Ölüm yoksulları, yalan zenginleri sever

Sınıf çelişkisi hayatın her alanında kendisini gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde Samsun’un Canik ilçesinde meydana gelen sel baskınında ölenlerin bodrum katta yaşayan insanlar olması tesadüf değildir. Ülkemiz tarihi büyük felaketlerle dolu. Bu felaketlerde ölen insanlar ise sınıfsal olarak işçi, emekçi kesimin içinde yer alıyor. Gelir düzeyi düşük olan insanlar sağlıksız ortamlarda çalışıyor, güvensiz konutlarda yaşıyor. Böylece ölümcül bir doğa olayı ya da bir kaza olduğunda kurbanların çoğu yoksul insanlar oluyor. Hiçbir zaman bir fabrika patronunun, bir banka genel müdürünün ya da bir bakanın kuş gribinden öldüğünü ya da sel olunca evini su bastığını haberlerden okuyamıyor oluşumuz da bu yüzden. Toplumun kaymak tabakasını oluşturan bu insanlar, dayanıklı binalarda yaşıyor, klimalı ofislerinde oturdukları yerden, işçileri yönetiyorlar. Bütün bunlar ve bunlara ek olarak bir çiftçinin tarlada sıtmadan, kene ısırmasından, bir işçinin grizu patlamasından, maden göçüğünden ölmesi ise boyalı basın tarafından kanıksanması gereken, sıradan olaylar olarak yansıtılıyor.

Zaten, burjuva medyasının görevi, toplumun bütün bu çelişkilere ses çıkarmasını önlemek, akıl dışı olanı akil gibi göstermek değil midir? Akreditasyonlar, vergi cezaları vb. etkenler yüzünden medyanın daima büyük tekellerin hizmetindeki burjuva hükümetinin ağzının içine bakarak haber yapması bu ülkenin yıllar yılı alıştığı bir durum haline zaten geldi. Alışmaya zorlandığımız başka bir durum ise kapitalizme, sınıflı topluma mahkûm olduğumuz yalanı. Burjuvazinin aklımıza her fırsatta zerk etmeye çalıştığı bu zehirli algı, yalnızca gazetede değil, akademik hayatta, hatta çocuklara izlettirilen “Taş Devri” gibi çizgi filmlerde bile karşımıza çıkarılıyor. Sözde “entelektüeller” her yerde neoliberal dogmaları doğanın kanunuymuş gibi vaaz ediyor. Bu dogmalardan biri olan “piyasa” olgusu özellikle karizması çizilmiş, çoktan çatlamaya başlamış bir put gibi, her defasında yeniden süslenip, karşımıza çıkarılıyor.

2011 yılının sonuna doğru, hükümetin misyon gazetesi Taraf’ta bir grup sol görünümlü liberal sözde “aydın”, sosyalizm üzerine tartışmaya tutuşmuşlardı. Ancak bu tartışma aslında sosyalizmi değil, bizlere burjuvazi tarafından sosyalizm olarak algılatılmak istenen başka bir şeyi konu ediniyordu. Söz konusu tartışmaya daha sonra Hürriyet gazetesi yazarı, eski MHP yöneticisi Taha Akyol da yazılarıyla dahil oldu. Taha Akyol önceki yıllarda da Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinden tarihsel gerçekleri çarpıtan, sosyalizm hakkında yıllardır dillendirilen akademik etiketli yalanları dillendiriyordu.

Bu yalanlardan biri de piyasasız kalkınmanın mümkün olamayacağı iddiasıydı. Bir kere, insanlık tarihinde bugüne kadar beş ayrı üretim sistemi ortaya çıkmıştır ve bunların hepsinin de kendisine özgü iktisadi yasaları, kaynak dağılımını ve değerin determinasyonunu sağlayan kendilerine özgü mekanizmaları olmuştur. Örneğin ilk insanların zamanındaki ilkel komünal üretim yapılarında, erken feodalizm döneminde ve sosyalizmde piyasa mekanizması bulunmaz. Bu insanların canının istemesiyle değil, mecburi olarak ortaya çıkmış bir durumdur. Ancak Taha Akyol gibilerinin evren algısında Taş Devri'nden, Jet Giller'e kadar her daim kapitalizmin kurallarının geçerli olduğuna dair bir yanılgı hakimdir.

Taha Akyol piyasa mekanizması olmadan büyümenin olamayacağını iddia ediyordu. Rakamlarla konuşalım. Örneğin temel kalkınma ölçütlerinden ağır sanayi alanında kapitalizmin öncüsü ABD ile sosyalist kalkınmanın parlak örneklerinden SSCB'yi kıyaslayalım. ABD'de çelik üretiminin 124 milyon ton olduğu dönemde, Sovyetler Birliği 150 milyon ton çelik üretmiş.1 Aynı durum demir gibi diğer işlenmiş madenlerin üretiminde de söz konusu. Demografik ölçütler temel alındığında Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre ABD'de 100 bin kişiye 972 hastane yatağı ve 282 doktorun düştüğü dönemde, SSCB'de yüz bin kişiye 1210 hastane yatağı ve 347 doktor düşüyordu. Bir diğer kapitalist ülke olan Fransa'da ise bu rakamlar 1140 ve 278 şeklinde kaydedilmiş.2 Üstelik SSCB'nin nüfusu da kıyaslamaya konu olan ülkelerinkinden fazla. Taha Akyol sosyalist sistemde değerin belirlenimi ve kaynak tahsisini sağlayan mekanizma olan plan motifinin iflas ettiğini iddia ediyordu. Oysa SSCB ekonomisi tam aksine, “sosyalist pazar ekonomisi” olgusunun yerleştirilmeye başlandığı 23 Nisan 1985 kararlarıyla başlayan süreç sonunda çözülme noktasına geldi. Yani tarihsel gerçeklere ve rakamlara göre sosyalizm seksenli yılların sonunda kapitalizme özgü unsurlarla iç içe geçtikçe çözülmüş.

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya çalışan Taha Akyol, Sosyalist iktisatçı Sayın Korkut Boratav'ın "Sosyalist Planlamada Gelişmeler" adlı mükemmel kitabının çeyrek asır önce, devlet işletmeciliğinin nasıl bir çıkmaz sokak olduğunu değil, daha ziyade kapitalist ülkelerle ticareti artan SSCB’nin batıdaki kriz ve enflasyondan nasıl pasif olarak etkilendiğini ve reform çalışmaları olarak aktarılanların aslında sosyalizme aykırı girişimler olduğunu ortaya koyduğunu göremiyordu. Yine Ludwig Von Mises’in sosyalizmde değerin asla tespit edilemeyeceği iddiasını ortaya attığı kitabından bir süre sonra, Mises’e de bir nevi cevap mahiyetindeki “Sosyalizmde Değerin Belirlenimi ve Tatbiki” adlı makalesiyle Stanislav Strumilin’in sosyalist değer yasasını ve planlama tekniklerinde uygulanışını ortaya koyduğunu, ya da Şili’de Salvador Allende’nin başkanlığı döneminde yürütülen “Sibersin Projesi” adlı bilgisayarlı planlama sisteminin başarılarını göremiyordu.

Aslında Taha Akyol ve benzerleri neyin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Sosyalizmde işsizliğin olmadığını, elektrik, su, ısınma için fatura ödenmediğini, eğitim ve sağlık hizmetlerinin parasız olduğunu, devlet tarafından herkese bir ev verildiğini, kimsenin Samsun’da yaşanan sel baskınında olduğu gibi evinde boğularak ölmek durumunda kalmayacağını gayet iyi biliyorlar. Ancak işlerine gelmiyor. Çünkü pek âlâ onlar gibi elitlerin iki üç katlı villalarının bir katı da, piyasa ekonomisi koşullarında bodrumda yaşamak zorunda kalan, ya da hiç evi olmayan bir vatandaşa verilebilirdi. Zenginliği paylaşmak zordur sonuçta, ucunda başkalarının ölümü olsa bile…

1 Meydan Larousse Ansiklopedisi, ek cilt 21, s. 39 ve ek cilt 23 s. 783

2 Memo Larousse Ansiklopedisi, 4. cilt, s. 993

 

 

13 Tem 2012
paylaş