gazze arasında, yani Kahire ile Hamas arasında ihtilaf yaratmaya çalışıyor.

İsrail, Suriye’de güya Dürzileri savunuyormuş görüntüsü veriyor; ama İsrailliler aynı zamanda sadece Dürziler için değil tüm Suriyeliler için en büyük tehdit olan Nusra Cephesi ve diğer tekfirci gruplara her türlü yardımı yapıyor. Bu, İsrail’in ikiyüzlü politikasıdır.

Terörizmin kaynağı ve temeli olan, terör devleti olan, terörist örgütler tarafından kurulmuş olan ve mahiyeti gereği terörist olan İsrail, kendisini terörle mücadele eder gibi gösteriyor.

İsrail daha bir yıl önce Gazze’de insanlığa karşı en büyük savaş suçunu işledi. Geçmiş yıllar boyunca İsrail’i hep idare deden uluslararası kurumlar bile bu kez bu gerçeği görmezden gelemedi.

İsrail kadınları ve çocukları öldürdü, evleri yıktı, sivilleri katliama tabi tuttu. Bu rejim tüm bu haliyle kendisini medeni olarak göstermeye ve terörle mücadelenin bir parçası haline gelmeyi istemektedir.

Maalesef belki de bazılarının terör eylemlerinin yarattığı kötü durumdan dolayı kimileri bizim artık İsrail’le değil şu anki teröristlerle mücadeleye ihtiyacımız var diyebiliyor.

Tekfirci terör en büyük musibet
Şu anki tekfirci terör İslam ümmeti için en büyük musibettir. Bu tekfircilerin hiçbir siyasi programı yok; tüm eylemleri sözde dini ve mezhebi bağlılık üzerine kurulu. Bölgede meydana gelen tüm katliamlar bir siyasi programa değil bu bağlılığa göre gerçekleştiriliyor.

Meselenin diğer bir boyutu, İsrail’in kimleri terörist olarak gördüğüdür. İsrail için tehdit olan sadece bir ülke var. Suriye’nin İsrail’e yönelik bir tehdit olmaktan çıkmasından sonra sadece İran kaldı.

İsrailli tüm yetkililer ve uzmanlar, Herzliya konferansından önce ve sonra İran’la, onun nükleer programıyla, füze geliştirme kapasitesiyle, ekonomik durumuyla, halkı ve yönetimi arasındaki dayanışmayla, liderinin sağlık durumuyla meşgul olmaya başladı. Dolayısıyla İran ve direniş örgütleri İsrail’in bölgedeki hedefidir.

Direniş grupları İsrail için stratejik tehdit
Başta Hizbullah olmak üzere direniş örgütlerine büyük saygımız var ve değer veriyoruz; ancak bu örgütler, İsrail için bir varoluşsal bir tehdit düzeyine ulaşamadılar. Bu örgütler İsrail için bir stratejik tehdittir; ama İsrail’in varlığına yönelik bir tehdit olma düzeyine ulaşmış değildir.

İsrail’in bugün kendi varlığı için sadece İran’ı bir tehdit olarak gördüğü bir gerçektir bu sebeple de dünyanın her yerinde İran’a karşı kışkırtıcı eylemler içerisinde oluyor. Netanyahu, ABD Kongresi’nde İran’a karşı çaba gösterdi. O, Arap ülkelerini İran’a karşı kışkırtıyor.

Arap ve İslam ülkelerindeki siyasi çevreler ve basın neden şu soruyu gündeme getirmiyor? Neden hiçbir Arap ve İslam ülkesi İsrail’e yönelik bir tehdit değildir de sadece İran tehdittir? Kudüs Gününde bu sorunun sorulması gerekmez mi?

Siyonistler İran’a neden bu kadar büyük bir düşmanlık gösteriyor? İsrail’in bu kaygı, korku ve ihtiyatlarına neden Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri konusunda tanık olmuyoruz?

Bugün Arap orduları milyarlarca dolarlık silah, uzun menzilli füze, zırhlı araç vs. satın alıyor; ama İsrail bunlardan hiçbir kaygı ve korku duymuyor.

Bu kaygısızlığın sebebi, bu rejimden yazılı garanti almış olmalarından dolayı değil; aksine İsrail’in Arap rejimlerinin zihniyetinden ve düşünce tarzından duyduğu güvendir. Siyonist rejimin kurulmasından sonra birçok Arap rejimi bunu teyit etti.

İsrail, Arap rejimlerinin Kudüs’ü ve Filistin meselesini sattığını çok iyi biliyor. Geçen bir yılda Gazze halkının evleri tamir edildi mi? Buradaki yaralıların durumu nedir? Gazze ablukası kalktı mı? Gazze halkı nasıl bir hayat sürüyor?

Yemen, Suriye ve Irak’ta halka karşı yürütülen savaşa harcanan milyarlarca doların küçük bir kısmı Gazze için harcansaydı, Gazze halkı bu durumda olmazdı. Gazze halkı Filistin’in, Arap ve İslam ümmetinin bir parçası değil mi? Ve mecburen sormak durumundayız Gazze halkı Sünni ve Müslüman değil mi?

Arap rejimlerinin desteklediği tekfirciler İsrail’in çıkarına hizmet ediyor
Ayrıca İsrail şunu çok iyi biliyor ki Arap rejimlerinin desteğine sahip olan tekfirci grupların Filistin veya Kudüs’le bir ilgileri yok, bunların savaşı başkalarıyla. Tekfirci gruplar yalnızca İsrail’in çıkarına çalışıyor.

İsrail’in çıkarları için yorulmak bilmez bir şekilde Irak, Suriye ve Yemen’i viran ediyor. Müslümanlar arasına mezhep fitnesi, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasına ayrılık fitnesi sokuyorlar, İslam ümmetini tüm bölge ülkelerin toplumsal dokusunu parçalamaya çalışıyorlar.

İran
Kudüs’ü savunma ve İsrail’le mücadele bayraktarlığını sadece İran yapıyor ve İsrail’in varlığını tanımıyor. Hatta nükleer müzakereleri ve muhtemel anlaşmayı da bununla ilişkilendirmiyor.

Netanyahu, anlaşmaya İran’ın İsrail’i tanımasını öngören bir madde eklenmesini istedi. İran’ın İsrail’i tanıması şartıyla anlaşma gerçekleştiğinde İran’ın her istediğinin vermesi istendi; ama şunu kesin olarak söyleyeyim ki İmam Hamenei’nin liderliğindeki İran İslam Cumhuriyeti, onun hükümeti ve parlamentosu asla böylesi bir maddeyi kabul etmeyecek.

İran bugün tüm ülkelerle birlikte olmak istiyor, Direniş Eksenini ülkelerden örgütlere kadar siyasi mali ve askeri açıdan destekliyor. Fakat başka hiçbir tarafın bunu yapacak cesareti yok.

İran 30 yıldır karşı karşıya olduğu yaptırımlara ve savaş tehditlerine rağmen Direniş Eksenini desteklemeye devam ediyor

İran, İsrail ve bölgedeki ABD hegemonyası için bir tehdit olduğundan, çok önceden İran’a karşı savaş başlattılar ve bu savaş siyasi boyutuyla ekonomik boyutuyla medya boyutuyla devam ediyor. Bu savaşta Amerika’nın bölgedeki müttefikleri var ve bu Amerikan müttefikleri on yıllardır İsrail’in en büyük yardımcısı oldular.

Dünya Kudüs Günü’nde Müslümanlara, Hıristiyanlara, Araplara, Filistinlilere, direniş gruplarına ve Filistin’le ilgilenen diğer tüm taraflara açıkça söylüyorum: Ancak İran’la birlikte olursanız gerçekten Filistin’i desteklemiş olursunuz. İran’a düşman olursanız o halde Filistin’e ve Kudüs’e düşmansınız.

Bu bir iddia değil; çünkü Allah’tan sonra İran, Filistin halkına ve bölgedeki direniş gruplarına, Filistin’in ve Kudüs’ün geri alınması için yardım ediyor. Ama bazıları İran’ın bölgede imparatorluk kurmaya çalıştığı iddiasıyla İran’la birlikte olmaktan kaçınıyor.

İran’ın böyle bir planı yok; ama Arapları, Müslümanları ve halkları gerçek ve ciddi müttefikleri olan İran’dan uzaklaştırma planı ve hilesi var. Safevi ve Şii Hilali gibi iddialar içi boş ve temelsiz sözlerden ibaret. Bu iddialar yalan, Kudüs’ü ve Filistin’i terk eden fasit Arap zihniyeti bu yalanları uyduruyor.

Suriye
Suriye’deki yangını körükleyen, teröristlere silah ve medya desteği veren ve Suriyelilerin birbiriyle müzakere etmesine izin vermeyen ülkeler bu yaptıklarından vazgeçmelidir.

Suriye’deki yabancı savaşçılar bir yana, Suriyeli muhalif gruplar, bütün bu gelişmelerden sonra ülkedeki krizin sona ermesi gerektiğine ikna oldular.  Bu Suriyeliler askeri yolların bu krizi sona erdirmeyeceğini ve tek yolun siyasi çözüm olduğunu biliyorlar. Fakat bazıları Suriye’de siyasi çözümü engelliyor.  

Suriye eski konumuna geri dönmeli ve durum iyileşmelidir. Bazıları maceracılıklarını sürdürerek hatalarında ısrar ediyor ve bu devletin çökeceği hayalini görüyor. Aynı hayali 5 yıl önce de görüyorlardı.

İdlib’in düşmesinden sonra bazıları Suriye’nin işinin bittiğini, birkaç gün içinde yönetimin çökeceğini söylemeye başladı. Bu birkaç gün lafları 5 yıldır sürüyor. Şunu bilin ki Suriye devleti birkaç gün, birkaç ay birkaç yıl içinde çökmeyecek. Son haftalarda yaşananlar Suriye’deki durumun değiştiğini gösteriyor.

Suriye ordusu ve halk güçlerinin Dera, Suveyda, Haseke ve Sehl el-Gab’daki saldırılara karşı direnişi, bunu gösteriyor. Suriye ordusunun Zebedani ve Tedmur çevresinde inisiyatifi ele aldığını görüyoruz.

Suriye’yi askeri yollarla devirme peşinde olanlara şunu söylüyorum: Bunu asla yapamayacaklar. Onların Suriye’deki uzun süreli savaşı hedeflerini gerçekleştirmeyecek.

Suriye direnişçidir ve direnişini sürdürecek. Suriye’den yana olanlar, Suriye’nin yanında olmaya devam edecek.

Biz de Suriye’deyiz ve Suriye’de kalacağız. Geçtiğimiz günlerde bazı basın organları Rusya’nın Suriye tutumunu değiştirdiği yalanını söyledi. Fakat Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in Moskova ziyareti ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in açıklamaları bu yalanları ortaya koydu. Rusya Suriye’ye kendini yükümlü görüyor ve İran’ın da tutumu kesin.

Suriye’de olduğumuzu gizlemedik
Biz en başından beri şunu açıkça söyledik: Suriye halkının taleplerini ve siyasi reformları destekliyoruz.

Biz Suriye’nin yıkılmasına, devlet kurumlarına ve orduya tekfirci grupların hakim olmasına karşıyız. Bizim bu tutumumuz, Suriye’nin, Lübnan’ın ve Filistin’in çıkarınadır.

Biz Suriye’de savaşıyorsak kendimiz gizlemiyoruz. Suriye, Lübnan, Filistin ve İslam ümmeti için verdiğimiz şehitlerimizi iftiharla toprağa veriyoruz.

Kudüs’ün yolu, Kalamun’dan, Zebedani’den, Humus’tan, Halep’ten, Dera’dan, Suveyda’dan, Haseke’den geçiyor. Zira Suriye kaybedilirse Filistin kaybedilir.

Yemen
Aynı şekilde Kudüs’ün yolu Yemen’den geçiyor. Yemen’e yönelik Suudi-Amerikan saldırısı durdurulmalıdır. Saldırıları bir kez daha şiddetle kınıyoruz. Hizbullah olarak her an her vesileyle bu mantıksız, vahşi ve gayri insani saldırıları kınıyoruz ve bu kınamayı Allah’a yakınlaşma vesilesi sayıyoruz.

Bu saldırılar 107 gündür devam ediyor; peki ne sonuç alındı? Yenilgi üstüne yenilgi. Kararlılık Fırtınası’nı, Umudun Geri Döndürülmesi’ni liste yapın, ne görüyorsunuz? Yalnızca yenilgi üstüne yenilgi.

Suudi rejimi şunu anlamalı ki Yemen’e yönelik savaşın hiçbir gelecek ufku yok. Yemen halkının iradesi kırılamaz. İçerideki güçlerine dayanarak daha fazla kan dökmekten başka bir sonuç alamayacak. Hava saldırıları ile özgür ve bağımsız yaşamayı onuru olarak gören Yemen halkının gücünü kıramayacak. Bugün Sana’daki gösteriyi gördünüz ve atılan sloganları duydunuz.

107 gündür cinayetler, ramazanda bile devam eden şehirlerin, hastanelerin, Pazar yerlerinin bombalanması, her gün onlarca şehit, Yemen halkını yalnızlaştıramadı, onların iradesini kıramadı.  

 Öyle gözüküyor ki Suudilerin Yemen saldırısının siyasi bir hedefi yok, tek hedefleri Yemen’den ve Yemen halkından intikam almak. Suudiler Yemen’de kendilerini savunmuyor; zira onlara herhangi bir saldırı olmamıştı.

Aksine Yemenli güçler kendilerini savunuyor, sınırdaki askeri birliklere operasyon yapıp geri dönüyor.

Yemen’de yaşananlar bir intikam operasyonudur. Zira Yemenliler Suudilerin emir sahibi gördüğü kişiye itaat etmeyi reddetti ve Suudilerin kulu kölesi olmayı istemedi.

Bağımsızlık Yemen halkına yasaklandı ve Yemen halkı da bu tercihinin bedelini ödemeye mecbur oldu.

Bu şartlarda dünyanın tüm ülkeleri Suudilere çıktıkları ağaçtan inebilmesi için yardım etmeli. Saldırıya uğrayan birinin savaş sürdükçe kendini, onurunu ve özgürlüğünü savunmaktan başka çaresi yoktur. Ama saldırganın önünde bir seçenek yok, ben Suudilerin seçeneklerinin sona erdiğini biliyorum.

Camilere yönelik terörist saldırılar
Bir kez daha Arabistan’ın Katif bölgesindeki Kudeyh ve Demmam’daki bombalı saldırıları kınıyoruz ve durumun vahameti konusunda uyarıda bulunuyoruz. Ben Suudi Arabistan içindeki meselenin hassasiyetinden dolayı konuşmak istemiyorum.

Kuveyt’te de İmam Sadık camisine namaz kılanlara yönelik saldırıyı kınıyoruz. Ama burada önemli ve dikkate değer olan husus Kuveyt Emiri’nden hükümetine, meclisinden siyasi partilerine, Sünni ve Şii ulemasından basınına ve halkına kadar bu tehlikeli olay karşısında örnek bir tutum sergilemiş olmalarıdır.

Bu davranışı tüm Arap ve İslam ülkelerinde görmek isteriz. Eğer bir cami, kilise, hüseyniye, Pazar ya da okul vahşi bir saldırıya uğrarsa o ülkenin hükümetinin, yetkililerinin, meclisinin, siyasi gruplarının, medyasının, halk kesimlerinin acıya ortak olması gerekir. Kuveyt’teki bu insani tutuma sadece saygı duyulur.

Bildiğim kadarıyla Kuveyt’te hiç kimse bu vahşi saldırıya izah getirmeye kalmadı ve herkes onu kınadı. Camiye saldıran birinin siyasi hedefi yoktur. Onlar camiye saldırdılar; çünkü orada namaz kılanlar Şii idi. Her zaman iddia ettikleri İran taraftarlığı konusu gündeme gelmedi. Bu saldırının hedefi Kuveyt’te mezhebi fitne çıkarmaktı.

Şiilerin tepki vermesini, Sünnilerin de karşılık vermesini istediler. Kuveyt Emiri’nin, siyasilerinin ulemasının ve halkının yaptığı şey Kuveyt’i kurtardı, onlar tehdidi fırsata dönüştürdü. Ülkeyi tahrip edecek mezhebi fitne tehdidi, ulusal birlik fırsatına dönüştü. Ülkenin ulusal güvenliği tekfircilere karşı daha da güçlenmiş oldu.

Ama Bahreyn’de bunun aksine oldu. Bahreyn rejimi, IŞİD’in Bahreyn’deki camileri patlatacağına dair tehditlerini ulusal birlik yönünde kullanmak, halkı diyaloga davet etmek, halka bir baba, kardeş ve insan gibi davranmak, zindanlardaki alimleri ve kanaat önderlerini serbest bırakmak, ey halk, ey muhalifler hepimiz tehdit edildik o halde diyalog kuralım ve yeni bir sayfa açalım demek yerine halkı sindirmek için daha fazla tehdide başvurdu ve özgürlükleri daha fazla sınırladı.

Ama tüm bu adımlara rağmen Bahreyn halkı yoluna devam ediyor. Bahreyn halkının ümmeti ilgilendiren bir mesele için caddeleri doldurması bu halkın bilincinin ve siyasi ve inançsal taahhüdünün bir göstergesidir.

Lübnan
Lübnan meselelerinden söz etmek için daha geniş bir zamana ihtiyaç var. İnşallah ilerleyen günlerde buna ayrıntılı olarak değinirim.

Ülkenin bir sorunla karşılaşacağı birkaç hafta öncesinden belliydi. Bu sorun ülkedeki siyasi durumla ilgilidir. Bu sorunla ilgili asli taraf Ulusal Özgürlük Hareketi ve onun Lideri Mişal Aun’dur.

Biz, Mişel Aun’la müttefik olmamızdan dolayı onunla irtibat halindeyiz ve partisiyle ilgili meselelerden de ona verilen vaatlerden de haberdardık ve bu sorunun çıkacağını biliyorduk.

Medyada sadece bununla yetindik ve halktan iç siyasi meseleleri ciddiye almasını, gerçeklere sırtını dönmemesini istedik; ama kimse bu uyarıyı ciddiye almadı.

Biz bazı siyasi grupların yanlış çıkarımlarda bulunduğunu düşünüyoruz. Mişel Aun’un hükümet ve diğer konularda haklı talepleri var. Ama Lübnan’daki bazı siyasi gruplar, Mişel Aun’u Hizbullah gibi müttefiklerinden ayırabileceklerini düşündüler.  Onlara göre Hizbullah Suriye ile meşguldü ve bu sorunlardan yararlanılarak Mişel Aun ve partisi yalnızlaştırılabilirdi; ama bu grupların çıkarımları yanlıştır.

Biz ülkede bu durumun ortaya çıkmasını istemedik. Hedef, bakanlar kurulu toplantısından önce kabineyi oluşturan araçlar üzerinde anlaşmaya varmaktı; ama bunun yanlış olduğuna dikkat edilmedi.

Nitekim bu gruplar çıkarımlarının yanlış olduğunu anladılar; çünkü müttefikleri Mişel Aun’u terk etmedi ve Ulusal Özgürlük Hareketi’ni asla yok saymayacak. Bunun sebepleri de kabine toplantısından önce ve toplantı sırasında ortaya çıktı.

Bazıları dediler ki başta Hizbullah olmak üzere Mişel Aun’un müttefiklerinin ona verdiği destek ciddi değil; çünkü Hizbullah Ulusal Özgürlük Hareketi’nin düzenlediği gösterilere katılmadı.

Öncelikle, destekleyenlerin halk hareketleri talepleri Mişel Aun ve Ulusal Özgürlük Hareketi’nin lehine değildi ki Hizbullah o gösterilere katılsın. Bu gösterilere katılmamız doğru değildi, her şeyden önce Mişel Aun bizden buna katılmamızı istememişti. O, Hizbullah’ın bu aşamadaki durumunu ve sorumluluklarını çok iyi anlıyor.

Ben burada herhangi bir tarafı sorumlu tutma peşinde değilim, sadece Lübnan’daki duruma işaret etmek istiyorum.

Birincisi, hepimiz mevcut şartlarda Lübnan’da cumhurbaşkanın seçilmesinin zor olduğunu biliyoruz; ama herkes cumhurbaşkanının seçilmesine öncelik vermelidir.

İkincisi kabinenin işleyiş araçları konusunda açık ve somut bir konsensüse varmamız gerekiyor. Çünkü cumhurbaşkanının seçilememesi sebebiyle ülkede olağanüstü durumla karşı karşıya bulunuyoruz.

General Aun ve müttefikleri hükümet faaliyetlerinin durdurulmasını istemiyor. Ayrıca kimse de hükümeti düşürmek istemiyor; çünkü her ne gerekçeyle olursa olsun hükümetin düşürülmesinin ülkenin kapatılması anlamına geldiğini, mevcut bölgesel şartlarda hükümetin istifasının son derece tehlikeli bir karar olduğunu herkes biliyor.   

Dolayısıyla kimse hükümetin düşürülmesini veya hükümet çalışmalarının durdurulmasını istemiyor. Fakat herkes bu hükümetin anayasaya uygun ve doğru bir şekilde katılımı güçlendirecek yasal araçlarla çalışmalarını sürdürmesini istiyor.

Ülkede yaşanan olağanüstü şartlardan dolayı böylesi bir anlaşmaya varmalıyız. Ulusal çıkarlar ve vatandaşların maslahatı hiçbir tarafın bu hükümetin çalışmalarını durdurmasını istememesini gerektiriyor.

Fakat burada önemli olan mesele şu ki hükümetin çalışmaları doğru işleyiş araçlarına dayanmalı, katılımı garanti etmeli ve siyasi grupların birbirine olan güvenini arttıracak şekilde gerçekleşmeli.

Üçüncüsü bizim kabinenin çalışmaları konusundaki tutumumuz son derece açıktır. Ülkede cumhurbaşkanlığı konusunda boşluk doğduğundan beri meclisteki Direniş’e Vefa grubu olarak biz meclis çalışmaları ile cumhurbaşkanlığı seçimlerini birbiriyle ilişkilendirmedik.

Bu konuda başkalarıyla farkı konumlarda yer almış olmamız mümkündür. Bizim tutumumuz meclisin normal çalışmalarını sürdürmesi yönündedir. Meclisin yasal süresi doldu. Şunu açıkça söylüyoruz ki meclisin olağanüstü çalışma döneminin başlatılması gerekiyor.

Dördüncüsü biz el-Mustakbel ve Ulusal Özgürlük Hareketi partileri ile ciddi müzakereler yapmak istiyoruz. El Mustakbel, Mişel Aun’a vaatlerde bulunmuştu ve bu vaatlerini yerine getirmesi gerekiyor. Vaatlere ve diyaloga sırt çevirmek hiçbir sonuç doğurmaz. Vakit öldürme ve Ulusal Özgürlük Hareketi’ni müttefiklerden ayırma kararı yanlıştı.

Ben buradan açıkça söylüyorum müttefiklerimizi özellikle de Ulusal Özgürlük Hareketi’ni asla göz ardı etmeyeceğiz, bizim seçeneklerimiz bu ittifak ilişkisini koruma ve güçlendirme yönündedir.

Dolayısıyla en iyi yol bu iki partinin müzakereye oturması ve daha sonra da hepimizin bu diyaloga katılmamız, diyalogu güçlendirmemiz ve ülke idaresini kendi yolunda sürdürmemizdir.

Lübnan’ın bu tarihi ve zor dönemde iç barışa, siyasi istikrara yasal kurumlara ve birlikte yaşamaya her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var. Dışlayıcı ve intikamcı olmak için bir sebep yok     

paylaş