Düğüm süreci

Türkiye egemenleri 12 Eylül 1980 Faşist Darbesi'yle sonuçlanan siyasi bunalımdan bu yana, en büyük bunalımını yaşıyor. Alttan alta nüveleri birikmekte olan bunalım, Mayıs-Haziran Büyük Halk Direnişi'nin sarsıcı etkisiyle olgunlaştı ve gün yüzüne çıktı. Egemen blokun parçalanmakta olan ittifakı bu sarsıcı etkiyle parçalar arası yeni savaşlara ve yeni ittifaklara doğru yol alıyor.

Kendi aralarında amansız bir mücadeleye girmiş egemenler her türlü yasal-yasadışı, meşru-gayrimeşru araçla birbirlerine saldırırken üstü örtük bir anlaşmayla bir olguya çok dikkat ediyorlar. Başta işçi sınıfı olmak üzere halkın olaylara ve siyasal mücadeleye aktif müdahalesini önlemek için azami dikkati ve özeni gösteriyorlar.

Parlamenter muhalefetin en büyük partisi CHP, genel başkanının grup toplantılarındaki bilindik düşük yoğunluklu konuşmaları ve grup sözcülerinin basın toplantılarıyla idare etmeye çalışıyor. Halkı alanlara dökecek, aktif pozisyona çekecek etkili bir karşı çıkıştan özellikle kaçınıyor. Halkın yumruğunu masaya vuracağı gelişmelerin müsebbibi olmamaya büyük özen gösteriyor. Egemenler arası mücadelede, hükümete çağrılma beklentisi içinde, bir yedek oyuncu gibi hafif ısınma hareketleri yaparak bekliyor.

Demokratik halk hareketinin parlamentodaki temsilcisi sıfatıyla bulunan BDP, çözüm sürecine kilitlenmiş bir duruşla AKP hükümetine, -söylemeye dilim varmasa da- MHP'den daha güçlü bir destek veriyor. Bu destek bir milletvekilinin ağzından yolsuzluğu olumlayacak düzeyde açıklamalarla devam ediyor. Halkın kaynaklarının sermayeye yasadışı yollarla transferi, Hükümete karşı çıkışların acımasızca vahşet boyutlarındaki müdahalelerle bastırılması "çözüm sürecinin" engellenmemesi uğruna görmezden geliniyor. Eş başkanların ağzından yapılan halkçı-demokrat açıklamalar pratikleriyle karşılaştırıldığında inandırıcı olmaktan çok uzakta kalıyor. HDP ise BDP ile eşgüdüm hâlinde aynı politikanın öznesi durumunda. Türkiye halklarının, mağdurlarının, ezilenlerinin partisi olma iddiasındaki bu parti, sözcülerinin popülist-sol söyleminin dışında pratikte bir varlık gösteremiyor. Mahkeme kapılarında ve parlamento kürsülerindeki açıklamaların dışına çıkamıyor. BDP’nin metropollerdeki yüzü olarak aynı duyarsızlıkla hareket ediyor.

Parlamento dışı muhalif hareketler üç başlık altında ele alınabilecek bir mücadele yürütüyorlar. Bir yanda kendilerini sol olarak niteleyip şovenist-milliyetçi bir çizgide geleneksel burjuvazinin güçsüz temsilcileri ile ittifak arayışında olan, hedefini AKP iktidarını yıkmak olarak tespit eden ve siyasal ufku 2002 öncesi oligarşik düzenle sınırlayan pragmatik muhalefet, diğer yanda yine sol etiketli ancak bir bölüğü şovenizmin etkisinde, sınıf hareketinden kopuk diğer bölüğü devrimci-demokrat niteliğine karşın yine sınıf hareketiyle bütünleşmek yerine ilkesiz ve kısa dönemli ittifaklarla muhalefet eden ancak çözüm üretemeyen küçük burjuva sosyalistleri ve burjuva demokratları. Üçüncüsü tüm gücüyle alanlarda olan, gerçek kurtuluşa giden yolun işçi sınıfının yolundan geçtiğine inanan, fiziksel olanaklarına oranla büyük bir muhalefet sergileyen Komünistler ve müttefikleri.

17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonları ile sarsılan AKP, özellikle muhalefetin etkisizliğinden yararlanarak tüm gücüyle saldırıya geçmiş durumda. Bu saldırı gücüyle kısa dönemde toparlanmış görünen iktidar, yerel seçimlere kadar ayakta kalarak seçmen desteğini önemli oranda korumayı amaçlıyor. Bunu başarabilirse egemenler arasında birinci olma durumunu koruyarak yeni uzlaşma ve anlaşmalarla iktidarını sürdürme planları yapıyor. Kendisi için kurtuluş demek olan bu pla,n başta Kürt halkı olmak üzere tüm ülke halkları ve emekçileri için zorlu karanlık günler anlamına gelecektir. Yeniden toparlanan ve iktidardan uzaklaştırılmamış olan AKP, tüm gücüyle muhalefet odaklarına saldırarak onları etkisizleştirmeyi ve iktidarı tehdit etmeyecek bir şekilde dağıtmayı amaçlayacaktır. Bugün çözüm süreci zarar görmesin diyerek iktidarın yıpranmasını engellemeye çalışanlar, popülist-sol söylemle AKP’ye muhalefet etmek yerine laik-demokratik kesimleri hedefleyenler, Nato‘nun gözden çıkardığı eski askerî bürokratlarla ittifak hâlinde iktidara gelme hayali kuranlar, kıymeti kendinden menkul cephelerin pragmatik duvarlarına sıkışanlar hiçbir çözüm üretemeden düğüm sürecinin öznesi olmaktan kurtulamayacaklardır.

Kısa vadede emekçi sınıflar ve halklar açısından kolaycı bir kurtuluş yolu görünmemekle birlikte tüm muhalif güçlerin iktidarın zayıflamasından önemli çıkarı vardır. Yapılacak yerel seçimler bu açıdan önemlidir. İktidarı güçsüzleştirecek bir ortak çabanın önemi yaşamsaldır. Komünistlerin görevi bu koşullarda iktidara ve müttefiklerine güç vermek değil, onları zayıflatmak, emekçilere ve halklara başka bir yol olduğunu göstermektir.

11 Şub 2014
paylaş