İşe yeni giren bir yakınıma işbaşı yapmadan önce bu direktifi vermişler; “Hasta olmayacaksın!”. Biraz araştırdığımda bu cümle sıkça karşıma çıktı. Böylece yasaklama çeşitlerinin bol olduğu Türkiye’de yeni bir yasak türü daha ortaya çıkmış oldu.
Elbette bu süreç birden bire ortaya çıkmadı. Kapitalizmin neoliberal uygulamaları İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan dönemiyle başladı. 80’li yılların sonunda Sovyetler Birliği ve sosyalist sistemin dengeleyici gücünün Gorbaçovlar eliyle çökertilmesi sonrası ise kapitalizm iyice rakipsiz kaldı. Türkiye’de ise 24 Ocak 1980 Kararları’nın işçi sınıfının yükselen sendikal örgütlülüğü ile uygulanamayacağını anlayan egemenler çareyi 12 Eylül faşizmi ile buldular. Sendikaları, kitle örgütlerini, siyasi parti ve dernekleri kapatarak işçi sınıfını ve emekçi halkı örgütlerinden yoksun bıraktılar.
İkinci paylaşım savaşından sonra işçi sınıfının ve emekçi halkların elde ettiği tüm kazanımlar tek tek ellerinden alındı. Kapitalizmin “sosyal devlet” uygulamalarına da artık ihtiyacı kalmadı. Sendika, sigorta, 8 saat işgünü, eşit işe eşit ücret, işyerlerinde kreş eski sendikalı işçilerin anlattığı birer efsaneye dönüştü.
Aynı süreçte bireysel kurtuluşun ve sınıf atlamanın her türü medya üzerinden topluma pompalandı. Örgütsüz kalan yığınlarda ve yeni nesillerde kapitalist yaşam tek seçenek olarak mutlaklaştırıldı. Çalışanlar günlük yaşamlarını sürdürebilmek için sendikalardan ve hak arama mücadelelerinden uzaklaştı. Sendikal mücadele ile yaşam standardını her gün yükselten işçi sınıfı, yerini sorunlarını bireysel olarak çözmeye çalışan veya sesini çıkarmayan bir topluma bıraktı.
Yazımızın başlığına konu olan yaklaşım da tam bu noktada ortaya çıktı. Patronlar çalışanların “hastalığını yasaklar” bir özgüvene kavuştu. Özellikle 2001 kriziyle birlikte tüm dünyada ortaya çıkan yetişmiş ve eğitimli işsizlerin varlığı bu özgüveni pekiştirdi.
Sermaye çevreleri tarih boyunca, kendi sınıflarının çıkarlarını her tür yöntemi kullanarak korumuş, doğru buldukları kararları almaktan ve uygulamaktan geri durmamışlardır. Şimdi, tüm hak kayıplarına rağmen emek güçlerinin çıkarlarını ve haklarını korumak için neleri göze alacağı sorunlarımızın çözümünü belirleyecektir.
Emek güçleri kapitalizme ve sermayeye karşı verdikleri mücadelelerde, işçi sınıfı ve emekçi halkların günlük sorunlarının çözümüne yönelmelidirler. Bu sorunlar, en başta sigortasız çalışma, sendikal hakların kullanılması, yasalarda halen var olan 8 saat işgününün uygulanmaması, eşit işe eşit ücret, kıdem tazminatı hakkıdır. Ayrıca emek güçleri sorunlarımız arasındaki bağları doğru görmeli, farklı sorunlar arasında ortak mücadele dili ve yöntemini geliştirebilmelidir. Örneğin, sigortasız çalışmaya karşı mücadele taşerona karşı mücadeleden, ya da kadınların eşit işe eşit ücret mücadelesi kreş hakkından kopartılmamalıdır
Günlük sorunları küçümseyen bir anlayışın işçi sınıfı ve emekçi halk ile asla buluşamayacağını bilerek mücadeleyi yığınlara yaymalıyız. Bu sorunların çözümü için verilecek mücadeleler, emek güçlerinin kapitalizm ve sermaye karşısındaki meşruiyetini arttıracaktır. Umut vardır ve çözümü bizlerdedir. Haydi umudu örgütlemeye…
- İbrahim Akseloğlu