Amerika'nın “Bizim Çocukları"nın, ülkenin ve özellikle sol sosyalist güçlerin üstünden adeta buldozer gibi geçtiği zamanlardı. 1980'li yıllar. Zor günlerden geçtiğimiz o günlerde tekli, verimsiz görüşmelerle günleri geçiriyor, ayakta ve diri kalmanın çeşitli yollarının arayışı içinde çırpınıyorduk.
Bülent Ecevit bir nevi kendince direnç göstergesi olan, Arayış dergisini çıkarmaya başlamıştı. Devam eden DİSK, Barış Derneği vb. birçok davanın süreçlerini takip etmekte faydalandığım bir yayındı. Her nedense zaten o günlerde ben dahil bütün o karmaşada yanlızlık duygusu yaşayan gençler, birdenbire adeta moda hâline gelmiş şekilde mütemadiyen ruh deşenlerin sosyolojik kitaplarına yönelmiştik. Erich Fromm, Sigmund Freud, Wilhelm Reich ve ülke içinde daha sonraları çıkarılma başarısını gösterebilen Bilim ve Sanat dergisini okuyorduk.
Arayış dergisine tam da bu günlerde kadınlar üzerine bir yazı göndermiştim O zamanlarda yanılmıyorsam yazı işlerinden sorumlu Jülide Gülizar da o haftaki derginin ilk sayfasında yayınlamıştı. İnanılmaz mutlu olmuştum.
Coşkuyla kutlanmak üzere çeşitli etkinlik hazırlığı içinde bulunan kadın arkadaşlarımızın 8 mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşırken o günlerdeki yazım ve düşüncelerim geldi aklıma. Sosyolojik olarak az gelişmiş ülkelerdeki kadının statüsü ve ülkemiz kadınlarını içeren bir yazıydı. Kadının erkeğe bağlı olmasına, toplumsal statü olarak erkekten aşağı görüldüğüne, adeta bir eşya gibi alınıp satılabilir durumda olmasına dikkat çekiyordum. Az gelişmiş ülkelerde dolayısıyla ülkemizde kadının iktisadi, hukuki ve siyasi haklarının çok fark gösterdiğini, yasalarda her ne kadar kadın-erkek eşitliği görünse de, uygulamada bunun kadınların yaşadıkları ve yaşatıldıklarıyla yakından uzaktan hiçbir ilişkisinin olmadığını vurguluyordum.
Poligaminin dahi hâlâ daha yasak tanımaz ve görmezden gelinir anlayışının devam ettiğini vurguladığım o günlerden bu güne baktığımda neredeyse değişen hiçbir şey olmamış, adeta bunun devamı için göz yumulmuştur.
Ülkemizde kadınların o tarihlerde tarım haricinde bir işte çalışmasına iyi gözle bakılmazdı. Kadının yeri evidir anlayışı nedeniyle doğrudan üretime katkıda bulunmasının önüne adeta set çekilmiş vaziyetteydi. Kadının iktisadi gelişmede katkısız olması, onun tüketime yönelik yapısı aynı zamanda toplumsal yaşam içindeki seçme ve seçilme şansını da yitirtiyordu. 1980 faşizminin 24 Ocak kararlarını uygulamaya geçtiği tam da bu yıllarda, yaşam koşulları giderek çekilmez hâl almış, çalışanların sömürü çarkı adeta zembereği boşalmış gibi çalışmaktaydı. 83 yıllarına gelindiğinde sanayi bölgelerinde çalışan bir işçi, geçmişte aldığı maaşı ile dört kişilik bir aileyi geçindirirken Özal'ın orta direk masalı ve politikalarıyla (kendi deyimiyle "artık bir kişi çalışıp dört kişi yeme devri bitmiştir") tarım kesiminden kopup gelen, bulduğu işlerde az maaşlara kanaat getiren, evde çalışabilecek her ferdin "kadınlar” da dahil çalışmasına yol açan yeni bir anlayış hayata geçmeye başlamıştı. Sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, neredeyse tüm sermaye muhaliflerinin susturulduğu o günlerden bu günlere değişmeyen tek şey kadının toplumdaki statüsü. Gün geçmiyor ki bir kadın "cinnet" adı altında veya “namus, töre” adı altında şiddete maruz kalmasın ya da cinayete kurban gitmesin. 12 Eylül faşizminin devamı niteliğine bürünmüş sonraki iktidarların da bu konuya çanak tutması, hele de günümüzde artık suçun tecavüz edilen kadınlara yüklendiği noktalara kadar getirmiştir.
Gerici ve feodal anlayışın hâkim olduğu ülkemizde kadınların geldiği noktaya baktığımızda, iktisadi hayata katkıları geçmişe nazaran artmış görünmesine rağmen, kadınların toplumsal yaşamdaki statüsü maalesef her geçen gün bilinçli olarak geriletilmek istenmektedir.
Yolsuzlukları günden güne artarak ortalığa saçılan gerici, baskıcı, diktatör özentisi iktidar, adeta halkla alay edercesine halktan en az üç çocuk istemekte. Bu çocukların nasıl ve ne şekilde, hangi şartlarda büyütülmesi gerektiğine ise hiç değinmeyip ben böyle uygun görüyorum, böyle gerekli anlayışı ile bu isteğini inatla dile getirmekte devam ediyor. Bu anlayışla kadınların zaten toplumsal yaşamın ezen şartları karşısında daha da bunalıp çocuklarından başka bir faaliyetle ilgilenmesinin önü kesilmek isteniyor. Temelli eve kapanıp erkeğin getirdiğiyle yetinen, çocuk bakan, üretimden uzak, tamamıyla tüketici durumundaki, erkeğe karşı ezik ve çaresiz kadın tipinin bu gerici hükümetin sosyopolitik bakış açısının açık göstergesi olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.
Kadınların geleceği bu değildir
Sosyalojik olarak az gelişmiş ülkeler içinde yer almamızın nedenlerinden sadece biri olan kadınların toplumsal yapıdaki yerini gün geçtikçe gerileteceğini ve erkek egemen feodal zihniyetlerini daimileştirebileceklerini sananlar yanılıyorlar.
Kadınlar özgün katkı ve güçleriyle, yeni bir dünya görüşüyle, özgür, bağımsız ve iktisadi hayatın her alanında kol kola gelerek güzel dünyalarını kuracaklardır. Kadınlar bu ülkenin geçmiş tarihinde bunu yapabileceklerini gösterdiler. Kendi güçlerine yabancılaştırma girişimlerine karşı dik duran kadınlar, gericiliğe ve erkek egemen zihniyete karşı örgütlenip yek kuvvet olan kadınlar er ya da geç zaferlerine ulaşacaklardır.
Bu vesileyle tüm kendi gücüne yabancılaşmamış, yiğit, mücadeleci ve üretken kadınların Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutluyorum.
- Mehmet Yaycı