Bu satırları okuyanlardan 1 yıl önce bugün nerede, ne yapmakta olduğunu hatırlayan var mı? Tüm dostların cevabı odanın içinde yankılanıyor. Evet, direnişteydik. Kimimiz Gezi Parkı'nın içinde o muazzam özgürlük havasını kokluyor, hummalı bir çalışmada Gezi'yi güzelleştirmeye, direnişi İstanbul'a yaymaya çalışıyorduk. Kimimiz Kızılay barikatlarına yükleniyorduk. Kimimiz iş yerlerimizde, okullarımızda yada köy kahvesinde direnenlerin neden haklı olduğunu herkese anlatmaya çalışıyorduk. Toplum olarak biriktirdiğimiz öfke direniş olup değiştirmişti tüm algımızı. Artık sokak birşey demekti bizim için; özgür birşey, aşk dolu birşey, nefes alınan birşey, hak aranan birşey ve daha bir sürü şey.
Mayıs-Haziran Büyük Halk Direnişi'nin üzerinden 1 yıl geçse de sokak hala bizim için pek çok şey demek. Gezi Direnişi demeyeceğim yaşadığımıza çünkü en bilinen sözle “Mesele birkaç ağaç meselesi değil, anlıyor musun?”. Mesele bir koca Türkiye halkının ayağa kalkmasıydı. Mesele gaddar bir diktatörün öfke selinden kaşının açılmasıydı. Ayağa kalkıp şanlı 2 koca hafta, mücadele dolu bir yaz, sonra bir sonbahar, kış ve ilkbahar yaşadık. Geçen 1 yıla baktığımızda Türkiye mücadele tarihine kocaman harflerle 2013 yazdık. Şimdi sırada 2014'ü ve belki 2015'i yazmak var. Ama nasıl?
Basbaya direniyoruz mösyö burjuvazi
Ana akım medyanın güler yüzlü kanadı bize direnişi haylazlık yapan çocuğunu ikna etmeye çalışan ebeveyn edasıyla anlatıyor. Onlara göre direnişimiz; keyifli, sevimli ama bir o kadar da geçici bir haylazlık. O yüzden direnişin yıldönümünde “Hükümet istifa” sloganlarıyla alana çıkanları da “Hümmehaşa direniş gibi bir niyetleri yoktu. Sadece anma yapacaklardı.” diye sunmaya çalıştı. Hayır, basbaya direnişe gelmiştik mösyö burjuvazi. Bizi bize yalanlarla anlatmanız bunu engelleyemez. Aramızda size inanan dostlarımız olursa, bıkmadan bir de onlara anlatırız gerçeğimizi. Direniş bugün kemikleşen, politikleşen bir halk yığını yarattı bunu kırmanız zor.
Direniş sürüyor, kanıtı sokaklarda
Direniş bugün geldiği noktada hala sürüyor. Bu iddiaya inanmayanlar Berkin'imizin cenazesindeki onbinlere, Soma'daki işçi katliamı sonrasında yasını sokakta tutanlara, 31 Mayıs'ta İstanbul'un her yanında meydanlara çıkarak, evlerinin önünde seslerini yükselterek direnişe selam verenlere bakabilir. Bugün rahatlıkla söyleyebiliriz ki direniş, milyonlarca insanın politik kalkışmasını sağlayarak, bilinçlerde önemli bir kırılma yaratarak ilk evresini tamamlamıştır. Direniş bugün yeni bir evrede kendini devam ettiriyor. Direnişin yeni evresinin zafere ulaşması ise biz direnişçilerin ellerinde.
“Gel, gel, gel, gel”
Direnişin büyük zaferleri mücadeleye geniş bir kitleyi dahil etmek, Gezi'nin de aralarında olduğu bir kısım taleplerimize karşılık bulmak olsa da kazanımlarımız artık yeterliliğini yitirdi. Bize yeni kazanımlar gerek. Ağzımıza çalınan bir damla bala değil bal kavanozuna yönelmek gerek. Yeni kazanımlar ise ancak direnişi daha da yaygınlaştırmaktan ve birlikten geçiyor.
Direniş nasıl yaygınlaşır? Popüler direniş sloganımızla yanıt verelim “Gel, gel, gel, gel”. Şimdi barikatlarda hep birlikte söylediğimiz gibi “Gel, gel, gel, gel” diye seslenmemiz lazım çevremizdeki herkese. Direnişin giremediği her eve, her sokağa, her okula, her iş yerine giremediğimiz her gün bir adım geri gideriz. Çemberi sürekli genişletip, sadece diktatörlerin yerinin çemberin dışı olduğunu herkese anlatmak direnişçinin önünde görev. Bu görevin en büyük kısmı da biz gençlere düşüyor. Çünkü direniş gençtir.
Mayıs-Haziran günlerinde sokakların dinamosunu gençler oluşturdu. Hala direniş mevzilerinde beyaz-mavi yakalı işçi gençler, öğrenciler geniş yer tutuyor. Köylerde direnişin haklılığını en fazla gençler anlatıyor tüm ahaliye. Gençlik enerjisini mücadeleye koyduğunda kazanılıyor tüm kavgalar. Sırf bu yüzden en fazla gençlere saldırıyor gaddar diktatörün lacivert ordusu. Sırf bu yüzden en fazla gençleri susturmaya çalışıyorlar.
Ve sırf bu yüzden gençliğin önünde 1'ken 5 olmak, 5'ken 100 olmak, bulunduğu tüm alanları güçlendirmek görevi duruyor.
Gençliğin örgütlenmekten başka şansı var mı?
Artık gençliğin sesini haykırdığını iddia eden hiçbir gazetenin, derginin, fanzinin, bildirinin yüzlerle sınırlı kalma şansı yok. Artık meselesi gençler olan dernek, platform vs. hiçbir siyasal kurumun bir an boş durma şansı yok. Sokağa çıkıp ve elimize uzanan her ele dokunmak görevini bize direniş verdi.
Artık hiçbir beyaz-mavi yaka, "v" yaka genç işçinin/çalışanın “Bu sendikalar da ne işe yarar. Yaptıkları bir şey de yok. Gençleri anlamazlar, zaten çok yaşlılar.” deme şansı yok. Diktatörün elimizden (ç)aldığı her hakkımız için çalıştığımız alanlardan bir araya gelmek boynumuzun borcu. Direnişin bize öğrettiği bir şey varsa o da beğenmediğini dönüştürme gücü elimizde. Yaşlı bulunanı gençleştirmek, atıl kalanı mücadele eder hale getirmek elimizde.
Artık hiçbir öğrencinin okulda yaşanan sorunlara duyarsız kalma, “Derste, sınavda, yemekhanede, kantinde, bahçede bana dokunmayan yılan bin yaşar” deme şansı yok. Direniş bize öğretti ki bugün bize dokunmayan yarın bizim üstümüze yürüyecek. Direniş bize öğretti ki biz ancak bir arada olursak güçlüyüz.
Artık hiçbir gencin çevresinde olanlara kafasını çevirme şansı yok. Arka mahallemde kentsel dönüşümden evler yıkılırken benim başımı sokacak bir evim olması mücadele etmeyeceğim anlamına gelmez. İlçemde hiç görmediğim bir alanı otopark yapacaklarsa bu benim de sorunum. Bir gün gençler eline almadığı için mahalle forumlarına/dayanışmalarına da yaşlandı, atıllaştı mı diyeceğiz?
Artık gençlerin önünde bulunduğu her alanı direniş cennetine çevirmekten başka şansı yok. Direniş Mayıs-Haziran günlerinden bir duvar yazısıyla kendisini çok iyi anlatıyor “ÖrgütLENİN”. Artık örgütlenmekten, birarada olmaktan başka yolumuz yok. Direnişin zafere ulaşması bizim ellerimizde.
- Ersu Eren