Barışı yokuşa sürmek

Ortada on binlerce can alan 29 yıllık bir savaş var. “Yeter artık! Kan dökülmesin, gençler ölmesin, analar ağlamasın!” isteğini milyonlarca insan samimiyetle paylaşıyor. İşte bu nedenle Başbakan Erdoğan “Çözüm sürecine girdik” açıklamasını yapınca bütün ülke kulak kesildi. Umutla Newroz’da Öcalan’dan geleceği bildirilen barış planına kilitlendi.

Belirsizlik
Ne var ki, Öcalan’dan gelen mektup somut bir barış planı içermiyor, savaşa son vermek için tarafların karşılıklı olarak hangi adımları atacağı konusuna girmiyordu. Öcalan, Kürt ulusal hareketine tek taraflı olarak sınır dışına çekilme ve silahlı mücadele yerine siyasal mücadeleye ağırlık verme çağrısı yapıyordu. Kürt toplumunun eşitlik ve özgürlük temelinde onurlu barış için yıllardır öne sürdüğü taleplerin nasıl karşılanacağı belirsiz bırakılmıştı.

Karşılıklı kuşku havası
Bu belirsizliğe rağmen “silah yerine siyasi mücadeleye ağırlık verme” çağrısı, savaşın sona ermesi umudunu beslediği için sevinçle karşılandı. Ancak daha ilk adımda, geri çekilme için yasal güvence konusu gündeme gelince, sevincin yerini kuşku ve tedirginlik aldı. Kürt toplumu, “AKP müzakere yapmıyor, savaş dilini bile değiştirmeden dayatmada bulunuyor” noktasına gelirken, Türk toplumunda da, “AKP durumu gizliyor, kim bilir Kürt tarafına ne tavizler verdi” algısı yayılıyor.

Oysa, özellikle Filistin-İsrail deneyiminin de gösterdiği gibi, her iki tarafı saran böyle bir toplumsal algıdan barış çıkmaz. Unutulmasın ki, Filistin ve İsrail yönetimlerinin 1993’te imzaladığı“Oslo Anlaşması” hâlâ barış getirmedi. Filistin meselesi çözülmedi. Filistin halkının acıları artarak devam etti. İsrail halkı da siyonist sömürgeci egemenlerin güttüğü savaş politikalarının esiri kaldı.

Barış somuttur
AKP, Kürt meselesine iktidarını uzatmak ve pekiştirmek için bir fırsat olarak yaklaşacak yerde barışı samimiyetle istiyor olsaydı, bambaşka bir yol izleyebilirdi. Kürt hareketinin temel taleplerini evrensel demokrasi çerçevesinde çözmek için adım atabilirdi.

Parlamentodaki büyük çoğunluğuna dayanarak düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü tanıyabilir, demokrasiyi ayaklar altına alan Terörle Mücadele Kanunu’nu kaldırabilir, yüzde 10’luk seçim barajına son verebilirdi. Silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye geçeceğini açıklayan Kürt ulusal hareketinin barış için vazgeçilmez değer taşıyan bu adımına karşılık verebilir, hapishanelerde tutulan binlerce Kürt temsilcisini serbest bırakabilirdi.

AKP, anayasa değişikliği bile gerektirmeyen bu somut politikalarla her iki toplumun yaygın desteğini elde edebilir, savaşa ayrılan kaynakları artık bölge ve ülke halkının yaralarını sarmak, herkese iş ve aş sağlamak için kullanmaya başlayabilirdi.

Şantajla bir yere varılmaz
AKP, barışı samimiyetle istiyor olsaydı, elinde rehine olarak tuttuğu ve daha beş ay önce, 3 Kasım 2012’de, Kızılcahamam’da yaptığı konuşmada idamla tehdit ettiği Öcalan’ı, Kürt toplumunun temel taleplerine yer vermeyen bir mektup yazmak zorunda bırakmazdı. Kürt ulusal hareketini ABD’nin planları doğrultusunda Suriye, Lübnan, Irak ve İran halklarına karşı açılan emperyalist savaşla oluşturulacak yeni-Osmanlı “Büyük Türkiye” hedefiyle oyalamazdı. Ona ABD, AB, İsrail, Katar ve Arabistan’la birlikte Ortadoğu’yu devrimci, demokrat ve laik bütün güçlerden temizleme politikasına katılma dayatmasında bulunmazdı. Halkların barış özlemini daha da kanlı bölgesel savaşlara meze etmeye kalkmazdı. Türkiye’de Kürt meselesini çözüme kavuşturmak ve halkların barışını derhâl kurmak için somut politikaları derhâl yaşama geçirmeye başlardı.

AKP’nin yayılmacı militarizmi, Kürt meselesinin barışçı çözümü önünde gerçek bir engel olarak duruyor. AKP, çözüm isteyen milyonlarca insanı hiçe sayıyor, bölge halklarını birbirine düşürmenin hesabını yapıyor. Oysa şantajla bir yere varılmaz. Halkına karşı sorumluluk taşıyan hiçbir politikacı AKP’nin mavi boncuk politikasına kanmaz ve bu kanlı tuzağa düşmez.

20 Nis 2013
paylaş