- Birgün
Türkiye’de tarımı çökertme sürecinin temelleri, 24 Ocak Kararları ve 1980 askeri darbesini izleyen yıllarda uygulamaya konulan emek karşıtı neoliberal politikalarla atıldı. O yıllarda başlatılan “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası günümüzde de artarak devam ediyor.
Coğrafya ve iklim bakımından çok elverişli konumda bulunan, farklı ekolojik bölgeleri barındıran ve bitki çeşitliliği bakımından oldukça zengin olan Türkiye, FAO’nun son verilerine göre 23.7 milyon hektar ile Avrupa’da en büyük tarım arazisine sahip ülkedir. Türkiye’nin ardından gelen Fransa 19.3, İspanya 17 ve Almanya 12 milyon hektar tarım arazisine sahiptir. Ancak bu avantaj hızla yitirilmektedir. 1980’den bu yana uygulanan IMF, Dünya Bankası ve DTÖ dayatmalı politikaların sonucunda tarım alanları 5 milyon hektar daralmıştır.
Türkiye’de tarımı çökertme sürecinin temelleri, 24 Ocak Kararları ve 1980 askeri darbesini izleyen yıllarda uygulamaya konulan emek karşıtı neoliberal politikalarla atılmıştır. O yıllarda başlatılan “üreticiyi ithalatla terbiye etme” politikası günümüzde de sürdürülmekte; arz eksikliğinden dolayı fiyatı artan her ürünün fiyatının ithalatla düşürülme kolaycılığına başvurulmaktadır. 2018 yılı itibariyle gerek tarımsal (hammadde ve gıda maddeleri) ihracatımız, gerekse ithalatımız 18 milyar dolar civarındadır, yani başa baştır. Türkiye tarımsal üretim için kullanılan tohum, gübre, ilaç, traktör, mazot gibi girdilerin yanı sıra hububat (buğday, mısır), pamuk, yağ bitkileri (soya, ayçiçeği), bitkisel yağlar ve hayvansal üretimde (yem, canlı hayvan, et) ithalata bağımlıdır.
2018 yılında 20 milyon ton buğday üreten Türkiye, bunun yüzde 30’una yakın (5.8 milyon ton) ithalat yapmıştır. Yalnızca 5 bitkisel ürün (buğday, mısır, soya, ayçiçeği, pamuk), canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı için ödenen bedel yaklaşık 6.6 milyar dolardır (yaklaşık 30 milyar TL). Aynı yıl çiftçilere yapılan destekleme ödemeleri bunun yarısı (14.5 milyar TL) kadardır. Öte yandan gıda sektöründe ithalata bağımlılık düzeyi yüzde 50 dolayındadır. Yani gıdada ihracat bedelinin yüzde 50’ye ulaşan miktarı ithal girdi için harcanmaktadır.
Bu duruma neden ve nasıl gelindiğini, konunun uzmanları olan akademisyenler, meslek örgütleri ve çiftçi sendikaları yetkililerinden anlatmalarını istedik. Verdikleri yanıtları aşağıda sunuyoruz.
ULUSLARARASI ANLAŞMALARA DİKKAT
Prof. Dr. Tayfun ÖZKAYA
Uluslararası anlaşmalar ile tarım ürünlerinde gümrük vergilerinin zorunlu olarak düşürülmesi, ithal ürünlerin iç piyasaya daha ucuz olarak girmesine kapı açtı. Diğer yandan tarım destekleri çiftçinin eline geçen fiyatlara yapılan müdahale yerine prim gibi piyasa fiyatını etkilemeyen şekle sokuldu. Bu, ihraç ürünlerinin daha ucuz satın alınarak daha ucuza satılmasına yol açtı. Öte yandan gelişmiş ülkelerin prim tarzında yüksek tarımsal destekler vermeye devam etmeleri, uluslararası şirketlerin ABD, Kanada gibi ülkelerin çiftçilerinden ucuz ürün alabilmelerini sağladı. Bu etkiler; ABD, Kanada ve AB ülkelerinde daha az emek ve daha çok sermaye yoğun üretilen tarla bitkileri ve et gibi ürünlere Türkiye pazarlarını alabildiğine açtı.
SERMAYE BİRİKİM MODELİ OLARAK TARIMDAKİ SÖMÜRÜ
Prof. Dr. Haydar ŞENGÜL
İktidar yandaş sermayeyi oluşturma hedefinde tarım sektöründeki sömürüyü derinleştirdi; bu bağlamda yandaş ithalatçıları, tüccarları, aracıları ve tarıma girdi sağlayan kesimleri kayırdı ve bunu bir sermaye birikim modeli olarak benimseyerek ısrarla takip etti. Bence işin özeti budur. “Tarım izlenen iktisadi politikalar sonucu bu durumdadır” demiyor muyuz? Başka türlü “tarım tesadüfen konjonktürel bir şekilde bu duruma geldi, dolayısıyla bu geçici durumdan çıkabilir” iddiasını kabul etmek gerekir.
TARIM BÜYÜK ŞİRKETLERE TESLİM EDİLİYOR
Dr. Burak ÖZTORNACI
Tohum, gübre, ilaç gibi girdileri üreten kamu işletmelerinin birer birer özelleştirilmesi veya kapatılması nedeniyle bu girdilerin fiyatları aşırı yüksektir. Girdi fiyatlarında yaşanan artışlara rağmen çiftçiler, ürünlerini piyasa fiyatından satmak zorundadır. Çünkü piyasa sınırlı sayıdaki tüccarın ve o tüccarların arkasındaki tekellerin kontrolündedir. Bir başka neden tarımsal üretimi; büyük işletmelerle, fabrika mantığına göre şekillendirmek isteyen neoliberal yaklaşımdır. Siyasi iktidarın tarıma bakışı “Tarımı köylülerin elinden kurtarmak”, büyük şirketlere teslim etmektir. Bu durum çiftçilerin üzerindeki iktisadi ve sosyal baskının artmasının temel nedenidir. Bunlara tarım arazilerindeki yağmanın hızla arttığını, tarım alanlarının betonlaştığını ve tarım dışına çıkarıldığını eklemek gerekir.
ÇİFTÇİLER TOPRAKLARINI ELDEN ÇIKARIYOR
Burhan ÖZALP
1980 sonrası sermayenin her alanda istediği serbestleşme politikaları tarıma da uygulanıyor ve bu süreçlere DTÖ ve AB gibi anlaşmalar eşlik ediyor. Serbestleşme politikaları 2000’li yıllarda her alanda olduğu gibi tarımda da tavan yaptı. Bu çerçevede ürün girdi piyasalarında etkili olan tarımsal KİT’ler özelleştirildi. Özelleştirmeler sonrası girdi (özellikle tohum, gübre, ilaç) piyasası neredeyse tamamen uluslararası tekellerin kontrolüne girdi, bu nedenle girdi maliyetleri çiftçilerin aleyhine gelişti, üretim maliyetleri arttı. Öte yandan TMO ve kooperatiflerin işlevsizleştirilmeleri sonucu çiftçiler ürün piyasasında büyük alıcılara mahkûm edildiler. Ayrıca meraların imara açılması, yem ve süt fiyatlarının piyasayı kontrol eden şirketlerce belirlenmesi hayvan yetiştiricilerini mağdur etti. Tüm bu süreçler kırsal nüfusun ve tarım alanlarının azalmasına ülkenin ithalata bağımlılığına yol açtı.
BAKANLIK İTHALAT VE İHRACATI DÜZENLİYOR
Abdullah AYSU – Çiftçi-Sen Genel Başkanı
1980 sonrasında öncelikle devletle çiftçinin bağı koparıldı. Kamu piyasa düzenleme işinden şirketler lehine çekildi. Tarım Bakanlığı tarımı geliştirmeye yönelik olmaktan çok ithalat ve ihracat işlerini düzenleyecek hale getirildi. Tarımsal KİT’ler özelleştirildi veya işlevsizleştirildi. Türkiye’ye tohum şirketlerinin girebilmesi için serbestlik sağlandı. 2000’li yıllarda üreticilerin çiftçilikle bağını koparacak olan Tohumculuk Kanunu çıkarılarak meydan çokuluslu şirketlere bırakıldı. Çiftçilerin üretimden pazarlamaya kadar öz örgütleri (kooperatifler) ile bağı koparıldı. Tarımsal kredi faiz oranları piyasa seviyesinde uygulanmaya başladı. Çiftçiye Tarım Kanununda öngörülen (ve zaten yetersiz olan) destekleme miktarı bile verilmedi. Fiyat politikalarının şirketlere bırakılmasıyla ürün fiyatları maliyetin altında veya başa baş olacak şekilde belirlendi; sonuç tarımın ithalata bağımlılığı oldu.
EMPERYALİZMİN HEDEFİ GIDA
Ali Bülent ERDEM – Tütün-Sen Genel Başkanı
Türkiye’de tarımsal yapı, 2. Dünya Savaşı sonrası kapitalist sistemin yeni işbölümüne göre şekillendirildi. Bu yapıda korumacı ve destekleyici politikalar zorunluydu. Türkiye gibi bazı ülkeler kısıtlı da olsa bağımsız tarım politikaları geliştirme şansını yakaladılar. Ta ki, 1980’lerde uygulamaya konulan liberal politikalara kadar… Bu yıllardan sonra giderek devleti tarımdan çekip, şirketlerin önünü açan politikalar uygulandı. AKP iktidarı tahrip ettiği tarımı bütünüyle şirketlere teslim ederek Tarımda Milli Birlik Projesinin tartışmasına kadar getirdi. Ürün deseni değişti, kırsal alanlar boşaldı, küçük çiftçiler şirketlere bağlandı. Serbest ticarete konu edilmiş gıdanın daha çok ithal edilir hale gelmesi artık kaçınılmazdı. Ülkelerin üretemez duruma düşürülmesi, emperyalizmin gıdayı ele geçirerek insanları denetim altında tutabilmesi için planlanmış bir senaryodur.
ÜRETİM ARTIRILMADAN EKONOMİ DÜZELTİLEMEZ
Özden GÜNGÖR – Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı
Ülke nüfusunun her yıl en az bir milyon kişi arttığı göz önüne alınmazsa, tarım alanları ve meralar korunmazsa, çiftçi gerektiği gibi desteklenmezse, Tarım Kanunu’nun desteklemeye ilişkin hükümlerine uyulmazsa, girdi maliyetlerini düşürmek için gerekli tedbirler alınmazsa, bir Bakandan diğerine değişen tarım politikaları düzeltilmezse, çiftçi ithalatla terbiye edilmeye kalkılırsa, kooperatifleşmeye gereken önem verilmez ve desteklemezse, sektördeki tüm bileşenlerin görüşü yerine sadece sermayenin görüşleri dikkate alınırsa, ARGE çalışmalarına gereken önem verilmezse tarımda ithalatçı olmaktan kurtulmamız mümkün değildir. Unutmamak gerekir ki, tarımımızı geliştirmeden, üretimimizi arttırmadan ekonominin kırılganlığını da düzeltemeyiz.
TARIMDA İTHALATIN TOHUMLARI MARSHALL YARDIMI İLE ATILDI
Ferdan ÇİFTÇİ – ZMO İzmir Şubesi Önceki Dönem Başkanı
Türkiye’nin tarımda ithalatçı hale gelmesinin tohumları Marshall yardımı ile atılmış, 24 Ocak 1980 kararları ile pekiştirilmiş ve AKP döneminde zirve yapmıştır. Nedenleri arasında ilk akla gelenler; uluslararası tarım anlaşmaları, yanlış ve yetersiz destekleme politikaları, planlı bir üretim için gerekli politikaların hayata geçirilmemesi, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi, tohumculuk politikaları ve kamu araştırmacılığının zayıflatılması, tarımda üretici örgütleri karmaşası ve kooperatifçiliğin zayıflaması olarak sayılabilir.
PİYASA KOŞULLARI TÜCCAR LEHİNE DÜZENLENİYOR
Hayati TOSUN – ZMO Samsun Şubesi Önceki Dönem Başkanı
Ürün fiyat politikasında piyasa koşullarının üretici değil, tüccar lehine düzenlenmesi, tarımda kısa vadeli fiyat ve piyasa önceliklerinin esas alınması, orta ve uzun vade kalıcı kalıcı çözümler yerine, kısa vadeli spot çözümlere destek verilmesi, doğru bir üretim planlamasının yapılmaması, altyapı yatırımlarına öncelikli ve yeterli desteğin verilmemesi, teknolojik gelişmeye yeterli destek sağlanmaması, katma değer yaratacak sektörel gelişmenin sağlanamaması, kırsaldaki yaşam standartlarının zamanın şartlarına uyarlanamaması, kazanamayan üreticinin köyden kente göç etmesi ve bu sürecin önlenememesi, kısacası tarıma üvey evlat muamelesinin yapılması ilk akla gelen nedenlerdir.
IMF VE DÜNYA BANKASI PROGRAMLARI TARIMI GERİLETTİ
Ahmet ATALIK/ ZMO İstanbul Şube Başkanı
12 Eylül 1980 darbesi ile ulus ötesi şirketlerin önünü açan politikalar hayata geçirildi ve karşı çıkabilecek örgütlülük parçalandı. Bu çerçevede Tarım Bakanlığı’nın birçok kuruluşu kapatıldı ve/veya işlevsiz hale getirildi. Tarımsal KİT’ler de aynı akıbetten kurtulamadı. Tarımda üretimi teşvik amaçlı destekten daha fazlası ithalata verildi. Kaynaklar kendi çiftçimiz yerine ithalat yaptığımız ülke çiftçilerinin refahına sunuldu. Tarımsal girdilerde artan ithalat bağımlılığı üretim maliyetlerini artırdı; ancak çiftçi emeğinin karşılığını alamadı.
Alım gücü sürekli gerileyen çiftçi tarlasını ekmekten vazgeçti. Tüm bunların sonucu tarımda üretimin gerilemesi ve ithalata bağımlılık oldu. Dış talimatlarla biçimlenen politikalar terk edilmedikçe, tarım gelişmiş ülkelerdeki kadar desteklenmedikçe, çiftçi bilgi ve teknoloji ile buluşturulmadıkça, müdahale kurumları işlevine sahip tarımsal KİT’ler yeniden tesis edilmedikçe; tarımın ithalata bağımlılıktan kurtulması mümkün değildir.