İki yıl önce Nobel iktisat ödülüne layık görülen iktisatçıların çalışmalarında “friksiyon” diye tuhaf bir kelime vardı. Burjuva iktisatçıları, anlaşmazlık, sürtüşme gibi anlamlara gelen bu sözcüğü, iş gücü başta olmak üzere üretim faktörlerinin kapitalist ekonominin bel kemiği olan piyasa mekanizmasınca tam anlamıyla kullanılamayışını açıklarken kullanıyor. Nobel ödülü alan Diamond, Mortensen ve Pissarides adlı bu iktisatçıların çalışmalarında işsizliğin sebebi olarak iş gücü piyasasının ataletine vurgu yapılıyor ve bu durumun gelenekler, alışkanlıklar, yasalar vb. unsurlardan da kaynaklandığına dikkat çekiliyor. Sözü geçen bu iktisatçıların çalışmalarından çıkan bir başka sonuç da, yüksek ücret düzey ve beklentilerinin “friksiyonel” nitelikli işsizlik olgusunun temelinde yatan sorunlardan biri olduğu.
Bir buçuk asır önce Marks, sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının dev üretim tesislerinde, giderek çok daha fazla sayıda işçinin bir arada çalışmasına yol açan, böylece sayısı giderek artan proleterleşmiş kitlelerin ortak hareket edebilmelerini kolaylaştıran ve üretim araçlarının daha kolay kamulaştırılabileceği bir ortamı tasvir ediyordu. Marks’ın yaptığı tasvirin gerçekliği geçtiğimiz bir buçuk asırlık süre zarfında kendisini oldukça net bir şekilde belli etti. Bu durum aynı zamanda dev üretim tesisleriyle birlikte gelen ölçek ekonomilerinin yarattığı kârlılık avantajlarından tekelci burjuvazinin alabildiğine yararlanabilme imkanını da beraberinde getiriyordu. Şimdi ise oyunun kuralları değişiyor. Patronlar küçük işletme birimlerine dağılmış bir iş bölümü anlayışını benimsiyor, yanı sıra geçtiğimiz dönemde işçilerin kazandığı hakları esnek çalışmayı yerleştirmek üzere kaldırmaya yöneliyor.
Yüksek çalışma saatleri ve düşük hastalık izinleri, iş gücü piyasasının daha da fazla esnekleştirilmesini amaçlayan anlayışın hedeflerindendir. Söz konusu anlayış çerçevesinde politikalar üreten AKP iktidarı da, patronların işten attıkları işçilere kıdem tazminatı ödeme yükümlüğünü kaldıran bir yasal düzenleme üzerinde çalışmaktadır ve önümüzdeki aylarda, böyle bir yasa tasarısı meclis gündemine gelebilir. İnsanların kolayca işten atılabildiği “esnek” bir çalışma ortamı, ücret beklentilerini de esnek hâle getirir. Sonuçta, milyonlarca insanın aşırı çalışıp az para kazanabildiği, dışarıda kalan diğer milyonların ise iş için dilenir hale getirilmeye çalışıldığı bir iş gücü piyasası tam anlamıyla yerleşmiş olur.
Hükümete bağlı Yatırım Destek ve Kalkınma ajansının resmi sitesinin İngilizce bölümünde yazanlar ise ayrıca ilginçtir. Söz konusu kurumun “Türkiye’ye yatırım yapmak için 10 neden” (10 Reasons to Invest in Turkey) başlıklı yazısının üçüncü bölümünde “en yüksek çalışma saatleri ve en düşük hastalık izinleri” (The longest working hours, and the lowest sick day leaves per employee)* şeklinde bir ifade yer almakta. Daha da ilginç olan, ilgili sitenin Türkçe bölümünde böyle bir ifadenin bulunmuyor oluşu…
Burjuva iktisat anlayışı sermaye sahiplerine yol göstermek ve bilimsel olmayan bazı iddiaları gerçekmiş gibi göstermeye çalışmanın yanında, aslında emperyalistlerin düşünce dünyasının da aynası olma özelliğine sahiptir. Ülkemizdeki politik iktidarın da batılı emperyalistlerin düşünüş metodlarını oldukça iyi özümsediği kolaylıkla söylenebilir. Gerçek, kamuoyundan saklanan niyetlerin, küresel sermaye çevrelerine yönelik ilanlarda açıkça itiraf edilmesi gibi böyle durumlarda kendisini belli eder. Bunlar kendi çıkar ortaklıkları uğruna, emeğimizi, hakkımızı, yaşamlarımızı kendi mallarıymış gibi pazarlayabilecek kadar çürümüş bir etik anlayışı çerçevesinde hareket ederler. Ülkesini pazarlayan bir avuç azınlığa karşılık olarak işçi sınıfı da mevcut sendikacılık anlayış ve yöntemlerine yenilerini eklemek durumundadır. Sendikal örgüt ve platformlar dahilinde ortak hareket etmeyi başarabilen bir işçi sınıfı, giderek daha fazla esnekleştirilen bir işgücü piyasasında emekçilerin birbirleriyle iş bulabilmek adına kıyasıya rekabet etmek durumunda kaldığı bir ortam yaratmaya çalışanların planlarını da bozmuş olacaktır.
- Ozan Gökbakar