Bugünden geleceğe bakarken-5: Hayvancılığın hali

07 Kas 2021

Bir önceki yazımızda mevcut tarımın neden sürdürülemez olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Bu yazıda ise mevcut hayvancılık modeli ile devam edelim.

Hayvanların en belirgin özelliklerinden biri hareket etmeleridir. Hayvancılığa konu olan tüm hayvanlar besinlerini kısmen veya tamamen doğada bulabilirler. Protein ihtiyacını büyük oranda karşılayan hayvanlar için insanlık, tarih boyunca yetiştirdikleri hayvanların kolayca korunabilmeleri ve beslenebilmeleri için çitler, basit barınaklar veya karmaşık yapılar inşa etmiş, yem üretimi ile uğraşmıştır. Hayvanlar günlük olarak otlaklara mevsimsel olarak yaylalara götürülüp, büyük emek verilerek yetiştirilmeye çalışılmıştır.

Ülkemizde, kırsalda hala küçükbaş hayvan sürüleri, tavuk, ördek ve kaz gibi kanatlılar ve bir veya birkaç hayvandan oluşan büyükbaş hayvanlar yetiştirilmeye devam edilse de, gerek genç nüfusun şehirlere göçü, gerekse ekonomik zorluklar (hayvanlar kolayca nakde çevrilebilir) bu tip yetiştiriciliğin de giderek azalmasına neden olmaktadır.

Endüstriyel hayvancılık kaynaklı ucuz gıdalara mecbur bırakılan şehirdeki tüketici ise daha çok ekonomik nedenlere, ekonomik yeterlilikleri olsa bile üreticiye güvenemediğinden, geleneksel yollarla nispeten daha doğal besinlerle yetiştirilen hayvansal gıdaya ya ulaşamamakta ya da tercih etmemektedir. Yani endüstriyel hayvancılık modeli ile üretilmiş ucuz(!) kırmızı ve beyaz eti tercih etmeye zorlanmıştır.  

Bu dönüşümün sonucu olarak ve kırsal nüfustaki düşüşe paralel olarak, yerel türler de yok olmanın eşiğine gelmiştir. Örneğin iki yılda yarım tonu geçen ağırlığıyla yabancı türler karşısında, sert koşullara dayanıklı ve besi maliyeti çok daha düşük olan 100-200 kilogramlık kara sığırın şansı kalmamıştır. Çünkü yabancı türler hızla kilo almakta, kat kat fazla süt vermekte, kolayca işlenmekte, pazarda da daha gösterişli durmaktadır.

Benzer bir durum, yünü satın alan tüccarların zamanla kaybolması nedeniyle et ve süt verimi düşük Ankara Keçisi’ni neredeyse yok olma noktasına getirmiştir. Yerel ırkların nedeyse tamamı için durum aynıdır. Sadece gönül vermiş bir avuç insan ve mecbur olanlar, bugünlerde yerli ırklarla uğraşmaktadır.

Mevcut modern hayvancılık modelinde yem üreticileri kilit rol oynarlar.

-Yem fabrikaları kitlesel üretim yapan çiftçiden veya tüccardan yem hammaddelerini satın alır ya da ithal ederler. Bazı katkı maddelerini ve içimizin kaldıramayacağı bazı hayvansal atıkları yeme karıştırabilirler.

-Mevcut sürdürülemez tarım modeline göre tarım yapan çiftçi, yemlik bitki üretimi yapar (fiğ, yonca, arpa vs.)

-Endüstriyel tarımda yetiştirilen bitkilerin parçaları (saman, mısır sılajı vs.) veya gıda fabrikalarının çıktıları (örneğin küspe) ayrıca yem veya yem hammaddesi olarak değerlendirilir.

Sonuçta endüstriyel hayvan yemi üretim modeli, tarım arazilerini mahvetmekle kalmaz, ülkeye giderek daha fazla dış ticaret açığı verdirip, toplumu daha bağımlı tüketiciler yığını hale getirir.  

Mevcut hayvan üreticilerin ise beş temel uğraşı konusu vardır.

-Hayvanları sağlıklı ve güvende tutacak kapalı kitlesel yetiştirme alanı.

-Hayvanlar bir yere gidemediklerinden hayvanların ayağına getirilen yem, su gibi kaynaklar ve veterinerlik, suni dölleme gibi hizmetler.

-Süt, yumurta ve canlı veya karkas olarak hayvansal ürünlerin pazara taşınması ve sunumu

-Dışkıların bertaraf edilmesi (veya edilmemesi) ve yetiştirme alanının temizliği.

-Canlı hayvanın kendisi için ödenen para dahil, tüm yukarıda sayılanlara kaynak yetiştirme çabası. Burada kritik sorun, çoğu sektörlerdeki gibi satılan ürünün parasının tahsilindedir.

Bu model, hayvanları, yemi ve gereken hammaddeleri ayrı yerlerde kitlesel olarak üretip, kullanılacağı yere taşımak ve bunu büyük sermaye ile yapmak üzerine kuruludur. Hayvan türlerini, çeşitlerini, damızlıkları, civcivleri, ilaçları, yemi, yem hammaddesini, krediyi sağlayan ve sözleşmeli üretim ile ürünü satın alarak işleyen, market zincirleriyle tüketiciye sunan genelde aynı küresel karteller veya bunlarla çalışmak zorunda olan yerli işletmelerdir.

Hele bu küresel tezgâhın içine, o ülkenin tarımından, hayvancılığından, gıdasından, ekonomisinden sorumlu bürokratlar ve siyasiler girerse, durum daha da kötüye gidecektir. Sonuçta tüm dünyada sağlıklı hayvansal gıdaya erişim sorunu giderek büyümektedir.

Pek çok ülkede olduğu gibi bizde de kurgulanan sistemin dışında kalan hayvan üreticileri bilerek kaderlerine terk edilmiştir. Üretim imkanları ve ellerinde bulunan, huyunu suyunu bildikleri yerli ırklar destek dışı bırakılarak tüccarların ve dolandırıcıların insafına bırakılmıştır.  

Endüstriyel hayvan üreticisi olmayı seçenler ise zaman içinde bu sürdürülemez girdaba kapılmış, maliyetlere katlanamadıklarından şikayet ederek ya sermayeden yemekte ya da sessizce yatırımlarını terk ederek piyasadan çekilmektedirler.

Dolayısıyla, mevcut hayvancılık modeli sürdürülemez çünkü,

-Sürdürülemez endüstriyel yem bitkisi tarımını zorunlu hale getirmektedir veya yem bitkisi ithal edilmelidir. Bu da tarım arazilerindeki toprağı her geçen gün daha da fazla öldürmektedir.

-Kırsalda yaşayan, zaten az sayıda kalmış hayvancılıkla uğraşanları dışlamış, serbest piyasanın (amiyane tabirle çakalların) insafına bırakmaktadır. Bu nedenle yüzlerce hatta binlerce yılda o yöreye uyum sağlamış yerel hayvan tür ve çeşitleri yok olmaktadır.

-Kuraklık, kıtlık, iklim değişikliği, küresel veya yerel ekonomik dalgalanmalar nedeniyle her geçen gün endüstriyel hayvancılık ile uğraşanların maliyetlerini artmaktadır. Küresel karteller, krizleri bahane ederek şişirdikleri girdi fiyatlarıyla (yem, kredi faizi, ilaç, damızlık, yavru/civciv) bağımlı hale gelmiş üreticileri köleleştirirken, tüketiciye de işlenmiş hayvansal gıdaları veya zincir marketlerinde eti yüksek karlılıkla satmaktadırlar. Satın alamayana da aynı sistem bankalarıyla “tüketici kredisi” sunmaktadır.

-İnsan sağlığı bu gıda sisteminin insafına bırakılmıştır. Bahsi geçen küresel kartellerin kullandıkları hayvan yemi içeriğinin, hayvan çeşitlerinin, hayvan ilaçlarının, ne olduğuna, ne kadar kullanılacağına rahatça (özellikle bizimki gibi ülkelerde) kendileri karar vermekte, bugün ve gelecekte insanlığın nasıl sağlık sorunları yaşayacağı ile ilgilenmemekte, gerektiğinde göstermelik tazminatlar ödemeye razı olmaktadırlar (Örnek: Roundup -> Monsanto -> Bayer "İlaç devi Bayer davayı kaybetti: Kansere yol açıyor")

-Hayvan ırklarında dışarıya bağımlıdır. Yerli ırkların ıslahını bile engellemeye çalışmaktadır.

Bu endüstriyel modern(!) Tarım-Hayvancılık sarmaldan çıkmanın yumuşak, sert kısa-orta-uzun vadeli yolları üzerinde durmadan önce bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız var. O zaman soralım:

Devasa ahırlar, kümesler yapmak, yem bitkilerini başka yerlerde yetiştirmek, endüstriyel yem üretip durmadan taşımak yerine, hayvanları yem bitkilerinin yetiştiği arazide otlatan, tek hayvan ve tek bitki türü yerine farklı hayvan türlerinin (sığır, koyun, keçi, hindi, kaz, ördek, tavuk) ve farklı sınıflarda (otsular, çalılar, ağaçlar) bitki türlerinin (kestane, badem, fındık, meyveler, asma, böğürtlen, yonca, tahıllar, çilek ve sebzeler) aynı anda yetiştirildiği, hayvanlar gezdiği için gübre bertaraf etmekle uğraşmayan, toprağın da yapısını sürerek bozmadan topraktaki yaşamı destekleyen bir tarım modeli mümkün mü?

Yukarıdaki soruyu gelecek yazılarda yanıtlar ararken göz önünde bulundurmamız gereken temel konular var. Bilim ve teknolojiyi reddetmeden, aksine tüm vatandaşların anayasal hakkı olarak sağlıklı gıda güvencesi sistemi nasıl kurulabilir? Gereksinim duyulacak en üst düzey teknolojiler nasıl geliştirilebilir? Hangi alanlarda ön çalışmalar acilen başlamalı? Mevcut atıl kaynaklar nasıl değerlendirilebilir?

Eğer bir değişim sağlanamazsa orta-uzun vadede hangi olgular ve maliyetlerle karşılaşabileceğimizi kestirebilmemiz gerekiyor:

-Önümüzdeki beş-on yıl içinde ciddi kuraklıklar ve dengesiz yağışlar ile karşılaşmamız halinde, son iki yazıda bahsettiğimiz küresel kartellerin ve ithalat bağımlısı olduğumuz ülkelerin eline daha zayıf bir biçimde düşeceğiz. Bu çok olası durumun ciddiyetini son iki yılda yaşadığımız Covid-19 salgını ile örneklendirebiliriz. Virüs ister doğal, ister yapay olsun, salgının siyasiler tarafında nasıl küstahça kullanıldığını, örneğin Avrupa’daki maske savaşlarını izledik. Küresel büyük sermayenin salgın başladığında fırsatları nasıl kullandığını (belki de hazırlıklıydılar), çoğunluk fakirleşirken, zenginliklerini nasıl katladığını gördük. Salgında bunları yapanlar, gıda kıtlığında ne yaparlar veya ne yaptırırlar siz düşünün.

-Önümüzdeki on yıl içinde tekrarlayacak olan en az iki küresel ekonomik kriz dönemlerinde (bizde kaç tane olur, kaçı teğet geçer, kaçı vursa da “acımadı ki” deriz öngörmek zor), insanlar yapay gıdalara önce fikren alıştırılacak, sonra istemeseler de tüketmek zorunda bırakılacak. Tıpkı hiç kimsenin aşı olmayı istememense rağmen, farkı nedenlerle aşı olmayı gönülsüzce tercih etmesi gibi. Tıpkı yediğimiz tavuk etinin sağlığa zararlı olduğundan neredeyse emin olmamıza rağmen çeşitli sebeplerle (ekonomik zorluklar, sağlıklı ürünlerin tedarik zorluğu veya sağlıklı olduğunu iddia eden yerel üreticiye güven duymama, iş hayatının zorlukları nedeniyle zamansızlık veya alışkanlıklardan vazgeçememe) tüketmeye devam etmemiz gibi.

-Yukarıdaki bahsedilen kıtlık ve krizlerin dozuna göre su savaşları ve/veya büyük göçlerin hedefi olma riskiz de çok büyük. Sayın Nejat Eslen’in yazdığı gibi Fırat-Dicle su havzasının kontrolü çoktandır öncelikli hedef.

VAMPİRLER VE ZOMBİLER

Kimse elini taşın altına koymazsa, geleceğin dünyasında vampirler güçlenerek var olmaya devam edecekler gibi görünüyor. Vampir imgesinin edebiyattaki yükselişi, sanayi devrimi sürecindeki “kan emici” burjuva profilinin yükselişiyle paraleldi. Ahlak, örf, hak, hukuk tanımayan, kendi çıkarları için her şeyi mubah sayan bu varlıklar; çalışmadan, üretmeden, karanlıklarda saklanarak, ürettikleri yanılsamalarla insanlığın kaynaklarını emmeye devam edecekler. Vampir imgesi ile tanımlanabilecek kesimlerin tüm insanlığı bir seferde yok etmemesi de gerekiyor çünkü ayak işlerini yapan ve üreten, kısaca kaynakları tazeleyenlere gereksinimleri var.

Batı kültüründe son 60 yıldır giderek yaygınlaşan zombiler ise, temel ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için kurgulanmış sisteme bilinçsiz ve vahşice saldıran hasta, çirkin, her daim aç, yok edilmesi zor ama kesinlikle bertaraf edilmesi gereken sınıf olarak benliğimize kazındı bile. Bu günlerde, iklim değişiklikleri ve savaşlar nedeniyle yakın gelecekte yaşanabilecek açlık ve göçlerden bahsedilmesi de zombi imgesi bağlamında oldukça dikkat çekici. Neyse ki, bizde de Deli Dumrullar, Emren Yiğitler oldukça fazla.

 

paylaş