Sünni ilah Şii ilaha karşı

09 Eki 2013

Bölgemizde etnik mezhepçilik ve cemaatleşmenin alabildiğine propaganda edilmesi mide bulandırıcı bir hal aldı. Bölgemizin tarihinde nadiren yaşadığımız bir olgu ile karşı karşıyayız. Bu olgunun en bariz yaşandığı yer Lübnan'dır. Lübnan'da Fransız sömürgeciliğin geçen yüzyılın başında ikame ettiği mezhebe dayalı bir siyasi sistem var. Mesela, Lübnanlılar Suriye'de mevcut durum istikrar kazanıncaya kadar hükümet oluşturamazlar. Örneğin, Suudi istihbarat şefi Bendar Bin Sultan Hizbullah'ın hükümette temsil edilmesine razı oluncaya kadar hükümet kurulamaz. ABD güç dengeleri lehine oluşuncaya kadar siyasi iktidar boşluğunda ısrar eder. Her etnik grup veya mezhep bağlı olduğu daha büyük kuvvetten yeşil ışık alıncaya kadar inisiyatif sahibi değildir. Öbür tarafta geniş yığınlar bu sistemin rahmeti altında olmaktansa, huzuru, istikrarı ve ekonomik büyümeyi Allah'ın nuru ve rahmetine havale eder ve bir mucize bekler. Her mezhep ve etnik grubun temsilcisi, ne denli küçük olursa olsun, Lübnan sahasında varlık gösterebilsin diye, zengin petrol şeyhleri ve nüfuzlu ülkelerin parasını ve rahmetini talep eder. Uzun bir dönemden sonra koltuğunu oğluna, ondan sonra da torununa miras olarak bırakır. Ve birileri halen, Lübnan ve halkının kaderine bu denli bariz müdahaleleri "demokrasi", "hürriyet" ve "egemenlik" olarak telkin eder. Bundan öte, bu tarz siyasi sistemleri bütün bölgeyi Lübnanlaştırarak kaderimizi, mahalli emirler veya yerel krallıklar tesis ederek, tahakküm altına almaya çalışmaktadırlar. Bu tarz sistemler, eyalet valileri veya her türlü yasal imtiyazla donanmış belde başkanları olarak da zuhur edebilir. Son merhalede, esas amaç "demokrasi", "daha çok özerklik" veya "kaderini tayin etme hakkı" yalanları ile bölgemizi onlarca yıl sürecek kanlı etnik ve mezhepsel derin çelişki ve çatışmalara sürüklemektir. Ayrıştır ve çatıştır siyaseti.

Lübnanlaştırma Lübnan'da ağzınızla kuş tutsanız, doğmuş olduğunuz etnik topluluk veya mezhep için öngörülen haklar dışında hiçbir siyasi kariyer yapamazsınız. Örneğin Maruni mezhebinden Hıristiyan değilseniz Cumhurbaşkanı olamazsınız. Sünni değilseniz Başbakan, Şii değilseniz Meclis Başkanı olamazsınız. Hatta kendi mezhebinizden başka bir adaya oy bile veremezsiniz. Nobel Ödülü kazanmış olsanız bile, devlette küçük bir görev almanız için bağlı bulunduğunuz etnik veya mezhebin liderinden onay almadan tayin edilemezsiniz. Yemeklerinize kadar her şeyinize müdahale eden din adamlarının varlığı ayrı bir azap. Lübnan eski Başbakanı Fuat Senyora, hükümetten ayrıldığında Lübnan'ı borç batağına sokmuştu. Yolsuzluk tahammül edilemez boyuttaydı. Politikalarına karşı eleştiri yapanlara, "Sünni kimliğim" saldırı altındadır yaygarası kopararak meseleyi mezhepsel bir boyuta çekerdi. Eski Lübnan Başbakanı Saad El Hariri halen Lübnan Parlamentosu'nda vekildir. Maaşını alır ama meclisin açıldığı ilk günden şu güne kadar Meclise uğramamıştır. Suudi Arabistan'da ikamet eder. Seçmenleri ile Twitter ve Facebook üzerinden iletişim kurmaktadır. Hariri'nin "Müstakbel" partisinden vekil olan 'Ikab Sakır Lübnan, Türkiye ve batı başkentlerinde Suriye teröristleri için silah kaçakçılığı yapmaktadır. Bunu yaptığını büyük bir keyifle anlatan Sakır'ı hiç kimse "Niçin Meclis'te değil? Niçin silah kaçakçılığı yapar?" diye sorgulayamaz. Sorguladığı takdirde "mezhebime" küfrediliyor diye yaygarayı patlatır. İşte bu sisteme "demokrasi" ve "hürriyet" diyenler var.

Tayyip zihniyeti Suriye'de "devrim" olarak pazarlanan hadisede, Fransa ve İngiltere'nin geçen yüzyılın başında uygulamaya konulan Sykes-Picot projesinde yer alan ve Irak'ta ABD tarafından uygulanan bölgemizin etnik ve mezhepsel bazda tekrar Lübnanlaştırılması hedeflenmektedir. Arzulanan bu nizamda, "Osmanlı ve Padişahlık" hülyası içinde realiteyi yitirmiş Tayyip Bey, Vahhabi fetva makamları, Petro-Dolar Şeyhleri ve büyük efendileri kendilerine bağlı emirlikler yaratıp pay alma gayesi gütmektedirler. Reyhanlı terör eyleminde öldürülen vatandaşları "Sünni" diye sınıflandıran, meydanlarda "Alevi" kimlikli siyasetçiyi yuhalattıran Tayyip zihniyeti, Suudi hanedanlığı ve Katar sülalesi bu sebeple Suriye ve Irak sahasında her daim etnik ve mezhepsel vurgular yapmaktadır. Vatan savunması yapan, emperya-lizm ve Siyonizm'in kirli ve hukuksuz projelerine karşı direnen Beşar Esad'a karşı NATO ve ABD'yi "cihat"a çağıracak kadar mezhepçi hastalığından umut etmektedirler. "Alevi" Beşar Esad'ın "Sünni" çoğunluk üzerinde "tahakküm ve zulüm kurmuştur" ifadelerini ilk telaffuz edenler Tayyip Bey, fitne fetva makamları ve Uluslararası Münafık Kardeşler Örgütü'dür.

Sünniler Esad'ın yanındadır "Ezici Sünni çoğunluk ve Suriye halkı"; Esad'a karşı savaşan muhale-fet çirkef, vizyonsuz, katil ve harami olduğu için Esad'ın yanındadır. Onurlu ve yurtsever Suriye halkı 1944'te Suriye Başbakanı olan ve o dönem halkın sadece %6'sını oluşturan Hıristiyan topluluğun üyesi Faris El Huri'yi Başbakan seçmiştir. Suriye halkı onu Hıristiyan olduğu için değil, vatanperver ve düzgün olduğu için baş tacı etmiştir. Tayyip Bey, hele de Körfez şeyhleri bu olguyu anlayacak zihniyete sahip değildir. İhanetin dini ve mezhebi olmaz. Allah ne Sünni ne de Şii'dir. "En takvalı olanınız en hayırlınızdır", "en Salih amel işleyeniz ve insanlar arasındaki sıkıntıların giderilmesi için mücadele edeniniz katımda en değerli olanınızdır."

ABD'yi göreve çağıran eski İran Şah'ı "Şii" diye, NATO'yu göreve çağıran kanlı Petro-Dolar Şeyhleri ve Tayyip Bey "Sünni" diye destek mi vermeliyiz? Böyle saçmalık böyle cehalet olur mu? ABD ve Batı'nın önemsediği, taptığı ve korumaya çalıştığı bir tek İlah var: İsrail. Buna karşılık Afganistan'dan Suriye'ye kadar geniş bir İslam coğrafyasında "Sünni İlah", " Şii İlahı" yok etmek için savaş veriyor. 21. yüzyılda bunu yaşıyor olmamız ne kadar acı. Bu zihniyeti besleyen kuvvetler bölgemizde nadiren mevcut olan Cumhuriyet ve Laik değerleri yıkmaya çalışmalarının sebebi üstlendikleri mezhepçi ve etnik bazda politika yapma görevleri gereğidir. Bu zihniyetin bölgemizi karanlıklara boğacağı kesindir. Ve bu zihniyeti tarihin çöplüğüne atmaktan başka seçenek kalmamıştır.

Arapçadan Tercüme: Prof. Dr. Mehmet Yuva

*Şam Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı

paylaş