Banka ve holding sahiplerinin servetleri, kârları rekor kırıyor. Dolar milyarderleri ve milyonerleri sıralamasında başa güreşiyoruz. Buna karşılık, işsizlik afet boyutlarında. Kamu emekçilerine, işçilere, emeklilere üç kuruş zam verildi. Hayat pahalılığına yetişene aşk olsun. Havacılık işkoluna grev yasağı getirildi. THY emekçileri işten atıldı. Taşeron işçilerine uygulanan zulüm sürüyor. Küçük çiftçiler artık geçinemiyor bile.
Haklarını arayan öğrencilerin mekânı hapishane oldu. Eğitim bilimini ve laikliği ayaklar altına alan 4+4+4 dayatmasına karşı aileler ayakta. En seçme okullar, aileler ve öğrenciler kesinlikle istemediği hâlde, imam-hatip okulu yapılıyor. Oyun çağındaki çocukların okul öncesi eğitime alınması gerekirken, okula zorla başlatılması koca bir neslin kobay yapılması anlamına gelecek.
Kadınların hayatı zapturapt altına alınıyor. “Hayatıma karışma”, “Benim hayatım, benim kararım” diyen kadınlar kürtaj ve sezaryen yasaklamasına karşı sokaklarda.
Üniversiteyi bitiren uzman gençler işsiz. KPSS, ÖSS gibi sınavlar insanları kasıtlı olarak işsiz ve okulsuz bırakmak için ortaçağdaki kale hendekleri gibi kullanılıyor. Atanamayan yüzbinlerce öğretmen var.
Polisin keyfi uygulamaları sınır tanımıyor. Fatih’te polis arabasına vaktinde yol vermedi diye hastaneye hasta yetiştiren Ahmet Kaya adlı yurttaşı arabasından indirip tekme, tokat, yumruk, kemer demeden evire çevire döven, adeta linç eden polisler bir de bu yurttaşa dava açıyor, “elimizde hassasiyet oluştu” diye rapor alabiliyor.
Tutuklular artık hapishanelere sığmıyor. İnsanlar çöl sıcağında suyun akmadığı, yatacak yerin olmadığı zindanda yatmaktansa kendilerini yakacak duruma getirildi. Seçilmiş milletvekilleri hâlâ hapiste.
Özel Yetkili Mahkemeler eliyle yürütülen hukuksuz politik davalar her türlü muhalefeti biçmeye devam ediyor. Sosyalistler, devrimciler, Kürt yurtseverleri, Kemalistler, laikler, gazeteciler, öğretim üyeleri, yasal parti ve dernek üyeleri, aydınlar, generaller, subaylar hedefte.
AKP, ucu kendisine dokununca Fethullah Gülen hareketinin elinde olduğunu hatırladığı; “devlet içinde devlet”, “hukuksuz”, “demokrasiye aykırı” olduğunu ilan ettiği Özel Yetkili Mahkemeleri kendisine dokunamayacak şekilde kısıtlamakla yetindi. Bu mahkemelerin elindeki binlerce sanığı adeta “istediğiniz gibi parçalayabilirsiniz” diyerek önlerinde bıraktı. Üstelik, demokrasinin ve hukukun en temel kurallarını çiğneyen, iktidara muhalif her eylemi ve düşünceyi terör sayan Terörle Mücadele Kanunu’nu uygulayacak bölgesel ağır ceza mahkemeleri kurdu. Kısacası, Özel Yetkili Mahkemeleri daha da yaygınlaştırdı.
Kürt sorununda diyalog ve barış bir yana bırakıldı. Savaş politikası her gün her iki yandan can almaya devam ediyor. Kürt belediye başkanları, yerel yöneticiler, politikacılar düşman muamelesi görüyor. Diyalog ve barış kavramları bile eşitliğe ve özgürlüğe bizim kadar hakkı olan Kürt halkını ve politikacılarını bölmek, birbirine düşürmek için kullanılıyor. Güney Kürtlerini Kuzey Kürtlerine karşı, İmralı’yı Kandile karşı, Leyla Zana’yı BDP’ye karşı kullanmaktan daha akılsızca bir politika olabilir mi? AKP, “Kürtçe seçmeli ders oluyor” diye davul zurna çalıp el altından “anadilde eğitime ilerde kapıyı açar, şimdilik buna razı olun” diye haber sızdırırken, Silivri’de başlayan KCK davasında yine Kürtçe konuşmak yasaklandı.
Aleviler’in zorunlu din dersinin kaldırılması, cemevlerinin tanınması, Madımak utancının kabul edilmesi, Sünni asimilasyona son verilmesi talepleri hâlâ karşılanmıyor. Aksine verilen bütün sözlere rağmen, Süryaniler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ikinci sınıf yurttaşlık çemberinden bir türlü kurtulamıyor.
Samsun’da iktidarın gözbebeği TOKİ’nin dere yatağına kurduğu sözümona modern evler yağan yağmurda on kişiye mezar oluyor. TOKİ’nin başkanlığından Şehircilik Bakanlığı’na yükselen Erdoğan Bayraktar istifa etmeyi aklına bile getirmiyor.
Bütün bunların üstüne, Suriye’yle savaş politikası güdüyoruz. Amerika’yı, Suudi Arabistan ve Katar’ı memnun etmek için pilotlarımızı kobay olarak kullanıyoruz.
Hepimiz karar verelim, biz bütün bunları hak ediyor muyuz? Despotizmin deli gömleğine razı olmak zorunda mıyız?
- Hülya Kortun