Dünya Bankası, Dünya Kalkınma Raporu’nun 2019 için ana temasını “İş’in Geleceği” olarak belirlemiş idi. Rapor çalışmasının ön taslağı geçen hafta yayımlandı. İş yaşamının teknolojik yenilikler tarafından sürekli yenilenmekte olduğu ve makinelerin insan emeğinin giderek yerini almakta olduğu tespitlerinden hareketle Rapor, “teknolojik gelişmelerle birlikte toplumsal ilişkilerin de dönüşüme uğramakta olduğu...” gözlemlerine dayanarak, “iş yaşamının da üretim sürecinde yaşanan bu değişimlere uyması gerektiğini...” vurguluyor.
Erinç Yeldan
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2017 yılının ikinci çeyreğine ilişkin milli gelir (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla –GSYH) verilerini yayımladı. Teknik düzeydeki sonuçları TÜİK’in haber bülteninden aktaralım: “Gayrisafi yurtiçi hasıla ikinci çeyrek ilk tahmini; zincirlenmiş hacim endeksi olarak (2009= 100), 2017 yılının ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %5.1 arttı.”
Hemen önceden belirtelim ki, milli gelirin zincirlenmiş hacim yöntemiyle hesaplanması ve buradan hareketle büyüme hızına ulaşılması iktisatçıları ve iktisat yazınını hiç ilgilendirmiyor. İktisat bilimi öncelikle reel üretim ve üretim - harcama kalemlerinin reel kaynaklarıyla ilgilenir. Zira iktisatçıların bir ülkenin ekonomisini analiz ederken öncelikle kullanmakta olduğu “işçi başına reel üretim, yani üretkenlik”; ya da “sermaye- emek oranı” gibi göstergeler gerek büyüme, gerekse dış ticaret konularında çalışan uzmanların olmazsa olmaz veri kaynaklarıdır.
TÜİK’in yeni hesaplama yöntemi ile Türkiye sanayide ‘istihdamsız büyüme’, hizmetlerde ‘büyümesiz istihdam’a imza attı. Yeni yöntemle hesaplama zor
Amerikan ekonomisi denilince hep ilk akla gelen konu Amerikan “Merkez Bankası’nın”, yani Fed’in, ne zaman ve kaç adımda faiz arttırmaya karar vereceği. Fed’in her toplantısı sonrasında gelen sinyaller, ezoterik sözcük oyunlarıyla ve yoğun teknik bir söylem altında mistik bir edayla yorumlanıyor. Fed’in olası faiz artışının Amerika ve küresel ekonomiyi nasıl etkileyeceği sorusu sürekli iktisat medyasının gündemini meşgul etmekte.
Halbuki Amerikan ekonomisinin öncelikle yanıtlanması gereken çok acil reel sorunları var; ve bu sorunlara salt Fed’in para (veya faiz) politikaları aracılığıyla çözüm bulmak olası değil. Şöyle ki,
• Son dört yıldır ABD ekonomisinde üretkenlik kazanımları yerinde sayıyor. Son üç yılın birikimli üretkenlik artışı yüzde 1’e ancak ulaşmış durumda. Bunun sonucunda ABD’nin büyüme hızında da ciddi bir durağanlık söz konusu. Amerika’nın yılda ortalama yüzde 2 ile son on yıllık büyümesi, 2. Dünya Savaşı sonrasında yüzde 4 civarında seyretmiş olan genel ortalamanın çok altında.
Yirmi birinci yüzyılın ilk adımları ilerledikçe, bir öncekinden kalan önemli dönemeçlerin yıldönümleri birer birer dağarcığımıza düşüyor. Bunların en anlamlısı, kuşkusuz, o günlerin takvimiyle 25 Ekim, günümüz takvimiyle 7 Kasım’da zafere ulaşan 1917 Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında olmamız. Ekim Devrimi, hatası ve sevaplarıyla, insanlık tarihinin binlerce yıldır sürdürdüğü barış ve kardeşlik içinde, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesinin somutlaşmış gerçek halidir. Ekim Devrimi sadece Rusya’da gerici çarlık rejiminin yıkılması ve yerine sosyalist bir düzenin inşasından ibaret kalmamış, bizlere sunduğu toplumcu dayanışma, kardeşlik, katılımcı demokrasi ve planlı ekonomi deneyimleri ile insanlığın yepyeni bir umut ışığı olmuştur.
İngiltere halkı yüzde 52 ile AB’den ayrılma kararı aldı. Geçen perşembe günü açıklanan sonuç kimileri için sürpriz, kimileri için beklenen gelişme idi. Konunun gerek iktisadi, gerekse sosyal ve medyatik boyutları hâlâ güncelliğini koruyor. Salt teknik verilere bakarsak, “piyasaların” ayrılma kararına verdiği tepkiyi normal karşılamak gerekiyor: İngiltere Sterlini yüzde 10’dan fazla değer yitirmiş; İngiltere borsası yüzde 10; Fransa ve Almanya borsaları yaklaşık yüzde 6 kayba uğramış; başta petrol olmak üzere uluslararası emtia fiyatlarında da yüzde 5-6 civarında gerileme gözlenmiş durumda.
Dünya Ekonomi Forumu toplantıları Davos’ta tamamlanırken OXFAM tarafından sessiz sedasız bir rapor paylaşılmakta idi: Yüzde 1 İçin Ekonomi (*). Burada “Yüzde 1”den kastedilen, gezegenimizin en zengin gelire sahip yüzde 1’lik nüfusunun, toplam gelirden aldığı pay.
Oxfam raporuna göre, söz konusu yüzde 1 süper zengin zümrenin sahip olduğu servet, gezegenimizin geride kalan yüzde 99’u tarafından elde edilmiş bulunan toplam servetten daha fazla. Rapor bununla da yetinmiyor ve dünyanın en zengin 62 (altmış iki!) kişisinin toplam servetinin, dünyamızın yoksul ikinci yarısının (yani toplam 3.6 milyar kişinin) tüm servetinden daha yüksek olduğunu belirtiyor. 2010 yılında dünyanın yoksul yarısından daha zengin olan kişi sayısı 388 imiş. Söz konusu 62 kişinin, 53’ünün erkek, 9’unun kadın olduğu da ayrıca not edilmiş.