Geçtiğimiz günlerde Biyogüvenlik Kurulu, genetiği değiştirilmiş mısırların hayvan yemi olarak kullanılmasına onay verdiğini açıkladı. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin bunlarla beslenen hayvanlardan elde edilen besinlerde ne gibi bir değişim yaptığı meselesi henüz aydınlatılmamışken ve bu konuda tartışmalar sürerken, kanuna dayanılarak oluşturulmuş ve halk sağlığını gözetmesi gereken bir kuruluşun bir anda böyle bir karar almış olması aslında şaşırtıcı değil. Sonuçta söz konusu kurulun üyeleri arasında sağlık bakanlığından bir görevli de bulunuyor. Sağlığımız konusunda böyle bir karar alınmışsa işin içinde sağlık bakanlığının olması kadar normal bir durum herhalde olamaz. Zira, hatırlanacak olursa aynı sağlık bakanlığı bir yıl önce, glikoz şurubunun kanserojen etkilerinin bulunup bulunmadığı konusundaki tartışmalar doruk noktasına ulaştığı sırada, pek çok beslenme uzmanı akademisyenin ciddi bulgularına karşın, elinde aksi yönde hiçbir bilimsel bulgu olmadığı halde bir anda ortaya çıkıp “glikoz şurubu içeren ürünler kansere neden olmamaktadır” şeklinde bir açıklama yapmıştı.
Glikoz şurubu denilen şey, aslında şekerin yapay bir alternatifi olarak Amerikalı ve Japon gıda tekellerince piyasaya sürülmüş bir ürün. Şeker pancarı alanında oldukça üretken olan ülkemizde böyle bir ürüne gerçekte hiç de ihtiyaç olmadığı çok açık. Ancak söz konusu olan küresel tekellerin çıkarları olunca ne yazık ki emekçi halkımızın sağlığı ve zenginliği her zamanki gibi önemsiz bir konu olarak algılanıyor. Küresel tekellerle ortaklıkları bulunan ülkemizdeki iş adamlarının karları söz konusu olduğunda geri kalan her şey basit birer ayrıntı haline getiriliyor. Demek ki, boşuna dememişler “tüccar başbakan” diye!
Sağlık sisteminin bütünüyle paralı hale getirilmesi için canla başla çalışan, kimi hastanelerin duvarlarında “kalp ameliyatı yaptırana, muayene bedava” şeklinde reklam afişlerine rastlamamıza vesile olan sağlık bakanının, ticaret konusunda başbakandan aşağı kalır yanı olmadığı da çok açık. Koruyucu sağlık hizmetlerinde temel unsurlardan biri olan ve kesinlikle herkese parasız hizmet vermesi gereken sağlık ocaklarının, aile hekimliklerine dönüştürülürken, özelleştirilebilmelerinin yolunun açılması da yine tüccar sağlık bakanının önemli bir başarısı olsa gerek. Böylece tıbbi hizmet alanında faaliyet gösteren tekellerin pek çok faaliyetinin önü de açılmış oluyor. Öyle ki, artık cebinde parası olmayan hiç kimse sağlık hakkından yararlanamıyor. Canımız burnumuzda gittiğimiz hastanelerde sigorta kaydımızın bulunup bulunmadığına bakılıyor. SSK’nın giderek işe yaramaz hale getirildiği bir ortamda özel sağlık sigortalarına piyasa açılıyor. Ancak özel sağlık sigortası yaptıranların, sözleşmede adı geçmeyen bir hastalığa yakalandıklarında ne yapacakları sağlık bakanını ilgilendiren bir konu değil.
Aslında sağlık sistemimizde görülen bu sorunlar, genel olarak bütün kapitalist ülkelerde mevcut. Sorunun kaynağında, elini sürdüğü her şeyi insana zararlı hale getiren, üretim ve değişim araçlarının, yanı sıra sağlık ve eğitim hizmetlerinin birilerinin özel mülkiyeti olduğu mevcut ekonomik sistem yatıyor. Ekonomik sistemi ülkemizdekinden çok farklı olan, üretim araçlarının, eğitimin ve sağlığın kamuya ait olduğu; onlarca yıldır, ABD’nin, çeşitli uluslararası ticaret örgütlerini kullanarak, komşularıyla ticaret yapmasına engel olduğu ve tüm ambargolara rağmen dimdik ayakta duran Küba’nın sağlık hizmetlerine ilişkin istatistiksel veriler açısından dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olması bu bağlamda dikkat çekiyor. Söz gelimi, Küba’da 2006 rakamlarıyla, 175 kişiye bir doktor düşerken, 1000 kişiye 1,54 doktorun düştüğü ülkemizde, yıllardır özelleştirmenin faydalı bir şey olduğuna, eğitim ve sağlık kurumlarının özelleştirilmesinin hizmet kalitesini arttıracağına dair söylenen onca sözün koca bir aldatmaca olduğu anlaşılıyor ve bütün bunlar sağlık bakanının, sağlığımızdan çok, sağlığımızın ticaretiyle ilgilendiğini gösteriyor.
İstatistik Kaynakları:
http://www.unicef.org.tr/tr/content/detail/54/child-survival-nutrition-a...
http://www.ttb.org.tr/kutuphane/emekgucurapor.pdf
- Ozan Gökbakar
