Amerikan eşeği

Aziz Nesin denince akla, genellikle ülkemizin, toplumumuzun çelişkilerine ve sorunlarına ilişkin hicivler gelir. Ancak bugünlerde, dünya ekonomisinin içine düştüğü durum, ülkemize özgü olduğunu düşündüğümüz türlü karikatürlük, “Aziz Nesin”lik durumların aslında batıda da pek ala görülebildiğini gözler önüne seriyor.

Geçtiğimiz aylarda Amerikan merkez bankası FED’in başındaki “sihirbaz maliyeciler”, durgunlaşan piyasaya müdahale için yeni bir yönteme başvurmuş ve kısa vadeli tahvilleri, uzun vadeli tahvillere dönüştürme işlemlerine girişmişti. İş çevreleri bir süredir FED’den yeni bir tahvil alış ihalesi bekliyordu. Ancak FED herhangi bir tahvil alımı yapmak yerine kısa vadeli borç tahvillerini uzun vadeliye dönüştürme işlemlerini uzatmakla yetindi. Böylece günlerdir piyasaya müdahale sinyalleri vererek yeni bir “beklenti ekonomisi”ne sırtını dayamaya çalışan FED başkanı Bernanke, sonunda kısa vadede gerçek anlamda hiçbir açık piyasa alımı yapılamayacağını belirterek inandırıcılığını büyük ölçüde kaybetti.

Burada açık piyasa işlemi olarak beklenen, FED’in piyasadan tahvil yani borç senedi alımı yoluyla para miktarını arttırması… Kapitalist ekonomide, işsizliğin arttığı bir ortamda yatırımların artmasını sağlamak için faizlerin düşürülmesi gerekir. Faizlerin düşürülmesi için piyasadaki para miktarının arttırılması gerekir. Tahvil alımı yaparak piyasaya para akıtılması faizleri düşürebilir, ancak bu durum aynı zamanda fiyatlar genel düzeyinin daha hızlı artması anlamına geleceği için enflasyonu da körükler. Özetle sihirbaz maliyeci Bernanke’nin kullanabileceği para politikası araçları iki ucu kirli değneğe benzetilebilir.

Amerikalı iş çevrelerini kurtaracak bir paketin Bernanke’den gelemeyeceği artık çok açık belli. Böyle dönemlerde patronların zenginliğini yaşatmak için emekçi halka acı reçeteler hazırlanır ve kapitalizmin krizinin yükü emekçilerin sırtına bindirilir. Bu durumun en yalın örneği çok yakın zamanda Avrupa ülkelerinde görüldü ve görülmeye devam ediyor.

“Acı reçete” batı için, emekçi halka yönelik bir kemer sıkma politikası, doğu içinse sözde demokrasi ve özgürlük adı altında bomba ve işgal anlamına geliyor. Batılı iş çevreleri, yeni bir aksama sürecine giren kapitalist sömürü çarkını döndürebilmek adına Ortadoğu’da savaş tamtamları çalarak, gerici taşeron ordularla kan döküyor. ABD’nin, dünyanın çeşitli yerlerinde insansız uçak üsleri kurması, önce Libya’da, şimdi ise Suriye’de paralı askerler aracılığıyla tedhiş eylemlerine girişmesi, yeni bir dünya savaşına, bir “taşeron dünya savaşı”na işaret ediyor. Böylece “muhafazakar” Bush’un işgalci politikalarını eleştiren “liberal” Obama’nın da öbüründen pek bir farkı olmadığı anlaşılıyor. Zaten geçmişte Vietnam’a savaş açmış, Japonya’ya atom bombası atmış başkanlar çıkaran Demokrat partinin farklı bir düzlemde bulunduğunu iddia etmek saflık olurdu.

Geçmişte Kore’de olduğu gibi, ülkemiz burjuvazisinin zenginlik hırsları uğruna sömürgeci saldırılara ortak olmak ve ülkemiz gençlerinin kanı pahasına siyaset yapmak, politik iktidarın elinde bekleyen bir kart olarak karşımıza çıkıyor. Ülkemizde, Avrupa’da ve Amerika’da iş çevrelerinin hizmetindeki medya, bir diğer ifadeyle “boyalı basın”, kamuoyunun bilinç derinliklerine Suriye’ye yönelik muhtemel bir NATO saldırısının haklılığını yerleştirmek için canla başla çalışıyor.

Halkımızı Amerika’nın Ortadoğu’da yarattığı pisliğin içine çekmeye çalışan ve ülkemizdeki muhafazakarların, liberallerin siyaset odağı olan AKP’nin, batının savaş taşeronluğuna soyunarak, kıdem tazminatını kaldırarak, muhalif konumda olan hemen herkesi hapse attırarak, Adnan Menderes’ten ve Turgut Özal’dan devraldığı politika geleneğini nasıl “ustalık”la sürdürdüğü görülüyor.

Avrupa’yı saran kriz dalgasının, Amerika’yı da giderek daha fazla etkisi altına aldığı, ABD’li finans çevrelerinin ekonomik yavaşlamayı açıkça kabul ettiği, serbest piyasa tezlerinin ve liberal dogmaların çöküşünün bu kadar ayyuka çıktığı bir ortamda, batıdan gelen sıcak para muslukları kapandığında, Avrupa’ya ve Amerika’ya yönelik ihracat rakamları iyice dibe vurduğunda, ülkemizde iflaslar, toplu işten çıkarmalar yeniden artmaya başladığında bugüne kadar dayatılan acı reçetelere yenileri eklenecektir. Bu gidişata dur deme kudreti ise sadece işçi sınıfının elindedir. Bu ülke ve dünya yalnızca işçiler birlik olduğunda büyük atılımlara sahne olabildi. Bundan sonra da başka bir odaktan, başka bir yoldan ya da yöntemden kurtarıcılık beklemek hayaldir.

 

03 Ağu 2012
paylaş