Köprü inşaatları bu ülkenin tarihinde hep bir sembol ve tartışma konusu olmuştur. 1968 yılında Freeman Fox ve ortaklarına ihale edilen Boğaziçi Köprüsü inşaatı, Harun Karadeniz gibi genç aydın öğrencilerin ve diğer tüm ilerici kesimlerin büyük tepkisini çekmişti. Burjuva politik iktidarın “bir avuç muhalif” olarak yansıtmaya çalıştığı bu insanlar o dönemde, İstanbul’a böyle bir karayolu köprüsü inşaatının kamu yararına olmayacağını, zenginlerin kişisel araç kullanımını rahatlatma amacını taşıdığını, bunun yerine toplu taşıma hizmetlerini geliştirmeye yönelik projeler uygulanması gerektiğini belirtiyorlardı. Sonuç olarak, onca yıl sonra günümüzde, geçiş yapanların yaklaşık yüzde yetmişini bireysel araçların teşkil ettiği ve böylece trafiğin sürekli keşmekeş halinde olduğu “tıkanmış bir boğaz” manzarası ortaya çıkmıştır.
Yerel seçimler henüz ülke gündeminde değil, ancak özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük şehirler başta olmak üzere, halkın parasını çarçur etmek suretiyle gerçekleştirilen büyük rant yaratma ve kollama projeleri kentte yaşayan herkesin günlük yaşamını derinden etkilemeye devam ediyor. Güz başında ilk kazmaları vurulan ancak kriz nedeniyle inşaatı duran üçüncü köprü projesi buna dair çarpıcı bir örnek. İstanbul’un kuzeyinde doğal floranın bozulacak olması bir yana, köprünün geçeceği güzergahta bulunan arsalar üzerinde dönen ticari oyunlar; yanısıra “İstanbul’un kuzeyinde yeni bir şehir kuracağız” şeklinde hükümet başının ağzından çıkan sözler, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmaya programlanmış kapitalist sömürü mekanizmasının, hayatın hemen her alanında olduğu gibi belediye hizmetleri söz konusu olduğunda da kendisini hissettirdiğini gösteriyor.
Tekelci burjuvazinin hizmetindeki politik kurumlar ve neoliberal belediyecilik anlayışı, “kentsel dönüşüm” adı altında emekçi halkın yaşamını daha da kötüleştiriyor. Bu çerçevede, kimi arsa sahiplerini emekçi halkın ödediği vergilerle zengin etmeyi amaçlayan köprü ve kanal projelerinin yanısıra, yetmişli yıllarda köyden kente göç etmiş ucuz iş gücünün yerleştirildiği Tarlabaşı, Sulukule gibi yerlerde günümüzde uygulanan boşaltma politikaları da aynı şekilde zengin burjuvazinin kendisine daha çok sömürü alanı açmasını amaçlamaktadır.
Tarlabaşı’nda yaşanan gelişmelere ilişkin olarak, herkesin ikna edilmeye çalışıldığını, zorla yerinden edilmediğini ima eden Beyoğlu Belediye başkanı, kentsel dönüşüme tabi olan alanlarda yaşamaya devam edecek olan kimi yoksul insanların, buralara yerleşecek olan yeni zenginlerin gideceği lüks alışveriş merkezlerinden hangi parayla alışveriş yapacağı gibi konulara girememekte, bazılarının zorla olmasa bile mecburi olarak buraları terk etmek zorunda kalacağı gerçeğini dile getirememektedir. Öte yandan, ne başbakan ne de büyükşehir belediye başkanı, kaçak yapılaşma nedeniyle gecekonduları yıkılan insanlar için tıkır tıkır işleyen hukuki prosedürlerin, hazine arazisini aleni işgal niteliği taşıyan Acarkent gibi yüzlerce yolsuzluk örneğinde neden işlemediği sorusuna da cevap veremez. Böyle bir dertleri de zaten yoktur, çünkü geçmişte binlerce köyü zorla boşaltmış olan ülkemiz burjuva politik iktidarının, zenginlerin lüks hayatı için yoksullarınkini hiçe saymayı alışkanlık haline getirdiği ve bu eğilimin kentte olsun, kırda olsun, hükümet değişiklikleri ile dahi değişemeyecek kadar gelenekselleştiği gerçeği ortadadır.
Bütün bunlara karşın, ülkemizde sosyalist belediyecilik örnekleri de yok değildir. Doğu Karadeniz gibi yerlerde yetmişli yıllarda sermaye sahiplerine el açmadan, herhangi bir dış destek olmaksızın, yalnızca halkın dayanışma ve katılımıyla gerçekleştirilmiş olan imar ve ulaşım hizmetlerine ilişkin başarıların günümüzde yinelenmesi ve yaygınlaştırılması mümkündür. Neoliberalizmin tepeden inmeci, bireyci, israfçı ve borçlanmaya dayalı belediyecilik anlayışının karşısına Sosyalistlerin, katılımcı, toplumcu, imece ve dayanışmaya dayalı, üretken belediyecilik projeleri ile çıkmaları bu bağlamda önemlidir. Böylece ileride kurulacak yeni toplumsal düzenin birer mikrokozmozu olarak sosyalist yerel yönetimler gerçek birer örnek teşkil etmiş olurlar. İşte o zaman, suyun bedava temin edilebileceğini gösteren kimi belediye başkanlarını tutuklatan burjuva iktidarının aleyhine toplumsal algının değişmesi ve kapitalizmin belirlediği çarpık kentsel yaşam kalıbının dışına çıkılabilmesi mümkün olur.
- Ozan Gökbakar