Kusursuz cinayet yoktur. "Olay günü orada değildim" ifadesinin yalan olduğu önünde sonunda ortaya çıkar. Bu yüzden en profesyonel, en zeki katiller suçu mutlaka başka birinin üzerine yıkmaya çalışırlar. Geçtiğimiz günlerde 1 Mayıs 1977 olayları ile ilgili olarak Halil Berktay'ın sarf ettiği sözler ve olayın asıl faillerini yadsıyarak, solculara attığı iftira da benzer nitelikte bir çabaydı.
1 Mayıs 1977 katliamı, 12 Eylül'e giden süreçte tezgahlanan Maraş Katliamı, Beyazıt Katliamı gibi komplolar dizisi içerisinde yer alan önemli bir kilometre taşı olarak görülür. Bu açıdan, cuntacı generallerin kendi kurdukları hukuk sistemi içerisinde mahkemelere düştüğü ve toplumun 12 Eylül faşist darbesine ilişkin siyasi ve tarihsel algısının üst noktaya çıktığı bir dönemde, Kanlı 1 Mayıs'ın "tarihçi" sıfatını kullanan biri tarafından gerçekleri böylesine saptıracak şekilde gündeme getirilmesi oldukça anlamlı.
12 Eylül'ün yargılanması süreciyle ilgili olarak pek çok kişi umutsuz. Bu durum, özellikle ülke genelinde insanların yargı kurumlarına güvenmiyor oluşundan da kaynaklanıyor. Bu gerçeğe ilişin olarak örneğin İksara Veri ve Analiz Araştırma Kurumu'nun 2011 yılının Kasım ayında yaptığı ve "yargıya güveniyorum" diyenlerin sayısının yüzde 5 olarak gözlemlendiği anket gösterilebilir. Hal böyle olunca, kamuoyu oluşturmak için birilerinin devreye girmesi gerekiyor. İş aslında bilimle ilgisi olmayan ama ismi "tarihçi" sıfatının yanına iliştirilmiş, kerameti kendinden menkul kimselere ve burjuva basınına düşüyor.
Benzer bir durum 1978 Maraş Katliamının kamuoyu önünde tartışılması sırasında da görüldü. Hatta, onlarca Alevi vatandaşımızın öldürüldüğü söz konusu olayın sorumlularından biri olarak gösterilen Ülkücü Ökkeş Kenger hükümetin girişimiyle yapılan Alevi Çalıştayı'na bilirkişi olarak katıldı. Siyasal iktidarın resmi ve gayrı resmi çeşitli yayın organlarında, mahkemenin olaya ilişkin aldığı karar hatırlatılarak, suçlu bulunan kişinin suçunu zaten itiraf etmiş olduğu belirtilen Hamit Kapan adlı bir devrimci olduğu sürekli hatırlatıldı. Oysa hiçbir yerde, 63823 sicil numaralı polis memuru Sedat Caner'in, 2 Şubat 1986'da Nokta dergisi'nde yer alan itiraflarına yer verilmedi. Söz konusu dergide, Hamit Kapan'ın ortada hiçbir kanıt olmadığı halde ağır işkence koşulları altında, işlemediği suçu "itiraf" ettirmeye zorlandığını bizzat kendisini sorgulayan kişi anlatıyordu.
1 Mayıs 1977 katliamını ele aldığımızda ise Halil Berktay'ı yalanlayan pek çok resmi görevli, veri ve kanıt mevcut. Örneğin 1998 yapımı 12 Eylül Belgeseli'nde, o dönemde olayı soruşturmakla görevli Cumhuriyet Savcısı Çetin Yetkin şöyle diyor: "1 mayıs 1977 olayında ben duruşmada savcıydım, ilk duruşmada soruşturmanın genişletilmesini, esas faillerin bulunmasını, bazı kamu görevlilerinin de açıkça suçlu oldukları dosyadan anlaşıldığı için haklarında dava açılmasını ister istemez hemen bu görevden alındım."
Aynı şekilde, "Bir gün önce İnterkontinental Oteli kapatılıyor. Ama resmen kapatılıyor. Uçakla bir sürü Amerikan isimli insan Yeşilköy'e geliyor. Olay gecesi onların oraya geldikleri sabit" diyen Cumhuriyet savcısı Muhittin Cenkdağ'ın sözlerini ve ayrıca ortada olan onca delili, görgü tanıklarının ifadelerini, kamera görüntülerini, içinden kalabalığa ateş açılan Beyaz Renault'yu, Sular İdaresi'nin üzerindeki kimliği belirsiz kişileri, İnterkontinental Oteli'nin 213, 510 ve 713 numaralı odalarından ateş açıldığını, söz konusu otelin o gün güvenliğinden sorumlu olan kişinin eski İstanbul Emniyet Müdürü Vekili Mehmet Akzambak olduğu gerçeğini görmezden gelerek "solcular birbirini yedi" diyebilmek, burjuva iktidarı tarafından işlenmiş bir cinayeti ve kontrgerilla gerçeğini yok sayma çabasının sonucudur.
Görünen o ki, birileri adaletin gözlerini örtmek, kamuoyunu yanıltmak istiyor, ama bu ülkenin ilerici insanlarının biricik dayanağı olan gerçekler karlar eridiğinde açan çiçekler gibi yeniden kendisini gösterecek, gün gelecek, hak yerini bulacaktır.
- Ozan Gökbakar
