- Deprem bölgelerinde eğitimin kendisi değil reklamı var
- Yetersiz kadro ve yetersiz derslik
- Öğretmen olmadığından sınıflar birleştirilerek ders işlenmek zorunda kalınıyor
- Geçici eğitim alanları çocukların sağlığını tehdit etmemeli, öğretmenler bu konuda desteklenmelidir
- Deprem bölgesinde MEB’e ait toplam bina sayısı: 20 bin 868, Yıkılan bina sayısı: 24, Ağır hasarlı bina sayısı: 83
- Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı raporuna göre; 12 bin bina hala tetkik edilememiş.
- Jeoloji Mühendisleri Odası’na göre; Okullarımızın % 8.5’i oluşturan 4159’u yüksek risk değerleri ile karşılaşma olasılığı bulunan alanlar üzerine inşa edilmiş
- 11 ile giden öğretmenlerin yaşadığı sıkıntılar daha varır varmaz başlıyor
- Gönüllü olarak giden öğretmenlere hiçbir ücret ödenmiyor
- Öğretmenlerin yemek ihtiyacı karşılanamıyor
- Öğretmenlerin konaklama ihtiyaçları baştan savma biçimde çözülmekte
- Materyal sayısı yetersiz
- Öğretmen sayısı yetersiz
- Öğrencileri arayıp ‘okula gelin’ diyen bir yöneticileri bile yok
- 2 milyon 800 bin civarında öğrenci eğitim alamadı
- Kaynak kitap eksik
- Öğrencilere öğlen yemeği verilmemekte
- YKS’ye girecek öğrencilerin ulaşım ücretleri belirsiz
Eğitim- İş Sendikası, deprem bölgesinde eğitimde yaşanan sorunlara ilişkin rapor hazırladı. Raporda; “Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in toz pembe söylemleri ile sahadaki gerçekler taban tabana çelişmekte, milyonlarca öğrenci eğitim hakkına kavuşturulmamaktadır” denildi. Raporda, “2 milyon 800 bin civarında öğrenci eğitim alamadığı”, “eğitim alan depremzede öğrencileri arayıp ‘okula gelin’ diyen bir yöneticilerin bile olmadığı” kaydedildi.
Eğitim-İş Sendikası, Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremlerin ardından 11 ilde öğretmen ve öğrencilerin eğitimde yaşadığı sorunlara ilişkin bir rapor hazırladı. Raporda, deprem bölgelerine giden gönüllü öğretmenlerin konaklama, materyal ve ücret almadan çalıştığı kaydedildi.
Benzer sıkıntıları öğrencilerin de yaşadığı belirtilen rapora göre; “2 milyon 800 bin civarında öğrenci eğitim alamadığı”, “eğitim alan depremzede öğrencileri arayıp ‘okula gelin’ diyen bir yöneticilerin bile olmadığı” aktarıldı.
Sahadaki gerçekler-toz pembe söylemler
6 Şubat ve sonrasında gerçekleşen, rant odaklı ve denetimsiz yapılaşma yüzünden resmi rakamlara göre bile 50 binin üzerinde yurttaşımızın canını alan depremlerin ardından 11 ilimizde hayat hâlâ normale dönememekte ve bu illerdeki eğitim sağlıklı, düzenli ve homojen biçimde sürdürülememektedir.
Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in toz pembe söylemleri ile sahadaki gerçekler taban tabana çelişmekte, 2023’ün Türkiye’sinde milyonlarca öğrenci ilk depremden bu yana 68 gün geçmesine rağmen eğitim hakkına kavuşturulmamaktadır.
Eğitim-İş olarak depremin sonrasında yaptığımız açıklamalarda, eğitimin sadece eğitim olmadığını, çocuk ve gençlerin hayatının nispi olarak da olsa normale dönmesinin, onların biraz da olsa sosyalleşerek rehabilite olmasının aracı olduğunu vurgulamış; ne yapılması gerektiğini maddeler halinde sıralamıştık.
Bugün MEB’in deprem bölgelerinde övündüğü tablo ise adeta yapılacaklar listesinin tezatını temsil etmektedir.
Depremin vurduğu illerden aldığımız bilgi ve gözlemler, gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Deprem bölgesindeki eğitim faaliyetlerine ilişkin toz pembe bir tablo çizdiği son konuşmasını “Eğitim varsa umut var” sözleriyle bitiren Bakan Özer’e “Bu tablonun neresinde eğitim var?” diye sormak boynumuzun borcudur.
Öğretmenlerin yaşadığı sıkıntılar
• 11 ile giden öğretmenlerin yaşadığı sıkıntılar daha varır varmaz başlamaktadır. Çoğu yerde öğretmenleri karşılayan, kalacakları yere götüren, okulların yerini ve durumunu anlatan bir yetkili olmamıştır. Bunun nedeni oradaki eğitim yöneticilerinin de aynı zamanda birer depremzede olmaktan dolayı yaşadığı daha vahim gündelik uğraşlardır. Fakat kuşkusuz bu durum, MEB’in çok önceden düşünüp çözmesi gereken bir durumdur.
• Normalde böyle olağanüstü bir durumda görev yapan öğretmenlere ek dersin iki katı ücret verilirken, bu illere gönüllü olarak giden öğretmenlere hiçbir ücret ödenmemektedir. Bölgeye gönüllü olarak giden öğretmenlerin birçoğuna MEB tarafından yolluk ve harcırah dahi verilmemiştir. Depremin eğitimde açtığı yaraları sarmak için kendinden fedakarca gönüllü olan öğretmenlere dair hiçbir teşvikin de söz konusu olmaması, gönüllü öğretmen sayısının yetersiz düzeyde kalmasına yol açmıştır.
• Buralarda eğitim yöneticileri de depremzede olduğu için öğretmenler eğitimin planlamasını da kendileri yapmak durumunda kalmaktadır. Birçok okulda müdür ve müdür yardımcılarına ulaşmak dahi mümkün olmamış, en basit ihtiyaçlar dahi öğretmenlerin inisiyatifiyle çözülmeye çalışılmıştır.
• Yemek dağıtma çadırlarında sıraya girerek yemek yemeye çalışan öğretmenlerin okulların kantinlerinden yemek ve içecek ihtiyacını çözmesi de kantinlerin büyük çoğunluğunun kapalı olması, açık olanların bazılarında ise mallarını karaborsa hale getirip fahiş fiyatlarla satması nedeniyle imkansızlaşmıştır.
• Bölgeye gönüllü olarak ya da geçici görevle giden öğretmenlerin konaklama ihtiyaçları da baştan savma biçimde çözülmektedir. Pansiyonlarda ağırlanan öğretmenlerin birçoğu yorgan, yastık, çarşaf dahi bulamadığını; bazıları konakladığı yerde priz dahi bulamadığını iletmiştir. Bu illerde görev yaparken tekrar tekrar depremlerle sarsılan öğretmenlerden bazıları kaldığı pansiyon binaları güvenli olmadığı için ulaşabildikleri yetkililerden çadır talep etse de, “çadır yok” yanıtı almıştır.
• Özellikle çadır ve konteynırlardaki materyal sayısının yetersizliğine ilişkin muhatap bulamayan öğretmenler anlık çözümlerle eğitim vermeye çalışmaktadır. Yeri geldiğinde katlanan masalardan yazı tahtası, kuru meyve sandıklarından öğrencilerine oturak yapan öğretmenlerin, talep ettiği materyallerin birçoğunun depolarda olduğu söylense de o araçların depodan nasıl ve kimlerin talimatıyla getirileceği bilinmemektedir. Yani koordinasyon anlamında tam olarak bir kaos vardır.
Öğrencilerin yaşadığı sıkıntılar
• Öğrencilerin düzgün eğitim görememesinin başlıca nedenlerinden biri öğretmen sayısının yetersiz olmasıdır. Öğretmen sayısının yetersizliği nedeniyle öğretmenler sınıfları birleştirerek ders işlemek zoruna kalmaktadır. Örneğin bir bölgede 3 okul birleştirilip okul bahçesine 1 tane veya 2-3 adet konteyner sınıf konulmuş ve 9,10,11,12. Sınıflardan gelen öğrenciler öğretmen sayısı ve çadır sınıf sayısı yeterli olmadığından 9. sınıfla 10.sınıf, 11.sınıfla 12. sınıf birleştirilerek ders işlenmek zorunda kalınmaktadır. Yetersiz kadro ve yetersiz derslik yüzünden YKS’ye hazırlanan 12. sınıflara eşit ağırlık, sayısal, sözel ayrımı da yapılamamaktadır. Dil bölümünü seçen öğrencilere eğitim verecek branş öğretmeni hiç yok denecek kadar azdır. Öğrencilerin mağduriyetleri alanlarına göre değişmektedir.
• Bakan Özer’in "deprem bölgesinde 8 ve 12'nci sınıflar için 3 bin 205 Destekleme ve Yetiştirme Kurslarında (DYK) 129 bini aşkın öğrenciye eğitim veriyoruz” sözleri de gerçeğin sadece küçük bir kısmıdır. Bölgeye gönüllü giden öğretmen sayısı az olduğu için öğrenciler alanlarında ders görememektedir, (sayısal, sözel, dil, eşit ağırlık) ders işleyememektedir. Her branştan öğretmen bulunmadığı için bir çadırda eğitim gören öğrencilerle şehrin başka bir yerindeki çadırda eğitim gören öğrencilerin gördüğü dersler farklılaşmaktadır. Bir çadırdaki öğrenciler haftada 2 saat biyoloji dersi görürken, başka bir çadırdaki 68 gündür biyoloji öğretmeni dahi görememektedir. Aslında MEB, öğrencilerin bu okullara gelip gelmediğini bile bilememektedir çünkü öğrencileri arayıp “okula gelin” diyen yöneticiler bile yoktur. Devam zorunluluğu da olmadığı için, buralardaki eğitim müthiş bir kaos ve belirsizlikle yürütülmektedir.
• Afet sonrası eğitimi için okulların bahçesine çadır/konteynır kurmayı yeterli sayan MEB, öğrencilerin ve öğretmenlerin bu çadır okullara nasıl ulaşacağına yeteri kadar kafa yormamıştır. Şehrin başka bir ucundaki çadırda kalan öğrencinin kendi okulunun bahçesine yapılmaya çalışılan eğitime katılmasının güçlüğü hesap edilmemiştir. Ulaşım en temel sorunlardan biri haline gelmiştir. Bakan “bu bölgelerde taşımalı eğitime geçtik” diye övünse de bunun yapılabildiği yerlerde öğrencilerden gelen genel şikayet de servis araçlarının kendilerini 1 dakika bile beklememesidir. Evleri yerle bir olan, hayatları güçleşen öğrencilerden belli ki kusursuz bir dakiklik beklenmektedir. Bu ve benzeri sebeplerle, sahada yaptığımız gözleme göre; 11 ilde her 100 öğrenciden ancak 20-25’i çadırlardaki eğitime katılabilmekte, bu da düzenli bir şekilde sürdürülememektedir. Resmi rakamlara göre depremin vurduğu 11 ilin 10’unda 3 milyon 250 bin öğrenci bulunmaktadır. MEB’in Mart sonu yaptığı açıklamaya göre, 252 bin 829 öğrenci başka illere nakil hakkını kullanmıştır. Bu rakamı baz alıp, çadır ve konteynırlardaki eğitime katılma oranını bunun üzerinden hesaplarsak 2 milyon 800 bin civarında öğrencinin eğitim almadığı ortaya çıkmaktadır. Herkesin hep bir ağızdan sorması gereken soru: “Bu öğrenciler nerede?” sorusudur. Bu sorunun cevabı olarak tarikatlarla ilgili duyumların gelmesi de endişelerimizi körüklemektedir.
• Mehmetçik’in kurduğu çadırlar hariç hiçbir “eğitim çadırında” elektrik bulunmaması, birçok çadırın su baskınına açık durumda olması da öğrencilerin eğitimini güçleştirmektedir. Öyle ki bu çadırların birçoğunda kapalı havalarda çadırın içi tamamen karanlık olduğu için dersler sadece sözlü anlatımla geçmektedir.
• Okulların bahçelerine koyulan çadır ya da konteynırlar yetersiz kalmaktadır. Odalara ayrılmamış bu alanlarda aynı anda farklı sınıf öğrencilerine ders vermeye çalışan öğretmenler çoğu yerde çareyi öğrencileri sınıflarına göre arka-orta-ön sıralara oturtmakta ve her birine ders anlatmaya çalışmakta bulmaktadır. Bazı yerlerde çadırların hacmi yetersiz kalmış ve öğrenciler çadırlara sığamamıştır.
• Öğrencilerin kaynak kitap eksiği had safhadadır. Özellikle derslerinde iyi durumda olan öğrenciler için ellerindeki kısıtlı kaynaklar artık faydasızdır. Üniversiteye hazırlanan öğrencilerin elinde yeteri kadar test de yoktur. Bölgeye giderken yanlarında test kitapları götüren öğretmenler kendi fedakarlıklarıyla bu açığı kapatmaya çalışmaktadır.
• Kırtasiye yardımlarında da durum benzerdir. Dağıtım ilk yapıldığında ailesi kalacak yer bulma telaşında olduğu için bu yardımlardan yararlanamayan öğrenciler, sonrasında temin edememektedir. Depolarda kırtasiye malzemesi ve kaynak kitap olduğu söylense de yine bu malzemelerin kimin talimatıyla nasıl getirilip dağıtılacağı bilinmemektedir.
• Öğlen yemeği de birçok yerde sorundur. Çadır kentlerin yakınında olmayan okullarda/konteynırlarda öğlen yemeği verilmemektedir. Okulların büyük çoğunluğunda kantinlerin kapalı olması, açık olanlarda da fiyatların karaborsa düzenine göre keyfi belirlenmesi nedeniyle öğrencilerin beslenmesi büyük bir sorun haline gelmiştir.
• DYK gönüllü öğretmen görevlendirmelerinin 5 günlük yapılması da ayrı bir problem doğurmaktadır. 5 günlük süre içerisinde sınıflar bazında konular ve kazanımlar yarım kalmakta, öğretmen sayısının yetersizliği ve her branştan öğretmenin bulunmaması da Bakan Özer’in öğrencilerimiz her konuyu ve her kazanımı eksiz alabilecek ifadesini havada bırakmaktadır. Çünkü öğrenciler her dersten haftada 1 veya 2 saat ders görmekte veya o hafta o branştan gönüllü öğretmen bulunamadığından hiç ders görememektedir.
• Ayrıca 4 ilde (Adıyaman, Hatay, Kahramanmaraş, Malatya) üniversite sınavının yapılmayacağı ÖSYM tarafından duyurulduğundan beri YKS’ye girecek öğrencilerin sınava girmek için tercih yaptığı illere nasıl gideceği, ulaşım ücretini nasıl temin edeceği hususu hiç düşünülmemiştir. Bu konuda herhangi bir açıklamanın yapılmaması, öğrencilerin ve velilerin sırtına maddi ve manevi yeni bir sıkıntı yüklemiştir.
• Öğrencilerin sıkıntılarından birisi de MEB’in doymak bilmez reklam seviciliğidir. Birçok yerde dersin ortasında sınıfa “Bakan gelecek” ya da “Dron ile görüntü çekilecek. Buradan hep birlikte çıkacak ve gülerek poz vereceksiniz” diye duyuru yapılmış/yapılmaktadır. Depremde yakınlarını kaybeden öğrencileri, düzenli olarak PR çalışmalarına figüran yapılması, öğretmenleri de bezdirmiştir. Öyle ki fotoğraf ve videolar kalabalık görünsün diye Bakan’ın ziyaret ettiği bir okuldaki hizmetli “Sen de 2 yıllık okul mezunusun nasılsa” denerek yöneticiler tarafından derse sokulduğu bilinmektedir. Özellikle bu durumdan rahatsız olan üniversiteye hazırlık öğrencilerinin birçoğu, eğitimini aksatır hale gelmiştir.
Derhal atılması gereken adımlar
Yukarıda yansıttığımız rezil tabloyu biraz olsun iyileştirmek için Milli Eğitim Bakanlığı, reklam ve makyaj çalışmalarına ara verip acil olarak şu adımları atmalıdır:
• 11 ildeki eğitimin en büyük sorunu öğretmen yetersizliği olduğu için;
- Bu bölgedeki öğretmen açığının rakamsal olarak ne olduğu bilimsel yöntemlerle tespit edilip, bu açığı kapatmak için bir ordu gibi yıldan yıla çığ gibi büyütülen ataması yapılmayan öğretmenleri atama yöntemine gidilmelidir.
- Başka illerdeki norm fazlası öğretmenlere bu 11 il için görevlendirme kabul ederlerse mümkün olan en yüksek sayıda ek ders ücreti yatacağı söylenmeli, bir cazibe yaratılmalıdır.
- MEB’in görevi öğretmenlerin fedakarlığı, cefakarlığı üzerinden puan toplamaya çalışmak değil, öğretmenin de öğrencinin de cefa çekmemesini sağlamaktır. O yüzden gönüllü öğretmenlerin vicdanını kullanarak emek sömürmeyi değil, bölgeyi eğitimciler için makbul kılmaya uğraşmak, özendirici unsurlar yaratmak Bakanlığın görevidir. Bu işe 11 ilde görev yapan ve yapacak öğretmenlere maaşlarının 1.5 katını ödeme kararı almakla başlanabilir.
• Bölgede eğitimdeki kaosu ancak akıllıca ve bilimsel yöntemler çözebilir. Bu illerde nitelikli konteynır bölge okulları sayısı derhal çoğaltılmalı, şehirlerin her köşesine ulaşacak şekilde paylaştırılmalıdır. Öğrenciler artık eski ikametgahlarında kalmadıklarından bu öğrenciler için hala okul ayrımı yapmayı sürdürmek mantıksızdır. Kurulacak konteynır bölge okulları TYT, AYT, 8.sınıf gibi sınıflara ayırarak, buraların yakınında bu sınıflardan hangi öğrenciler yaşıyorsa onları eğitime alarak sistemi oturmak gerekmektedir. Bu yapılırsa, gönüllü gelen öğretmenlerin 5 günlük görev sürelerinde 10 okul gezmelerine de gerek kalmayacak, dersler daha verimli geçecektir.
• Afet gibi vahim olaylarda hükümetler nasıl kaymakam ve valileri gereken illere geçici olarak görevlendiriyorsa, bu 11 ilde de neredeyse tüm yöneticilerin birer depremzede olduğu hesap edilerek civar illerden şube müdürleri ve müdür yardımcıları gönüllülük esasıyla ve geçici görevlendirmeyle bu illere getirilmeli ve öğrenci ile öğretmenin muhatap bulamaması sorunu böylece çözülmelidir.
• Bölgede hem okullardaki hem öğrencilerdeki materyal eksikliği dikkatlice tespit edilip dağıtımı derhal planlanmalıdır.
• Bazı illerde depremzede öğretmenlerin idari izinlerinin bittiği duyurulmaktadır. Ancak bu öğretmenlerin şehirlerine döndüğünde nerede kalacağı, kalmak için buldukları yerler görevli oldukları okullara uzaksa ulaşımın nasıl sağlanacağı gibi maddi unsurlar hala soru işareti olarak durmaktadır. Bakanlık bu sorunlar için pratik ve somut çözümleri derhal üretmelidir.
• Eğitimin sürdürülmeye çalışıldığı çadırların hepsine elektrik sistemi getirilmeli, çadırlar su baskınlarına uğramayacak ve rüzgarda uçuşmayacak hale getirilmeli ve bu çadır eğitiminin ancak ve ancak geçici bir çözüm olması gerektiği unutulmamalıdır.
• Depremzede öğrencilerin eğitime dair tüm ihtiyaçları devlet tarafından derhal ve bedelsiz olarak karşılanmalıdır. Bu bölgelerde LGS’ye girecek öğrencilerin sınava MEB’in başarısızlığı ve basiretsizliği nedeniyle yeterince hazırlanamadığı gözetilmeli, kısa vadeli çözüm olarak kontenjanlar artırılmalı ve yatay geçiş avantajları sağlanmalıdır. Ancak asıl çözüm sınav odaklı değil süreç odaklı bir sistem geliştirilmesi, çocuklarımızın bilgi, ilgi ve yetenekleri doğrultusunda sınavsız yönlendirilmeleridir. YKS’ye hazırlanan öğrenciler için de bazı teknik avantajlar yaratılmalı, özellikle bu iki gruptaki öğrencilere tablet/bilgisayar/internet gibi teknik destekler derhal sağlanmalıdır.
• Her önüne gelen gerici vakıfla protokol imzalayan MEB, bu kez bu alışkanlığını öğrencilerin ve eğitimin lehine kullanmalı, telekominikasyon şirketleriyle okullara düzgün internet hizmeti verilmesi konusunda anlaşmalıdır.
• Depremin vurduğu illerde okul öncesi eğitim tam anlamıyla boşlanmıştır ve bu boşluktan vakıf maskesi takmış tarikatlar yararlanmaktadır. Bu mecbur bırakma politikası, bu afeti bile fırsata çevirme düşkünlüğü kabul edilmez. MEB, burada derhal okul öncesi eğitim konteynırları oluşturmalıdır.
Eğitim-İş diyor ki:
Bakanlığı süresince eğitime zarar veren birçok uygulaması nedeniyle defalarca istifasını istediğimiz Milli Eğitim Bakanı, ülkenin genelinde eğitim yaralı, 11 ilindeyse ağır yaralı durumdayken milletvekilliği derdine düşmüştür.
Kendisine çağrımız, giderayak da olsa bir kez olsun o koltuğun hakkını vermesi ve yukarıda saydığımız maddeleri hayata geçirerek depremin vurduğu illerde eğitimi iyileştirmesidir.
Bu tablo, “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” kesin hükmünde bulunan
Anayasanın 42. Maddesine, Milli Eğitim Temel Kanunu’na ve sosyal devlet ilkesine aykırıdır; o yüzden bu rezil tablonun sürdürülmesi sadece ihmal değil, suçtur!
“Eğitimde feda edilecek fert yoktur” diyen Başöğretmenimizin kurduğu bu ülkede, 2023 yılında böyle bir rezil tabloya yol açmak ve bundan dolayı övgü beklemek skandaldır!
Eğitim-İş olarak bu illerimizdeki eğitim uygulamalarını özel olarak ve yakından takip ettiğimizin, her yanlış ve eksik uygulamada kamuoyunu bilgilendirme görevini ifa edeceğimizin, hesap soracağımızın altını çiziyoruz.
öğrenci
Eğitim-İş, eğitimin ilk yarı tablosunu açıkladı.
Eğitim-İş'in ilk yarıyıl tespit tutanağına göre, “Eğitim de eğitimci de ağır yaralı”.
Eğitim-İş Merkez Yürütme Kurulundan yapılan açıklama şöyle:
2022-2023 eğitim-öğretim yılının ilk döneminde eğitim, önceki eğitim dönemlerinden farklı olarak sadece AKP iktidarının gericileştirme politikalarına maruz kalmamış, aynı zamanda ekonomik krizin elinde tam anlamıyla can çekişmiştir. Eğitimde AKP iktidarının yarattığı ve yıllardır çözüm iradesi gösterilmediği için kronikleşen sorunlar büyümüş ve bu sorunlara yenileri eklenmiştir.
2022-2023 eğitim-öğretim yılının ilk döneminin hasar kaydı şu şekildedir:
• İhtiyaç duyulan sayıda derslik ve okul (yine) inşa edilmedi. Örneğin bir ilimizde deprem sonrası yenisi yapılmak için yıkılan 83 okulun inşaatına dahi başlanmadı. MEB’in ihaleye çıktığı 183 okul inşaatı, şirketler karlı bulup tenezzül etmediği için iptal edildi. Büyükşehirlerde bile yüzlerce okula birkaç okulu dolduracak sayıda öğrenci sıkıştırıldı. Eğitim vardiyalı ve daha niteliksiz hale getirildi.
• Okul içinden okul çıkarma sihirbazlığıyla ikili ve taşımalı eğitim garabetleri, kalabalık sınıflarda eğitim sorunu devam etti. Çocuklarımız sabah ışıklar açılacak kadar karanlık, birçok yerde 50-60 kişilik kalabalık sınıflarda, uykusuz ders dinlemeye, akşamın geç saatlerinde evlerine dönmeye mahkum edildi.
• Derin yoksulluk yaşayan veli ve öğrenciler, sosyal devlet ilkesine uygun politikalar belirlemeyen yöneticiler yüzünden çok zor bir dönem yaşadı. Çocuklarımız musluklardan su içti, aç karnına derslere girdi. Ailesi varlıklı öğrenci ile ailesi yoksul öğrenci arasındaki makas, kapanması çok zor bir biçimde açıldı. 4 çocuktan 1’i okula aç gidiyor. Yine 4 çocuktan 1’i düşük kilolu, 4 çocuktan 3’ü ise kansızlık problemi yaşıyor. Oysa Cumhurbaşkanlığı’nın günlük harcaması için ayrılan 18 milyon TL, yol ve köprü garanti ödemeleri ile yurttaşların fayda sağlayamadığı hasta garantili şehir hastaneleri için ayrılan 100 milyar TL ödenek ile bütün çocuklarımızı beslememiz mümkündü.
• Onca skandala rağmen dernek/vakıf maskesi takmış tarikatlar eğitimde cirit atmaya devam etti.
• Karma eğitimi ortadan kaldırma girişimleri arttı. Devletin resmi memuru niteliğindeki imamlar dahi karma eğitim karşıtı vaazlar verir hale geldi.
• Örgün öğretimde kayıtlı 17 milyon 417 bin öğrenciden 232 bin 152'si örgün öğretimi terk etti. İlkokul, ortaokul, lise yaşındaki 280 bin çocuk ise okullara hiç kayıt olmadı. Toplam 512 bin 152 öğrenci eğitimden koptu. MEB, bu çocukların takibini yapmadı. Zorunlu eğitim lafta bırakıldı.
• Çocuk işçi sayısı arttı. TÜİK çocuk işçi sayısını 520 bin olarak açıkladı. Ancak çalışma hayatında 2 milyona yakın çocuk işçi bulunmakta ve çocuk işçilerin yaklaşık yüzde 80’i kayıt dışı çalıştırılmaktadır. Türkiye’de çocuk işçiliği ve iş cinayetleri raporuna göre, 2013’ten bugüne kadar en az 811 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.
• Mesleki eğitim adı altında yüzbinlerce öğrenci eğitimden koparılıp sermayeye ucuz işgücü oldu. Öğrenci sayısı 1 milyon 33 bine ulaşan MESEM’ler devlet eliyle çocuk işçiliğin yasal kılıfı, kamu kaynaklarının yandaş şirketlere peşkeş çekilmesinin aracı oldu. Yalnızca bir ilçemizde, MESEM’de kayıtlı çocuklarımız, el ve ayak kopması gibi ciddi 5 iş kazası yaşadı.
• Bütçeden, Milli Eğitime ayrılan pay, bu yıl daha da düştü. Belirlenen trajikomik bütçe, hükümet için eğitimin önem sırasında ne kadar arkalara itildiğinin de en güncel ispatı oldu. Ülkenin geleceği olan çocuklarımıza “Okursan bu güzel Cumhuriyet’te her şey olabilirsin” diyebilmesi için kurulan Milli Eğitim Bakanlığı, yoksul ailelerin çocuklarına pişkince “işçisin sen işçi kal” dedi ve patronlardan alkış topladı.
• Eğitimdeki barınma sorunu daha da derinleşti. KYK yurdu inşa edilmediği ve özel yurtlardaki fiyatlar otel konaklama fiyatlarıyla yarışır hale geldiği için üniversite öğrencilerinin barınma sorunu geçen yıllara göre ağırlaştı. KYK yurtları tamamen doldurulduğunda üniversite öğrencilerinin ancak %18’i yerleşebildiğinden, birçok öğrenci tarikat yurtlarına mecbur bırakıldı. Gençlerimiz yersiz yurtsuz bırakıldı.
• Bilimsel ve özerk şekilde faaliyet göstermesi gereken üniversitelerde siyasi baskı arttı, antidemokratik yöntemlerle rektörler atandı; üniversitelerin uluslararası alanda saygınlığı ve başarı oranı daha da düşürüldü. Dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında üniversitelerimiz ilk 400’de bile yer alamadı. Ülkenin geleceğinden ve saygınlığından çalındı.
• Öğretmen açığı kadar dahi öğretmen ataması yapılmadı. Öğretmenin elinden çiçek bile almayan bir Milli Eğitim Bakanı ile, öğretmen talebini ilettiğinde dudağını ısırarak arkasını dönen bir Cumhurbaşkanı’nın görmezden geldiği atanmayan öğretmen ordusu daha da büyüdü.
• Eğitim emekçisini değersizleştirme ve emeğini görmezden gelme politikaları, Öğretmenlik Meslek Kanunu’ndan ibaret kalmadı. YÖK’ün aldığı kararla, eğitim fakültelerinin dışında da farklı alanlarda öğrenim gören öğrencilerin pedagojik formasyon eğitimini “seçmeli ders” olarak almasının önü açıldı. Alanında gördüğü eğitime rağmen atanmayan öğretmen sayısı 1 milyona yaklaşmışken, pedagojik formasyon basitçe dağıtılabilecek bir hale getirildi. Umut tacirliği yapıldı.
• Okullara kadrolu yardımcı personel ısrarla atanmadı.
• Ücretli ve sözleşmeli öğretmen ayıbı sürdürüldü, Anayasal bir hak olan güvenceli çalışma hiçe sayıldı. Asgari ücretin altında bir ücretle öğretmen çalıştırılarak devlet eliyle suç işlendi.
• Öğretmenlik Meslek Kanunu ile öğretmenler ayrıştırıldı, çalışma barışı bozuldu, öğretmenlerin ekonomik ve özlük hakları sınav ve kariyer odaklı hale getirildi.
Özetle; Dünya ülkelerine bir memlekette eğitimin kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp meta haline getirilmesinin, gericileştirilmesinin ve gerici unsurlara arka bahçe yapılmasının, eğitimin öncelikler listesinde en arkalara itilmesinin sonuçlarını anlatan bir film yapılmak istense, ne yazık ki bu yarıyıl o yapıma fragman olabilecek kadar ibretlerle doludur.
Bu yarıyılda yaşananlar da bir kez daha göstermiştir ki: çağdaşlık ve emek düşmanı bir yönetim anlayışı nedeniyle eğitim, hastalığı her dönem biraz daha ağırlaşan bir insana dönüşmüştür. Dünyada Başöğretmen unvanlı bir liderin kurduğu tek ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nde ülkenin geleceği için tehlike çanları çalmakta, ülkenin geleceği olan öğrenciler eğitimsizliğe itilmekte ve geleceğin mimarı olan eğitim emekçileri itibar saldırısına uğramaktadır.
Bu hastalığın tek tedavisi ise Eğitim-İş’in her zaman savunduğu gibi bilimsel, laik, çağdaş, adil ve kamusal bir eğitim sistemini inşa etmektir.
Bu yüzden Başöğretmen’in izindeki eğitim neferlerinin bir araya gelerek oluşturduğu Eğitim-İş olarak bu yoldaki mücadelemizden, gelecek için verdiğimiz kavgadan asla vazgeçmeyeceğiz!
Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay özel okullara yapılan zammı “Eğitimin kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp metaya dönüştürülmesinin sonucu” olarak değerlendirdi.
Çocuğu özel okula giden veliler fiyat artışları nedeniyle canından bezerken Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer dün özel öğretim kurumları temsilcileriyle düzenlenen toplantının ardından açıklama yaptı. Özer, özel okullarda uygulanacak zam oranını yüzde 65 olarak açıkladı.
Sektör temsilcilerinin oranın düşük olduğunu belirttiğini kaydeden Özer, özel okul zammına ilişkin “Hem 2023 yılındaki enflasyon beklentisinin düşük olması hem de velilerin bu süreçte desteklenmesi bağlamında” bu yılki artış oranının belirlendiğini söyledi. Özer, daha önce TÜFE-ÜFE baz alınırken, bu yıl sadece ÜFE’nin baz alındığını söyledi. Kararın bugünden itibaren uygulamaya konulacağı belirtildi.
“Okula ticarethane gözüyle bakılıyor”
Eğitim-İş zam oranına tepki gösterdi.
Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay, “Söz konusu zam oranıyla Bakan’ın öğretmenlerin çıkarlarını korumak gibi bir derdi ya da kabiliyeti olmadığı gibi velileri de umursamıyor” dedi.
Özbay, “Özel okullar için belirlenen zam oranı hem eğitimin kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp metaya dönüştürülmesinin sonuçlarını hem Milli Eğitim Bakanı’nın tarafını belli ediyor. Gelinen noktada eğitimin tek kazananı patronlar ve tarikatlar. Öğretmene köle, öğrenciye araç, veliye müşteri, okula ticarethane gözüyle bakıldıkça ne yazık ki bu tablo daha da beter hale gelecek” dedi.
Yüzde 27,1 arttı
Türkiye'de eğitim harcamaları 2021 yılında 2020 yılına göre yüzde 27,1 artarak 344 milyar 341 milyon TL oldu.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2021 yılı Eğitim Harcamaları İstatistiklerini paylaştı.
Verilere göre eğitim harcamaları 2021 yılında 2020 yılına göre yüzde 27,1 artarak 344 milyar 341 milyon TL oldu. 2021 yılında bir önceki yıla göre eğitim harcamalarının en çok yükseldiği eğitim düzeyleri; yüzde 37,7 ile yükseköğretim ve yüzde 28,3 ile ortaokul oldu.
GSYH payı her yıl düşüyor
Eğitim harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı 2020 yılında yüzde 5,4 iken, 2021 yılında yüzde 4,8 oldu. Devlet eğitim harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı ise 2020 yılında yüzde 4 iken, 2021 yılında yüzde 3,4 oldu.
Özel kurumlarda harcama yüksek
Eğitim harcamaları hizmet sunucularına göre değerlendirildiğinde; devlet eğitim kurumlarınca yapılan harcamaların yüzde 35,6'sını yükseköğretim, yüzde 22,3'ünü ortaöğretim oluşturdu.
Özel eğitim kurumlarınca yapılan harcamaların, yüzde 39,5'i yükseköğretime, yüzde 34,4'ü ortaöğretime yapıldı.
Eğitimde kamu payı
Türkiye'de 2021 yılında yapılan eğitim harcamalarının yüzde 72,5'i devlet tarafından finanse edildi. Eğitim harcamaları içerisinde hanehalkının yaptığı harcamaların payı ise yüzde 22,0 oldu.
Öğrenci başına yapılan eğitim harcaması 2020 yılında 12 bin 311 TL iken, 2021 yılında 15 bin 500 TL olarak gerçekleşti.
En yüksek harcama yüksekokul
Eğitim düzeylerine göre değerlendirildiğinde, 2021 yılında öğrenci başına harcamanın en yüksek olduğu eğitim düzeyi 28 bin 597 TL ile yükseköğretim oldu.
Öğrenci başına toplam eğitim harcaması bir önceki yıla göre yüzde 25,9 arttı. Öğrenci başına eğitim harcamalarının 2021 yılında 2020 yılına göre en fazla artış gösterdiği eğitim düzeyi yüzde 37,7 ile yükseköğretim oldu. Bunu yüzde 31,9 ile ortaokul takip etti.
“Eğitimle ilgili materyal ihtiyaçlarının devlet tarafından tüm öğrencilere eşit ve bedelsiz sağlanması anayasal bir zorunluluktur”
Milli Eğitim Bakanlığı meslek liselerinde 11 ve 12’nci sınıfta eğitim gören yüzlerce öğrenciyi adeta unuttu. Öğrenciler için bu yıl ders kitapları dahi yayımlanmadı.
Meslek liselerinde 11 ve 12’nci sınıfta okuyan öğrenciler için bu yıl ders kitapları yayımlanmadı. Öğrenciler ve öğretmenler, 9, 10 ve 11’inci sınıflar için hazırlanan meslek dersi kitaplarına dijital olarak ‘http://meslek.eba.gov.tr’ adresinden ulaşabiliyor. 9’uncu sınıflar için 108, 10’uncu sınıflar için ise toplam 221 adet kaynak kitap bulunuyor. 11’inci sınıflar için hazırlanan 343 kaynak kitabın hepsinde ‘taslak’ ibaresi yer alırken, indirilme sayılarının az olması da dikkat çekti.
Öte yandan mezun olmak için hazırlanan ve üniversite sınavına girecek olan 12’nci sınıflar için ise sitede herhangi bir kaynak kitap ve ders notu bulunmuyor. Ayrıca 10’uncu sınıf Çocuk Gelişimi, 11’inci sınıflar ise Erken Çocukluk ve Özel Eğitimde Program Atölyesi, Yetersizlik Türleri ve kaynaştırma Eğitimi, Çocuk Edebiyatı ve Sosyal Medya derslerinin notları da sitede yer almıyor.
Öğretmenler ise internette farklı sitelerde bazı dersler için kitap veya ders notu bulunduğunu ancak ne zaman yüklendiği ve güvenilirliği konusunda bilgi sahibi olmadıkları için derslerde kullanmak istemediklerini söyledi.
Sınavlardan önce yayımlanmalı
Eğitim İş İstanbul 1 No’lu Şube Özlük Hukuk TİS Sekreteri Gül İnce Canıçevik, BirGün’den Berkay Sağol’a yaptığı açıklamada, “Biz alan öğretmenleri derslerimizi boş geçirmiyor, eski çerçeve öğretim programına göre hazırlanmış elimizde bulunan kaynaklardan, kendimize ait yılların tecrübesiyle edindiğimiz ders notlarımızdan derslerimizi işliyoruz. MEB, bir an önce derslerin kitaplarını yayımlamalı” dedi.
Canıçevik şunları söyledi: “MEB tarafından programlar güncellendi, ama güncel içeriklerle değil, geçersiz kabul edilen eski modüllerle ya da hiç ortada olmayan ders içerikleriyle ders yapılıyormuş gibi gösterilmesi bekleniyor. Bu sorun tüm Türkiye’deki meslek liselerinde yaşanıyor. Eğitimin ve eğitimle ilgili materyal ihtiyaçlarının devlet tarafından tüm öğrencilere eşit ve bedelsiz sağlanması anayasal bir zorunluluk olup, bu bir lütuf değildir.”
Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer, geçen sene övünerek meslek liselerinde eğitim gören öğrenciler için meslek dersi kitaplarının ilk kez "ücretsiz kitap" kapsamına alındığını açıklamıştı.
Açıköğretim kurumlarına kayıtlı öğrenci sayısı bu yıl geçen yıla göre 157 bin arttı
Okulu bırakıp açıköğretime geçen öğrenci sayısı 1 milyon 738 bine çıktı. Eğitimde de istihdamda da olmayan gençlerin oranı yüzde 24.7 oldu. Eğitimini yarıda bırakan gençlerin yüzde 48.1’i “ekonomik krizi” gerekçe gösterdi. 700 bin kız çocuğu ise eğitim dışında kaldı.
Okulu bırakıp açıköğretime geçen öğrenci sayısı sürekli artıyor. Bu öğretim yılında sayı 1 milyon 738 bine çıktı. Yani her dört lise öğrencisinden biri açıkta okuyor ya da yalnızca kayıtlı görünüyor. Bu sayı geçen öğretim yılında 1 milyon 580 bin 764’dü.
Cumhuriyet’ten Figen Atalay’ın haberine göre, Eğitim uzmanı Alaattin Dinçer, “Açıköğretim öğrenci sayısı, ulaştığı 1 milyon 738 bin 198 rakamı ile 69 ilin nüfusunu geçmiş durumda. Eğitimde de istihdamda da olmayan gençlerin oranı yüzde 24.7” dedi.
TÜİK 2021 çocuk ve gençlik istatistiklerine göre de 2021 yılında ilkokulda okuyan öğrencilerin yüzde 1.4’ünün, ortaokullarda okuyanların yüzde 2.6’sının, ortaöğretimde okuyanların ise yüzde 29.5’inin eğitim süreçlerini tamamlamadığını hatırlatan Dinçer, “15-24 yaş aralığında bırakanların oranı yüzde 7.6 olmuş. Eğitimini yarıda bırakan gençlere nedeni sorulduğunda gençlerin, yüzde 48.1’i ‘ekonomik’, 23,6’sı da ‘başarısızlık’ yanıtını vermiş” diye konuştu.
700 bin kız çocuğu okumuyor
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), eğitimin tüm kademelerinde güncel okullaşma oranlarını paylaştı. İçişleri Bakanlığı MERNİS kayıtları ve MEB verileri kullanılarak güncellenen verilere göre okul öncesinde, beş yaşta okullaşma oranı yüzde 93.78’e, ilkokulda yüzde 99.3’e, ortaokul kademesinde yüzde 99.4’e ve ortaöğretimde ise yüzde 95.6’ya yükseldi. Bakan Mahmut Özer, ortaöğretimde kız çocuklarının okullaşma oranının da yüzde 94.66’ya yükseldiğini açıkladı. Yani resmi verilere göre bile lise çağındaki kadınların yüzde 5’ten fazlası eğitimin dışında bulunuyor. Diğer eğitim kademeleri de göz önüne alındığında halen çeşitli nedenlerle eğitimi bırakan ya da zorla okuldan alınan yaklaşık 700 bin kız çocuğu bulunduğu tahmin ediliyor.
"Laik, bilimsel ve ücretsiz eğitim yurdun her köşesinde tüm yurttaşlar için erişilebilir olmalı"
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, “Eğitimde yaşanan tüm sorunların nedeni aslında uzun yıllardır desteklenen niteliksiz sistem ve niteliksiz eğitim politikalarıdır. Laik, bilimsel ve ücretsiz eğitim yurdun her köşesinde tüm yurttaşlar için erişilebilir olmalı, devlet bunu kamucu politikalarla sağlamalı ve sürdürülebilir tutmalı. Bunlar için de bütçeden eğitime ayrılan pay artırılmalı” açıklamasını yaptı.
ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Ayşe Yüksel, okulların açılmasıyla birlikte eğitimde yaşanan sorunlara ilişkin yazılı açıklama yaptı. Eğitimde yaşanan sorunların sadece sosyoekonomik olmadığına, toplumsal ve siyasal yönünün de olduğuna dikkat çeken Yüksel, şunları ifade etti:
“Çağdaş bir toplum ve çağdaş bir ülke ancak ve ancak çağdaş eğitim ile mümkündür”
“Niteliksiz eğitim geleceğin en önemli sorunu olarak karşımıza çıkıyor ve öğrencilerimizin geleceğini tehdit ediyor. Ülkemizin eğitim alanında yaşadığı sorunlar, ‘Niteliksiz öğrenci, niteliksiz öğretmen, niteliksiz okul’ ifadeleriyle açıklanmaya çalışılıyor. Eğitimde yaşanan tüm sorunların nedeni aslında uzun yıllardır desteklenen niteliksiz sistem ve niteliksiz eğitim politikalarıdır. Öğrenci ve öğretmene ‘niteliksiz’ demek bir çözüm değil, esas sorunun üstünü sürekli olarak kapatmaya çalışmaktır. Eğer siz öğrencilere eşit şartlar sağlamazsanız, laik ve bilimsel eğitimi engellemeye çalışırsanız, toplum mimarı olan öğretmenlere gerekli nitelikli eğitimi vermez, özlük haklarını gözetmezseniz eğitimden başarılı bir sonuç bekleyemezsiniz. Her yıl, ‘Eğitim sistemimizi, sınav sistemimizi değiştiriyoruz’ demek, öğretmenlerin emeklerini yok sayan politikalar uygulayarak onların ideallerini yok etmek, devlet okullarının sahip olması gereken olanakların hepsini her geçen yıl azaltarak öğrencileri umutsuzluğa hapsetmek kabul edilemez. Çağdaş bir toplum ve çağdaş bir ülke ancak ve ancak çağdaş eğitim ile mümkündür.
“Eğitimin her aşamasında uygulanan yanlış politikalar eşitsizliği büyütüyor ve ülkenin geleceğini yok ediyor”
Eğitim ve Bilim İşgörenleri (Eğitim-İş) Sendikası’nın hazırladığı rapora göre bu yıl, LGS’ye başvuran 1 milyon 236 bin 308 öğrenciden 204 bin 509 öğrenci sınava girmedi ki bu çok ciddi bir düşüş. Aslında bu tablo, gençlerin umutlarındaki yok oluşun veri olarak karşılığıdır. Ayrıca sınava giren 1 milyonu aşkın öğrenciden sadece 188 bini okullara yerleşti, yani öğrencilerin sadece yüzde 18’i okullara yerleşebildi. Geriye kalan yüzde 82’lik kısım ise imam hatip veya meslek liselerine kaydedildi. Ne yazık ki, bu öğrencilerin çoğunluğu da fırsat eşitsizliği yaşayan, kısıtlı olanaklara sahip çocuklar oldu. Her geçen gün büyüyen eşitsizlik sarmalı ortaöğretim öğrencilerimizi de kuşatmış durumda. Mesleki okullardaki eğitimin yetersizliği ise yıllardır kangren olmuş bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. 2022-2023 dönemi için güncellenen müfredatın içeriği ise yine tartışmalı. Örneğin çocuk ve ergenlerin düşünme becerilerini geliştirecek olan felsefe dersinin zorunlu dersten seçmeli derse dönüşümü ve öğrencilerin seçmeli ders seçimlerinde de gerek okuldaki öğretmen altyapısı gerek okulun ve velilerin yönlendirmesi ile serbest olmaması epey düşündürücü ve kaygı verici. Okullardaki teknolojik donanım ve yazılımların yetersizliği de kamuoyunda oldukça güçlü karşılık bulmaya devam ediyor. Yani eğitim sistemimizin dijital dönüşümü ne derece etkili uygulayabildiği konusunda net bir çıktı sunamıyoruz. Bu sorunlar karşısında şunu artık çok net görebiliyoruz, eğitimin her aşamasında uygulanan yanlış politikalar eşitsizliği büyütüyor ve ülkenin geleceğini yok ediyor.
“Laik, bilimsel ve ücretsiz eğitim yurdun her köşesinde tüm yurttaşlar için erişilebilir olmalı”
4 4 4 eğitim sistemi, yıllardır gelen eleştiriler ve Türkiye’nin uluslararası eğitim sıralamalarındaki düşüşüne rağmen üzerinde durulmayan ve iyileştirilmeyen bir konu olmaya devam ediyor. Bu sistemle birlikte okul öncesi eğitimdeki beklenen artış sağlanamamış aksine okul öncesi eğitimde gerileme gerçekleşmiştir. Öğretmen ve öğrencinin ihtiyacını karşılamayan sistemde seçmeli dersler ile öğrenciler matematik ve fenden uzaklaşıyor. Eğitimde yapılan sürekli değişiklikler, bilimsellikten uzak yaklaşımlar ve liyakatsizlik eğitimdeki kalitemizi gittikçe düşürdü. Anadolu ve fen liselerinin niteliksiz hale getirilmesi, ezberci eğitim sistemi bu başarısızlığın nedenlerinden biri. Eğitimde ve sonrasında gençlerimize sunamadığımız hayat beyin göçünü de beraberinde getiriyor. Birçok öğrenci ilkokul yıllarından itibaren yurt dışına gitmenin hayalini kurar hale geldi. Biz çocuklarımızın kaliteli eğitimle birlikte hayallerini de ellerinden aldık. Sosyal becerilerini desteklemediğimiz, çocuğun biricikliğini elinden aldığımız bir eğitim sistemi kurmuş durumdayız. Laik, bilimsel ve ücretsiz eğitim yurdun her köşesinde tüm yurttaşlar için erişilebilir olmalı, devlet bunu kamucu politikalarla sağlamalı ve sürdürülebilir tutmalı. Bunlar için de bütçeden eğitime ayrılan pay artırılmalı. Şunu unutmamalıyız ki Büyük Atatürk’ün eğitim anlayışı, Türkiye Cumhuriyeti’nin hedeflerinin en önemli dayanağı, varlığının koruyucusu ve geleceğinin güvencesidir.
“ÇYDD olarak ‘sorunun değil, çözümün bir parçası ol’ düşüncesinden asla ödün vermedik, vermeyeceğiz!”
Unutulmaz Genel Başkanımız Türkân Saylan önderliğinde öncelikle kız çocuklarımızın eğitimine destek olarak toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik çalışmalar gerçekleştirdik, binlerce kız öğrencimize ışık olduk. Laik, bilimsel ve karma eğitimi korumak adına sürdürdüğümüz çalışmalar ile bugün, 103 bin 387 öğrencimize eğitim desteği sağlamış bulunuyoruz. Aynı zamanda örgün eğitimden mezun olmanın tek başına yeterli olmayacağı öngörüsüyle öğrencilerimizin sosyal, kişisel ve düşünsel açıdan farklı yetkinlikleri de kazanabilecekleri projeler geliştiriyoruz. Ortaokul öğrencilerimize yönelik Bilimin Çakıl Taşları Projesi ve lise öğrencilerimize yönelik Genç Denizyıldızları Projesi ile çocuklarımıza ve gençlerimize 21. yüzyıl beceri ve yetkinliklerini kazandırarak hayallerini gerçekleştirmelerine destek oluyoruz. Ancak bu yeterli mi, asla! ÇYDD olarak ‘sorunun değil, çözümün bir parçası ol’ düşüncesinden asla ödün vermedik, vermeyeceğiz! Çağdaş eğitim ve gençlerimizin geleceği için eğitimdeki gerçek sorunların tespit edilmesi ve ivedilikle bütüncül eğitim politikalarının uygulanması gerekiyor. Bu gerçekleşene kadar durmadan çalışmaya ve öğrencilerimize destek olmaya devam edeceğiz.”
Kaynak: ANKA
Pahalılık, öğrencilerin beslenme çantasını da vurdu... Çeşit azaldı, dengesiz beslenme arttı
Hayat pahalılığı okul kantinlerinde satılan ürün fiyatlarına yüzde 100'e varan oranlarda zam olarak yansıdı. Maliyetlerden dolayı dar ve orta gelirli ailelerin, çocuklarının beslenme çantalarına koydukları yiyecek çeşidi azaldı
2022-2023 eğitim, öğretim yılının başladığı bugünlerde aileler, öncelikli olarak öğrenci olan çocuklarının defter, kitap, çanta gibi eksiklerini karşılamaya çalışıyor.
Ancak geçen yıl kendini göstermeye başlayan bir sorun bu yıl daha da ağır hissedilecek gibi görünüyor.
O da öğrencilerin artan beslenme giderleri. Maliyetlerin yükselmesi çocukları okuyan dar ve orta gelirli ailelerinin bütçesini daha da zorlayacak.
Okul kantinlerinde yüzde 100'e varan artışlar
Kocaeli Bakkallar, Büfeciler ve Tekel Bayileri Esnaf Odası da yeni dönemde uygulanacak kantin fiyatlarını açıkladı. Fiyatlara bakılınca okul kantinlerinde de yüzde 100 oranında artış olduğu net.
En basitinden bir sandviç tost 15, 0,5 litre su 3, küçük ayran 5, büyük ayran 7, kutu süt 7 ve gözleme 20 liradan satılıyor.
Bu fiyatlar dışarıya oranla uygun gibi görülse de bunların çocuklar tarafından ailelerince verilen harçlıklarla alınacağını unutmamak lazım.
Dolayısıyla etütle birlikte sabah 09.00'dan neredeyse akşam 17.00'ye kadar okulda kalan bir çocuk, bir tost ile bir küçük ayran bile alsa gün içerisinde en az 20 lira harcaması gerekecek.
Bu da ayda 400 lira eder. Su parası da düşünülünce ilkokula başlayan bir çocuğun bile cebine ayda 500 lira harçlık koymak gerekebilir.
"Yüzde 103 artış var"
Eğitim İş Sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay, okul kantinlerinde kimi üründe yüzde 88, kimi üründe yüzde 103 oranında artış yaşandığını söyledi.
Geçen yıl bir öğrencinin bir simit ve küçük ayranı 4,5 liraya alabildiğini ancak bu yıl aynı ürünlere en az 8,5 liraya vermek zorunda kaldığını hatırlatan Özbay, "Kantinlerde yüzde 100 oranında artış var. Bir çocuk en basitinden bir tost ve ayranı bile 15 liradan alabiliyor. TBMM'de ise kuşbaşılı pide 15 liradan satılıyor. Bu nedenle okul kantinlerinin meclisin lokantasına bağlanmasını istiyoruz" dedi.
"Fiyatlardaki artış çocukların beslenmelerinin daha sağlıksız olacağını gösteriyor"
Eğitimin sadece ders anlatmak olmadığını kaydeden Özbay, "Beslenme en temel haktır. Üstelik hem beslenme hem de ulaşım da eğitimin parçasıdır. Fiyatlardaki artış çocukların beslenmelerinin daha sağlıksız olacağını gösteriyor. Devlet eğitim kapsamında çocuğun beslenme ve ulaşım hakkını da düşünmek zorundadır. Bu şartlarda ailesinin parası olan çocuk daha iyi beslenirken, durumu kötü olan çocuk gerekli gıdaları alamayacak. Bir de yanındaki çocuğun yediklerine baktığında onun psikolojik ağırlığını yaşayacak" diye konuştu.
"Miktar ve çeşitte azalma var"
Eğitim İş Ankara 3 No'lu Şube Başkanı Doğan Dağdelen, aynı zamanda kamuda okul öncesi öğretmeni olarak görev yapıyor.
Dağdelen de Independent Türkçe'nin sorularını cevapladı. Dağdelen'e göre de beslenme çantasında miktar ve çeşit olarak bir azalma var. Ayrıca önceki yıllara göre taze ekmeğin yerini bayatlamaya başlamış ekmek, ev yapımı köy ekmeği, krem peynir ve kaşar peynir yerini ise beyaz peynir veya ev yapımı köy peyniri veya çökelek diye tabir edilen peynir türüne bırakmış durumda.
Dağdelen, pahalılığın çocukların beslenme çantasını nasıl etkilediğini şu sözlerle dile getirdi:
"Daha önce öğretmen porsiyon belirlerken kibrit kutusu kadar da yazsa fazla konulup durumu iyi olmayanlar varsa paylaşırlar denilirdi. Şimdi herkes öğretmenin yazdığı kadarını koymaya çalışıyor. Çikolatalı ekmek, patates kızartma listeyi terk etti. Önceki yıllarda simit, poğaça, kurabiye, kutu meyve suyu, kutu süt, muz, kivi, çilek tercih edilirdi. Şimdilerde rastlamak mümkün değil. Ara öğün için evde yapılmış poğaça, kek, süt, su, elma tercih edilirken öğle yemeği için öğrencilerin neredeyse tamamı veli tarafından evine götürülüyor."
"Beslenmede tek çeşide dönüldü"
Eğitim Sen İşyeri Temsilcisi Murat Durmuş da Ankara'nın Çankaya ilçesine bağlı bir köy ilkokulunda öğretmen olarak çalışıyor.
Ailelerin geçen yıllarda beslenme çantalarına ev yapımı poğaçalar, börekler ya da kekler koyduğunu söyleyen Durmuş, "Geçenyılın ortalarından beri beslenme çantalarına daha tek çeşit yiyecek konulduğunu görüyoruz. Meyve suyu, çerez ya da yaş meyve daha az görünür oldu. Yani dengeli beslenme sorunu de yaşanıyor. 0.5'lik bir pet şişenin fiyatı 3,5-4 lira. Bir çocuk okuldayken en az iki pet şişe suya ihtiyaç duyar ama bulunduğum yerde çocukların bunu alacak imkanı yok. O nedenle suluklarını musluktan dolduruyorlar" ifadelerini kullandı.
"15 lira olan fiyat günlük 45 lira olunca çocuğumu okulda yemeğe yazdırmadım"
Durmuş, sadece bir öğretmen değil aynı zamanda bir öğrenci velisi. 8. sınıfta okuyan bir çocuğu bulunuyor.
2021 yılının başında çocuğu için okulda verilen yemeğe günlük 15 lira ödediklerini kaydeden Durmuş, "Bu yıl yemek günlük 45 lira olmuş. Eşim de öğretmen olmasına karşın maliyeti düşünerek bu sene çocuğumu yemeğe yazdırmadık. Onun yerine bizler bir şeyler hazırlayarak göndereceğiz" dedi.
"40 liraya çıkan yemek fiyatı aileleri tereddüde düşürdü"
İstanbul Kartal'da bir ortaokulda sınıf annesi olan ancak fotoğrafının yayınlanmasını istemeyen Yıllar Akıncı da geçen yıl 25 liraya verilen okul yemeğinin bu yıl 40 liraya çıkmasıyla birçok velinin bunu karşılama konusunda tereddüde düştüğünü belirtti.
Akıncı şunları ifade etti:
"Beslenme çantasına konulan yiyeceklerde de artık daha seçici olmaya başladı aileler. Eskiden ceviz içi, fındık gibi çerezler eklenirken artık onlar daha az konulmaya başlanacak."
Kaynak: Ali Kemal Erdem/İndependent
Eğitim-İş, yeni eğitim döneminde yaşanana sıkıntıları eleştiren bir açıklama yaptı.
“Yeni eğitim dönemi MEB’in yarattığı krizlerle başlıyor” başlıklı açıklamada, “Yeni eğitim ve öğretim dönemi, Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in çizdiği toz pembe tablonun aksine belki de son yılların en zor ve tartışılan eğitim dönemi olacaktır. Çünkü eğitimde AKP’nin yarattığı ve çözülmediği için kronikleşen sorunlara bu sene yenileri eklenmiştir. Bakan’ın “her şeyiyle hazırlar” dediği okullar tel tel dökülmekte ve bu yeni dönemde eğitimin tüm paydaşlarını, öğrenciyi, eğitim emekçisini ve velileri zor günler beklemektedir.” denildi.
Özel okul yurtları otel fiyatında
- Yeni dönemde öğrencileri yine (son YKS ile LGS’de kanıtlandığı üzere) kendilerine en temel dersleri ve hatta Türkçeyi bile öğretmekten aciz olan, bilgi aktarma değil sınav eksenli olduğu halde sınava hazırlamada bile yetersizliği ispatlı olan gerici müfredat beklemektedir. Tarikat maskesi takmış derneklerle imzalanan protokoller ve şaibeli sınavlar beklemektedir. Sosyal devlet ilkesi eğitimde bir kenara atıldığı için kantin fiyatları yüzünden beslenme sorunu, servis fiyatları yüzünden ulaşım sorunu beklemektedir. Yetmezmiş gibi yeni derslikler inşa edilmediği için sınıf mevcutları eğitimi kilitleyecek boyutta artmış durumdadır. Sendika olarak belgelediğimiz üzere 66 kişilik sınıflar vardır. Yüzlerce okul binası birden fazla okulu dolduracak kadar öğrenciye eğitim vermeye çalışmaktadır. İkili eğitim uygulaması nedeniyle yine öğrencilerimizin bir kısmı sabah gün doğmadan okula giderken, bir kısmı hava karardığında evine ancak dönebilecektir. Elbette bu rezil tablo da bir okul binasına sıkışan birden fazla okul olması kadar, AKP’nin biz eğitimcilerin itirazın rağmen inatla sürdürdüğü kalıcı yaz saati uygulamasının da payı olduğunu unutmamak gerekir. Bu bir yıllık süreçte yeteri kadar KYK yurdu inşa edilmediği ve özel yurtlardaki fiyatlar otel konaklama fiyatlarıyla yarışır hale geldiği için ne yazık ki bu eğitim döneminde üniversite öğrencilerinin barınma sorununun da geçen yıllara göre daha ağırlaşacağı açıktır. Öğrencilerin bu çaresizliklerine bakarak el ovuşturan tarikatlarla ilgili uyarılarımız da MEB tarafından yine kulak arkası yapıldığı için yoksul öğrencilerin bir kısmının yine tarikat yurtlarına ne yazık ki mecbur kalacağı açıkça görülmektedir.
Servis ücretleri küçük bir servet oldu
- Veliler için de ne yazık ki durum hiç parlak değildir çünkü kötü ekonomi ve kamusal olmayan eğitim politikaları nedeniyle devlet okullarında çocuk okutmak bile ciddi bir masraf haline gelmiştir. Zincir marketlerdeki kırtasiye ürünlerine baktığınızda temel kırtasiye giderleri her sınıf kademesinde 750 TL’ye ulaşmış durumdadır. Servis ücretleri dar gelirliler için artık küçük bir servet seviyesindedir. MEB’in kendi haline bıraktığı devlet okullarında temizlik malzemelerinden A4 kağıtlarına kadar her masrafın veliye yüklendiği, okul kantinlerinde bir tostun bile 10 TL’yi bulduğu göz önüne alındığında velileri kara bir dönem beklediği görülmektedir.
Laik, bilimsel, adil, çağdaş, kamusal eğitim
- Öğretmenlerin de hem geçim hem de itibarla ilgili sıkıntıları artacaktır. Yurt genelinde kira ortalamaları 6 bin TL’ye ulaşmışken, göreve yeni başlamış 9.000 lira maaşı olan bir öğretmenin özellikle atandığı büyükşehirlerde yaşamını sürdürebilmesi mümkün olmaktan çıkmıştır. O yüzden çok sayıda öğretmenin, ikinci il dışı tayin talebinde bulunması, bu geçim açmasının en somut örneğidir. Bu yetmezmiş gibi mesleğimizin itibarına saldıran, uzmanlığımızı yok sayan meslek kanunu yeni angaryalar ve yeni ayrıştırmalarla hayatımızı zorlaştıracaktır. Ancak Eğitim-İş’li öğretmenler için yeni eğitim ve öğretim dönemi, bir yılgınlık değil direniş yılı olacaktır. Saray’ın talimatı, yandaş sendikaların oluruyla hazırlanan ve mesleğimizi haklarından itibarına kadar her alanda geri götürecek olan Öğretmenlik Meslek Kanunu’na karşı verdiğimiz mücadelenin dozunu artıracağız. Bu ucube kanun eğitim emekçilerinin talepleri doğrultusunda yeniden düzenlenmedikçe, üretimden gelen gücümüzü kullanmaktan da alanları tekrar tekrar doldurup sesimizi duyurmaktan da geri durmayacağız. Sadece bu da değil; eğitimde liyakat, öğrencilerimiz için laik, bilimsel, adil, çağdaş, kamusal eğitim, öğretmenlerimiz için saygı ve öğretmenlik için itibar istiyoruz. Alacağız! Dolayısıyla bu eğitim-öğretim dönemi öğretmenlerin onurlu mücadelesiyle, onur mücadelesiyle de anılan bir yıl olacaktır!
Açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan ailelerin çocuklarının eğitim giderlerinin devlet tarafından karşılasın
Tüketici Hakları Derneği (THD), Cumhuriyet tarihinin en ağır açlığının ve yoksulluğunun yaşandığını belirttiği açıklamasında dar gelirli ailelerin çocuklarının eğitim giderlerini devletin karşılamasını istedi.
Türk-İş'in istatistiklerine göre yoksulluk sınırının 22 bin 442 TL, açlık sınırının ise 6 bin 890 TL olduğunu hatırlatan THD Genel Başkanı Turhan Çakar, halkın yüzde 54'ünün açlık sınırının altında, yüzde 42'sinin de yoksulluk sınırının altında yaşadığını belirtti.
Okul harcamalarına yetişilemiyor
Okul harcamalarının en az bin 200 TL olduğunu açıklayan Çakar, eğitim giderlerini karşılamanın zorluğunu "Açlık sınırının altında yaşayan ya da açlık sınırının altında geliri olan aileler çocuklarını servis aracı ile nasıl okula gönderecekler? Çocuklarının öğle yemeğini nasıl karşılayacaklar?" sorularıyla dile getirdi.
"Ailelerin yarıdan çoğu çaresiz durumdadır. Açlık sınırının altında geliri olan aileler, ilkokul, ortaokul ve liseye giden çocuklarını ne servis aracı ile okula gönderebilecekler ne de çocuklarının öğle yemeği giderini karşılayabileceklerdir. Bu da yetmiyormuş gibi, birçok devlet okulu yöneticisi dar gelirli çocuklardan okul giderleri için para istemektedirler" diyen Çakar, yaşanan ekonomik soranlara çözüm olarak dar gelirli, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan aile çocuklarının tüm eğitim ve beslenme giderlerinin sosyal devlet ve kamu yararı anlayışı gereğince devlet tarafından karşılanmasını istedi. Çakar ek olarak ailesi ile yoksulluk sınırının altında yaşayan öğretmenlerin sorunlarının da çözülmesini istedi.
Üniversiteli gidebilecek mi?
Dar gelirli ailelerin, başka ilde üniversiteyi kazanan çocuklarının giderlerini karşılayamaz durumda olduğunu ifade eden Çakar, ailesinden uzakta üniversiteye giden bir öğrencinin ikamet, beslenme ve ulaşım giderleri ile diğer okul giderlerinin aylık ortalamasının 7 bin TL civarında olduğunu, bu durum karşısında yaşadığı ilin dışında üniversiteyi kazanan dar gelirli ailenin ya da açlık sınırının altında geliri olan ailenin çocuklarının üniversiteye gidemeyeceğini belirtti.