İstiklal'de Bir Cumartesi

23 Tem 2013

“Gezi’de düğün var, bütün çapulcular davetlidir” dediler, ben de en güzel giysilerimi giyip Gezi’nin yolunu tuttum. Eylem arkadaşım Özcan, “Ne olur ne olmaz” diyerek “maskemi almamı söyledi”; sözüne uydum. Gezi’ye geldiğimde, giriş kapısının yanında az sayıda çapulcu polisin kurduğu barikatın önünde bekliyordu. Ben rahatça parka girdim, anında kendimi çok mutlu hissettim. Kadın erkek çimenlere serilmiş, güneşli günün keyfini çıkarıyorlardı. Az ötede bir kalabalık gördüm, usulca yaklaştım. Yavru, şirin mi şirin bir köpekle, gene şirin mi şirin iki yaşlarında bir çocuk birbirleriyle öyle güzel oynuyorlardı ki çevredeki herkes sevindirik olmuştu. İşte tam o sırada, biri sivil üç polis kalabalığa yaklaştı. “Tamam artık parkı terk edin, çabuk olun” dedi. Ne olduğunu anlamamıştık, “Neden” diye hep bir ağızdan sorduk. “Emir öyle!” Kimsenin bu emri dinleme niyeti yoktu. Polisler, bir süre bakıp dönüp gittiler. Bu arada ben, Gezi’nin dışında bekleyen çapulculara doğru ilerledim, bu durumda parktan çıkmam gerek, bir polis çemberiyle karşılaştım. “Çıkmak yasak” diyerek önümü kestiler, beni gerisin geriye parka gönderdiler. Birileri çıkın diyor, birileri çıkmak yasak diyor, anlaşılan emirler karıştı. Bu arada telefonum çaldı, çapulcu düğününe izin vermemişler, onlar da evlendirme dairesinin yolunu tutmuşlar. Hazır gelmişken Beyoğlu’na bir bakmak istedim, ama parkın ön tarafından çıkamıyorum, ben de arkada bir yol var, biliyorum orayı, denemeye karar verdim. Oradaki polisler çıkmama izin verdiler. Kendimi köşe kapmaca oynuyor gibi hissettim. İstiklal’e doğru yürürken parkın önünde toplanan çapulculara “dağılın!” emri verildi. Ama kimse dağılmıyor. “Eyvah şimdi gaz gelecek, hayır deneyimlerime göre önce su sıkılacak, ardından gaz gelecek.” Ama baktım ki kimsenin umurunda değil; çapulcular dağılmıyor, meydandan geçenler hiç telaşsız, çoluk çocuk geziye durulmuş. Ben de sakin sakin günün keyfini çıkarmaya başladım. Epeyidir İstiklal’de yürümemiştim. Önce bir başka cumartesi günü sığındığım Simit Sarayı’na girdim. Bir teşekkür etmem gerekiyordu, çalışanlar beni tanıdılar, hemen çayım geldi. Evet, çayımı içerken polis çapulcuları İstiklal’e doğru kovalamaya ve su sıkmaya başladı, ardından da biber geldi. Kimsede bir telaş yok. Ben de maskeyi filan boşverdim, çünkü takması epey zahmetli. Gaz azalınca dışarı çıktım. Gerçekten bir turist bu durum karşısında mevlasını şaşırabilir. Gaz atılmış, yerler sırılsıklam, ama insanlar sanki hiçbir şey olmamış gibi dolaşıyorlar, yan sokaklara kaçan çapulcular birer ikişer toplanıyor, polis gene kendine barikat kurmuş ve cadde şu sloganla inliyor: “Bu daha başlangıç! Mücadeleye devam!” Galatasaray’a doğru ilerliyorum ve inanılmaz bir gaz bombardımanı başlıyor, kendimi bir büjiteri dükkânına atıyorum, ben girdikten sonra çalışanlar çok alışılmış bir tavırla hemen kapıyı kapatıyorlar. Kaldık mı içerde, çalışan gencecik kızlar sanki durum çok normalmiş gibi günlük işlerine devam ediyorlar. Ben de ne yapayım, kendime bir küpe seçmek için dolanıyorum. Caddede bir anda kimse kalmadı. Bekliyoruz, bu arada bir çift küpe alıyorum ve bu küpeye “Gezi Küpesi” adını veriyorum. Gaz çekildi, cadde gene tıklım tıklım dolu. Çiçek Pasajı’nda kapının önünde oturan ve gazla birlikte içeri girenler ellerinde biraları tekrar dışarı çıktılar. Çocuklu çoluklu aileler yeniden tur atmaya başladılar ve gene gaz geldi. Bu kez Çiçek Pasajı’nda bir meyhaneye sığınıyorum. Ve düşünüyorum, “vay canına polis gücünün bu denli bir oyun havasına sokulması, adeta yok sayılması nasıl başarıldı? Bilemiyorum!” Ama çakmakla tüpgazın kontrol edildiği bir ülkede bu duruma pek şaşmamak gerek. Yabancılar şaşırabilir, ama burası Türkiye.

Not: Onurun ve dik duruşun sembolü, bir güzel kadını, bir güzel yazarı dün sonsuzluğa uğurladık. Ama bir müjde vermek isterim “Tuhaf Kadınları,” “Tuhaf Erkekleri” giderek çoğalıyor, sana minnet duymamak olanaksız. Şimdiden seni özlüyoruz, hoşça kal Leyla Erbil.

paylaş