Ahmet’in ‘sabrı’

28 Tem 2017

Geçen yazıyı Almanya için ‘ektiklerini biçiyorlar’ diye bitirdik. Bu yazıya ‘Eyyy umutlarını elin Batılısına bağlayanlar..’ diye başlamalı.
Yeni değil, epeydir âdetten. Ne zaman insanlar faşizmleriyle cepheden yüzleşseler, kendi mücadelelerinden çok ‘demokrat Batı’dan’ medet ummak moda. Neoliberal sistem yeryüzünde sermaye için sınırları kaldırmış, üstüne siyasetten arındırılmış olduğu öne sürülen bir ‘uluslararası hukuk oturtmuş’ ki, sormayın! Haliyle bu ‘yamultulmuş evrensellik’ fikri ‘biri bizi kurtaracak’ hissiyatını tetikliyor. Şöyle tuhaf tezahürlerle: “ABD’deki o savcı var ya, şimdi bir çarpacak, suratları yamulacak”… “AİHM üst hukuk yolu, haklarından gelir”… “Berlin’in sabrı taştı, günlerini görecekler”…
Görmezler efendim, görmezler. Eksik kalsın, bu şekliyle!
İşin aslı Batılılar, yaptıkları yatırımın; yani Aydınlanma geleneği üzerine eğrisi-doğrusuyla bina edilmiş Cumhuriyet Türkiyesi’ni, işlerine gelmeyen değerleriyle gömecek olan siyasal İslamcılık’tan ‘liberalizm devşirme’ girişiminin karşılığını almakta. Bütün bu krizler ‘bu şekli ve görünümüyle’ çıkarlarını korumakta zorlanmalarından.

***

Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel açıkça söyledi: “Türkiye’ye çok sabır gösterdik.” Neye ‘çok sabır’ göstermişler, orası karışık. Bütün mesele kendi vatandaşlarının da bulunduğu hak savunucularının tutuklanması mı? Yoksa sonrasında Türkiye’nin aralarında namlı BASF de dahil namlı Alman şirketlerini terörle ilişkilendirecek şekilde mayısta Interpol’e bildirmiş olması mı?
Bu sorunun yanıtını dün Alman şirketlerinin yöneticilerinin Başbakan Yıldırım tarafından ağırlanmasında aramalı! Yıldırım boş yere, “Zarar görmemeniz çok önemli. Çok açık söylüyorum, biz sizi Alman şirketi olarak görmüyoruz, bu ülkenin şirketi görüyoruz” demedi. Öncesinde Ankara’dan “Biz hiçbir ülkenin Türkiye’deki yatırımlarıyla ters bir ilişkiye girmedik”, “OHAL terör örgütlerine yöneliktir, şirketlere değil” sesi boşuna yükselmedi.
Elbette Gabriel, “Bu tehdit devam ettiği sürece Türkiye’deki Alman yatırımlarının devamını garanti edemeyiz” derken samimi. Zaten dipfrizdeki müzakereleri askıya alma, turist yollamama ve Türkiye’nin çıkarlarına zaten uymayan Gümrük Birliği’ni güncellememe tehdidinde de öyle.
AB, 7 Haziran’ı gömen 1 Kasım tekrar seçimi öncesi İlerleme Raporu’nu erteleyerek gördüğü hizmette de samimiydi. Juncker’in ağzından “prens gibi ağırlama” sözleri döküldüğünde de. Merkel, sığınmacı krizinde her ay soluğu Türkiye’de aldığında da…

***

Mesele Türkiye’ye ‘biçilen demokrasinin’ Alman şirketlerinin ne kadar hayrına tesis edileceğinde. Ankara’dakilerin “Bize ihtiyaçları var” fikri bundan. “Grevleri iptal ediyoruz ya işte” denilmesi de, S-400’lere ‘mürekkepsiz imza’ atıverilmesi de. Batı’nın Türkiye ile ilişkisindeki sistemik ikiyüzlülüğünü iyi biliyorlar. On yıllardır sol hareketlere karşı Ortadoğu’da İslamcıları, Güney Amerika ve Doğu Avrupa’da aşırı sağı destekleyen salt ABD değil. Misal Soğuk Savaş’ta Batı Almanya kimlere, niye kucak açmış, kimlere kök söktürmüştür?

***

Ankara kendi vatandaşına ‘kuralsız’, Batılılara ‘kurallarıyla’ oynuyor. İçeri pazarlanan ‘milliciliğin’ fosluğunu herkes biliyor. Yazarımız Ali Sirmen’in isabetli son analizi durumun özeti: “Asıl sorun zaman içine Tayyip Bey’in ne yapacağı belli olmaz, denetlenemez bir kişi olmasındadır, demokrasi karşıtı olmasında değil.. Emperyalizm ile her uyumsuzluk, illa antiemperyalist bir politika savunuculuğu anlamına gelmez. Ilımlı İslam’ (ılımlı yazılır, uyumlu okunur) modelinin bizatihi kendisi bir emperyalist pojedir. Liderinin BOP eşbaşkanlığına gönüllü adaylığını koyduğu bir kuruluşa antiemperyalist emeller yüklemek büyük aymazlıktır.

***

Asıl ‘sabrın sınırını’ başka diyarlarda değil, Cumhuriyet gazetesiyle ilgili ‘parkeci- pideci-tamirci- turizmci’ operasyonu davasında, aylarca süren esaretten sonra dimdik durup hakikatleri haykıran meslektaşımız Ahmet Şık’ta aramalı. Hukuk ve insanlık dersi veren gazete yöneticilerimizde… Yahut işlerine iade için onurlu direnişleri yüzünden hapse tıkılan Nuriye ile Semih’te.

paylaş