Fırtına öncesi sessizlik

Yaz ayları, genel olarak ekonomik hareketliliklerin de tatile girdiği aylardır. Yaz aylarında enflasyon artışı geçici olarak sakinleşir, yakıt masrafı gibi büyük sabit harcamalar azalır. Bu durum aynı zamanda beklenen ve yaklaştığı düşünülen yeni kriz döneminin yazdan ziyade güzde kendisini belli edeceği anlamına da gelir. Kapitalizmin finansal sisteminin tarihine bakıldığında, büyük borsa çöküşlerinin, toplu banka iflaslarıyla ayyuka çıkan finansal çalkantıların çoğunlukla güz aylarında yaşandığı görülebilir. Önümüzdeki sonbaharda, altın ve kıymetli maden fiyatlarının yeniden hızla yükseldiğini, tekstil ve inşaat firmalarının, hatta bankaların battığını, Dolar ve Euro’nun hızla düştüğünü görmemiz olasılıklar dahilinde. Elbette ortada bir Euro kalırsa…

Uzun süredir Yunanistan başta olmak üzere, Avrupa genelinde yaşanan ekonomik bunalım, aynı zamanda kapitalizmin genel bunalımında önemli bir dönemece girildiğinin de göstergesi. Ekonomik anlamda Maastricht kriterlerine uyması bile artık söz konusu olamayan Yunanistan, Euro bölgesi olarak adlandırılan, Avrupa Birliği’nin ortak para kullanılan alanının olduğu kadar, Avrupa emperyalist sömürü çarkının de en zayıf halkası olarak karşımıza çıkıyor. Sadece Yunanistan da değil, İspanya, İtalya, Fransa gibi ülkelerde Euro bölgesine bağlılık büyük zorluklarla karşı karşıya. Zira, Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkması durumunda, pek çok Avrupa Birliği üyesi ülkenin de, özellikle emekçi halkların baskısıyla böyle bir yolu seçmesi olası. Para basma yetkisini Avrupa ekonomik ortaklığına devrederek, düşük faizli borçlanma imkanına kavuşan Yunanistan gibi ülkelerde yaşayan emekçi halklar, bu işin kaymağını en çok Almanya’nın yediğinin bilincine vardılar. Bütün Avrupa işsizlik ve sefaletten kırılırken, Almanya, Nisan ayındaki küçük artış sayılmazsa, 1990 yılından bu yana en düşük işsizlik rakamına ulaşmış durumda. Bununla birlikte, borç batağına düşmüş ülkelere dayattığı acı reçetelerle IMF’ye bile parmak ısırtan Almanya, bütün ipleri elinde tutuyor gibi gözükse de, Merkel öncülüğündeki politik iktidarın, yeni kredi anlaşmaları yapmak isteyen Yunanistan gibi ülkelere dayattığı sert koşullar, aynı zamanda borçların ödenmeyeceğine dair var olan bir güvensizlik ortamını da gözler önüne seriyor.

İspanya’da da durum çok farklı değil, son seçimlerde iktidara gelen hükümet, krizi sonlandıramayacağını açık açık itiraf ediyor. Fransa’da ise seçim vaadi olarak zenginlerden alınacak vergileri arttıracağını söyleyen, bu şekilde kamu borçlarını finanse edeceği düşünülen yeni hükümetin, daha önceden Almanya’nın dayatmasıyla kabul edilmiş olan ve halktan alınan dolaylı vergileri arttırmayı da içeren Avrupa Birliği’nin kabul ettiği önlem paketlerini nasıl uygulayacağı merak konusu. Olağan üstü boyutlara ulaşmış işsizlik rakamları kıta genelinde kronikleşmiş bir hastalığa işaret ediyor.

Ekonomik birliği sallantıda olan Avrupa’nın siyasi birliği de her zamankinden daha fazla tartışılır hale gelmişken, yıllardır bu bütünün üyesi olma hayaliyle yanıp tutuşan ve ülkemizde hüküm süren burjuva politik iktidar ise, Avrupalı ortaklarının yaptığı gibi giderek daha fazla şiddete, baskıya, hak gasbına yöneliyor. Bu aynı zamanda yaklaşan yeni çöküntü dalgasının yaratacağı toplumsal hareketlilikleri bastırmak için yapılan bir çeşit hazırlık gibi de görünüyor.

Avrupa’nın krizi, ona göbeğinden bağlı Türkiye ekonomisinde de krizi derinleştirici bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Emperyalist sömürü mekanizmasına bağımlı ülkemizin, Avrupa krizinin etkilerine kapalı olacağını söylemek olanaksız. Avrupa’nın içine düştüğü bunalım, ticaretinin neredeyse yarısını bu ülkelerle yapan ülkemizin her şeyden önce ihracat gelirlerinin de azalacağı anlamına geliyor. İhracat gelirlerindeki azalış, önümüzdeki dönemde ülke içi yatırım hacmi üzerinde daha fazla daraltıcı etkiye neden olabilir.

Ülkemiz ekonomisi, kendi iç dinamiklerine bağlı bir durgunluğu zaten hissetmeye başladı. Krizin ilk habercisi otomotiv sektöründe 2012 yılının ilk çeyreğinde, üretim önceki yılın ilk iki aylık periyoduna göre yüzde 8 oranında gerilemiş durumdaydı.  Binek otomobili üretiminde görülen yüzde 16’lık düşüşün yanında satış rakamlarında da ciddi düşüşler söz konusu. Otomotiv sektöründeki bir daralma plastik ve alüminyum gibi ara-mallara ilişkin talepte de azalma olacağı anlamına geliyor. Talepteki azalma, arzda da düşüşe yol açacağından, bir kere daha baştan bu sektörlerde ve bunlarla ilişkili sektörlerde yatırım harcamalarında bir düşüş olacağı gerçeği ortada. Avrupa ülkelerine yönelik ihracatın yoğun olduğu tekstil gibi diğer kalemleri eklediğimizde yurt içi ve yurt dışı talep düzeylerindeki düşüşler, sıcak yaz ayları bittiğinde ekonomik donmanın daha da fazla artacağına işaret ediyor.

21 Haz 2012
paylaş