Terör ne? Terörist kim?

Kudüs, hep Ortadoğu’da barışın düğümlendiği yer olarak görülmüştür. Filistin sorunu, batının kadim müttefiki İsrail'in diğer Arap ülkeleriyle, hatta bazı Arap ülkelerinin kendi aralarındaki uzlaşmazlıkların bile yönünü tayin etmiş gibi görünür. Aslında savaş için bir bahane olan dinsel çatışmalar, savaşların arkasındaki iktisadi sebepleri maskeler. Ortadoğu'daki bütün çatışmaları Filistin sorunuyla, dinsel çatışmayla temellendirme yöneliminin eksikliği, Amerika'nın Irak'ı işgaliyle birlikte daha fazla anlaşılır hale gelmiş, sosyolojik ve yakın tarihe dair gerçeklerin üzerini ince bir tülle örterek kamuoyunun algısını bulandıran pek çok sözde bilimciyi de farklı yalanlara başvurma noktasına itmiştir. Yalan söyleme ve aymazlığın son örnekleri Suriye'deki çatışmalara ilişkin haberlerin boyalı basın tarafından servis edilişi sırasında net bir şekilde görülür olmuştur.

Burjuvazinin boyalı basını, katil amerikan ordusunun Suriye'deki taşeronu olan ve çocuk, yaşlı demeden sivilleri katleden sözde "Özgür Suriye Ordusu" (ÖSO) adlı örgütün toplu kıyımlarını aylarca Suriye hükümetinin eylemleri gibi yansıttı. Ancak Robert Fisk'in Suriye'nin Deraya Kenti'ndeki sivillerin topluca katledilmesi olayını ÖSO'nun gerçekleştirdiğini açıklaması ve ardından ÖSO'nun Suriye hava sahasında bulunan sivil uçakları da artık düşüreceğini bizzat açıklaması gerçeklerin nasıl ört bas edilemeyecek hale geldiğini gösterdi.

Yer altı zenginliklerine bağlı olarak emperyalist güçlerin satranç tahtasında en orta noktada bulunan Ortadoğu, son yüz yllık tarihi boyunca karışık bir coğrafya olma özelliğini hiç yitirmemiştir. Ortadoğu halklarının kendi kaderlerini tayin hakkı ile birlikte yirminci yüzyıl boyunca bir kurtuluş umudu olan Sosyalizm rüzgarı, eşitlikçi ve anti-emperyalist yönelimleriyle Mısır, Suriye, Irak, Libya gibi ükelerdeki iktidar savaşımlarında etkili olmuş ve bu ülkelerde geçmişte yaşanan halk devrimi süreçlerine yer yer ışık tutmuştur. Bugün Suriye'deki iktidar, aslında Baas'ın kurucuları olan ve "ılımlılar" adı verilen Mişel Eflak ve Salahaddin el-Bitar'a karşı, devrimi daha ileriye götürerek Suriye'yi gerçek anlamda sosyalist bir ülkeye dönüştürmeyi amaçlayan Salah Cedid'in, Filistin kurtuluş örgütü'nün Ürdün'deki eylemlerine de destek vermesi gibi hamlelerini "aşırılık" olarak nitelendiren ve bir hükümet darbesiyle iktidarı ele geçiren Hafız Esad'ın rejiminin devamı niteliğindedir. Ancak Esad rejimi de, belli ilerici yönleri olan ve anti emperyalist nitelikte bir iktidar perspektifine sahiptir.

Aslında marksistlerle çelişen yönleri de olan Baas iktidarlarının büyük üretim araçlarını kamulaştırma girişimleri ve anti-emperyalist yaklaşımları küresel tekeller için hep sorun olmuş, bu da burjuvazinin borazancılığını yapan pek çok sözde entelektüelin bu rejimlere karşı da komünizmle mücadele adı altında kampanya yürütmelerine yol açmıştır. Amerika'nın Küba ile Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ni de dahil ettiği "Terörist ülkeler" adlı listesinde yer alan Libya, Irak ve Suriye'de yakın zamanda yaşanan işgaller ve savaşlara ilişkin burjuva basınınca yapılan haberler de, söz konusu karalama kampanyasının genişletilmiş hali ve devamı niteliğindedir. Bu kirli bir savaştır ve geçmişin anti siyonist, anti-batıcı nitelik taşıyan pek çok sıkı islamcısı şimdilerde, Amerika'nın ve siyonizmin taşeronu olmuştur. Bu gerçeği Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in yeni konumundan veya Suriye'de ÖSO'nun dirsek temasında olduğu güçlerden anlayabileceğimiz gibi, medeniyetler buluşması adı altında Suriye'deki katillere kamplar açanlarla, yıllarca Irak, Suriye ve Libya'daki rejimler aleyhine karalama kampanyaları yapan Harun Yahya gibilerinin, geçmişte, örneğin 22 Ekim 2010'da Kocaeli TV'de yayınlanan programına davet ettiği batılı far-mason locaları temsilcilerine, "tapınak şövalyeleri" diye hitap ederek övgüler yağdırmasından, onlardan şevk aldığını açıkça itiraf etmesinden de anlayabiliriz.

Küresel tekellerin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu'daki halkların üzerine ölüm yağdıran Amerikan ordusu ve taşeronlarının, Irak ve Libya'nın ardından Suriye'de işlediği insanlık suçları artık örtbas edilemez hale gelmiştir. Bugün Şam'da bombalı tuzaklar kuran, Suriye'de Nusayri çocukları hunharca katleden sözde "Özgür Suriye Ordusu" ile 2 Ağustos 1980'de Bologna Tren Garı'nı havaya uçuran Gladio arasında ya da 1978 yılında Maraş'ta 104 kişiyi katleden Kontrgerilla arasında hiçbir fark yoktur. Arkalarındaki gücün CİA olduğu gerçeği aşikardır. CİA başkanı David Petraeus'un geçtiğimiz 2 Eylül Pazar günü Türkiye'ye bir ziyarette bulunması manidardır. Vietnam'da, Kore'de, Filistin'de, Irak'ta, Suriye'de çocukları, yaşlıları katledenlerin kim olduğu, silahlarının nerede üretildiği, bu işten kimin ya da kimlerin büyük paralar kazandığı, kimlerin neye ortak olduğu artık ört bas edilemez durumdadır. Bütün bunlar Ortadoğu ve Dünya'da kalıcın barışın ve huzur içerisinde yaşamamızın önündeki başlıca engelin ABD'nin başını çektiği emperyalist sömürü mekanizması olduğu gerçeğini ve kimlerin savaşı neden istediğine, kimlerin bu işten çıkarları olduğuna ve bu uğurda yıllarca insanları nasıl kandırdıklarına dair gerçekleri gözler önüne sermektedir.
 

09 Eyl 2012
paylaş