Güney Afrika'da Marikana madenlerinde greve çıkan işçiler polis tarafından katledildi. Hükümet işçileri, iki sendika birbirini, işçiler hepsini suçladılar. Katliama kim sebep oldu diye bakınırken, onlarca işçi ailesinin evine ateş düştü; ölenler bir daha geri gelmeyecekler.
1970'ler ve 1980'ler, Güney Afrika'da azınlıktaki beyazların egemenliğindeki ırkçı Aparthayd rejimine karşı Afrika Ulusal Kongresi (ANC) içindeki komünistlerin ve siyahların direnişlerini giderek yükselttiği yıllardı. ANC lideri Nelson Mandela henüz hapisteydi; 27 yıl sürecek mahkûmiyetinin bitmesine daha çok vardı.
1977 yılında, Steve Bantu Biko veya daha yaygın olarak bilinen adıyla Biko adlı eski bir tıp öğrencisi ırkçı faşist rejim tarafından katledildi. Biko, siyahların bilinçlenme hareketi içinde sembolleşen bir isimdi. Onlarca protesto gösterisi yönetmişti. Irk ayrımının ortadan kalktığı, beyazların ve siyahların eşit yaşayacağı bir ülkede yaşamanın hayalini kuruyordu. Defalarca gözaltına alındı; cezalar aldı. Cezalardan birinde, iki kişiden fazla insanla aynı anda konuşması yasaklandı. Sayısız kez belli bölgelere girmesi, konuşmalar yapması yasaklandı.
G. Afrika rejiminin yaptığı büyük bir katliamdan sonra düzenlenen eylemler esnasında, Biko, 18 Ağustos 1977'de tutuklandı. Beyaz polisler tarafından işkencelere maruz kalarak, yarı çıplak hâlde bir kamyon kasasında bin kilometre uzaklığa taşınarak hapse atıldı. 12 Eylül 1977'de, gözaltına alındıktan yirmi beş gün sonra hapishanede öldü.
Biko'nun ardından binlerce protesto gösterisi yapıldı. Cenazesinde siyah kadınlar, “beyaz polislerin vahşetini, ırkçılığını, insanlık dışı muamelesini” lanetleyen ağıtlar yaktılar. Merasim boyunca acılı Afrikalıların geleneksel ağıtları yükseldi.
Biko'nun öldürülmesi, siyahların politik ve ekonomik olarak ayrı bir sisteme dahil edildiği ırkçı Aparthayd rejiminin ilerici dünyadan izole edilmesini hızlandırdı. Güney Afrika mallarına karşı çok katı bir boykot uygulandı. Güney Afrika, ABD ve İsrail dışındaki ülkelerle neredeyse ticaret yapamaz, spor müsabakalarına katılamaz duruma geldi.
Rock müzisyeni Peter Gabriel tarafından bestelenen “Biko” adlı eser, pek çok sanatçı tarafından konserlerde yüzlerce kez çalındı. Peter Gabriel, yıllar boyunca her konserinin sonunda bu parçayı çalarak Biko'yu andı; unutulmamasına katkıda bulundu. Steve Biko, Nelson Mandela ve Rahip Desmond Tutu ile birlikte Güney Afrika deyince akla ilk gelen isimler arasına girdi.
Irkçı Güney Afrika Cumhuriyeti rejimi, sosyalist sistemin kapitalist karşıdevrimlerle yıkılmasının ardından, 1990'lı yıllarda büyük bir politika değişikliğine giderek ANC ile anlaşma yoluna girdi. Nelson Mandela'yı serbest bıraktı. Sürdürülemez hâle gelen rejim bu şekilde bir süre daha yaşama olanağına kavuştu.
1994 yılında Aparthayd rejimi resmen sona erdirildi. ANC yasal hâle geldi. Siyahların yapması yasak olan işlerin listesi değiştirildi, siyahlara da izin çıktı. Siyahlara polis, bürokrat vs. olabilme, büyük ticarethaneler açabilme izni verildi. Beyazların siyasi imtiyazı kaldırıldı. Farklı ırkların evlenmesinin önündeki yasaklar kaldırıldı. Sendikalar hızla kurulmaya başladı. Siyah halkın dev bir toplama kampına benzeyen ve ayrılmalarının pasaport benzeri izinlere tabi tutulduğu bölgelerdeki sınırlar kaldırıldı. Nelson Mandela, yapılan seçimlerde beklendiği gibi Cumhurbaşkanı seçildi.
Kısacası, Biko'nun hayalini kurduğu “eşit ve özgür bir Güney Afrika” için her şey yapıldı gibi görünüyordu.
Ancak, sistemin özü, kapitalist ilişkiler, beyazların bütün ekonomik hayata egemen olmaları, özel şirketlerin madenleri yağmalaması, emekçilerin aşağılanması son bulmadı.
Yapılan bütün seçimlerde nüfusun yüzde 80'ini oluşturan siyahlar iktidarı aldılar. Hâlen devlet başkanlığını ve ANC liderliğini yürüten Jacob Zuma da bir siyah.
Güney Afrika'da, altın, elmas, platin gibi çok değerli madenler bulunuyor. Ama, bu madenlerde işçiler on yıllardır insanlık dışı koşullarda, vahşi kapitalizm dönemindeki gibi çalışıyorlar. Durumları değişmedi. Siyahlarla beyazların siyasi eşitliği sağlandıktan sonraki düzende de bu madenlerde çalışan işçiler yine siyahlardan oluşuyor. Siyasi hakları almış olmak, eğer iktisadi olarak imtiyazları yok edemiyorsa, görüntüde eşitlik yaratmanın ötesine gidemiyormuş, bir kez daha kanıtlandı. Aç kalma “hakkı” önceden de vardı, şimdi de var. Eskiden de çalışarak ölme “hakkı” vardı, şimdi de var. Hakkını arayan emekçiye uygulanan şiddette bile azalma olmadı.
Marikana adlı dünyanın en büyük platin madenlerinden birinde, 16 Ağustos'ta, bir parça ücret artışı isteyen madencilerin üzerine polis ateş açtı. 34 madenci polisin tek tek hedef gözeterek açtığı ateşle katledildi. Polisin acımasızlığını sözlerle tarif etmeye güç yetmez. Ayrıntılara gerek yok; gazeteler yazdı. Televizyonlar gösterdi.
Toz duman içinde kayıp kocalarını, babalarını arayan kadınların yürekleri parçalayan çığlıklarını duymayan, görmeyen kalmamıştır.
Biko'nun özlemini duyduğu “eşit ve özgür Güney Afrika'da” siyah madencilere ateş eden polislerin çoğunluğu, bu kez siyahtı. Siyahların artık polis de olabildiklerini gördük böylece. Kadınların yaktığı ağıtlar ise kulaklara çok tanıdık geldi. Kadınlar, aynen Aparthayd döneminde olduğu gibi, “polislerin vahşetini, ırkçılığını, insanlık dışı muamelesini” lanetleyen ağıtlar söylediler. Kocalarının ölü bedenlerinin üzerine kapanarak ağlayan kadınlar, tüm insanlığa “devrim hayalinden vazgeçip vahşi kapitalistlerle anlaşabileceğini sananların ödeyeceği ceza budur” mesajını ilettiler.
“Kurtuluşumuz gerçekleşti” diye sadece rengi, dili, milleti değişen iktidar sahibine, sermaye sahibine, silah sahibine fit olanlar hüsrandan kurtulamayacaklar.
- Erhan Kaplan