Hakem düdüğü çalınca

Memleket siyasetinin trajikomik haline inat, sosyalist yazın çok zamandır sıkıcı, tek düze bir hâl almaya başladı. Kimsenin enine boyuna tartışmadığı, yanındaki yöresindekini sadece göz ucuyla takip edip, ciddi fikri münakaşalardan imtina ettiği bir dönemden geçiyoruz. Ya işimiz çok ya da artık polemiğin devrimci siyasetin ufuk açıcı biçimlerinden biri olduğu gerçeğini unuttuk. Oysa ki bin operasyonların yapıldığı, kentlerin ortasında devrimcilerin tarandığı, köylerin yakıldığı daha karanlık günlerde bile sosyalistler çok daha canlı bir fikir alışverişi içindeydi. Neredeyse bütün sol yayınların sayfaları diğer çevrelerin önermelerini eleştiren polemik yazılarıyla dolu olurdu. Kuşkusuz bugünkü durumda devrimci hareketin bir bölümünü etkisi altına alan, her eleştiriyi kendisine yönelik bir saldırı, hakaret olarak görüp, eline sopa aldırtan yozlaşmanın da etkisi var.

Neyse ki sol polemik yapmayı tamamen unutmamış. Bu, 25 Temmuz günü siyasihaber.org sitesinde Sinan Goran imzasıyla yayınlanan “TKP 1920 topu taca attı” yazısı okununca bir kez daha anlaşılıyor. Dostumuz Sinan Goran yazısında TKP 1920'nin Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine yayınladığı “AKP'nin sahte seçimine katılmıyoruz” açıklamasını eleştiriyor.

Goran, Demirtaş'ın komünistlerce desteklenmemesini, işe biraz da espri katarak, topu taca atmak olarak yorumlarken özellikle TKP 1920'nin bildirisinde yer alan: “HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, Kürt ulusal hareketine yön veren kadroların, maalesef sosyalist sistemin yıkılmasından ve özellikle ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden bu yana adım adım benimsediği yönelimin temsilcisi. Bu yönelimin savunucuları, emperyalizm ve uzantılarıyla işbirliğini 'gerçekçi politikanın gereği' sayıyorlar. AKP’nin Ortadoğu’da Suriye ve Irak’ı parçalayarak kuracağını hayal ettiği büyük Sünni İslam devleti içinde özerk Kürdistan’a kavuşacaklarını umuyorlar” ifadesi üstünde durarak, bu ve benzeri yaklaşımları eleştiriyor.

Goran dostumuzun kısa olmayan yazısındaki iddialara neresinden cevap vermeli belli değil. Ne yazık ki tek bir paragrafa odaklanarak sayfalar dolusu eleştiri yapan dostumuz yazı içerisinde somut olarak konulan pek çok soruna değinmiyor bile. Örneğin partinin değerlendirmeleri arasında yer alan “Büyük Halk Direnişi’nden uzak durup AKP’nin başta kalmasını, Lazkiye’nin ilhak edilmesini, dinci gericiliğe taviz verilmesini, Osmanlı sultanlığının ve Kürtlerde Mir-i Miran (Beylerbeyi) sisteminin güzellenmesini 'Çözüm süreci' adına savunma çizgisi, sonunda 15 Temmuz 2014′te Diyarbakır Sur Belediyesi’nin ABD’nin Adana Başkonsolosu’na iftar verdirmesi gibi” apaçık olay ve durumlara net bir yanıt vermekten kaçınıyor. Elbette bu konuların HDP içerisindeki sosyalistlerce de tartışılıyor olması mümkündür. Buna da saygı duyulur. Ancak yine de tutarlı bir eleştirinin ancak bütünsel bir değerlendirmeden ve gerektiğinde özeleştiriden geçtiğini de galiba hatırda tutmak gerekiyor. Yine de Goran'ın kurduğu mantık silsilesinden başlayacak olursak kendisine söylenecek çok laf var.

Boykot mu dediniz?
TKP 1920'nin seçimde oy kullanmama çağrısını “boykotçuluk” olarak nitelendiren Goran boykot kavramının literatürdeki yerini tayin için -kendisinin de söylediği üzere- Oya Baydar gibi oldukça “sağ” bir referans almış. Oysa ki hiç gerek yoktu. Doğrudur boykot seçeneği işçi sınıfı için çoğunlukla, sınıfın, burjuvazinin önüne koyduğu sandığı devirecek politik ve pratik kondisyona geldiği dönemde değerlendirmesi gereken seçeneklerden biridir.

1905 ile 1917 arasında Bolşeviklerin defalarca yapmak zorunda kaldıkları boykot tartışmalarından bildik, uzun örnekler vermeye gerek yok. Öyle gözüküyor ki Goran TKP 1920'nin açıklamasını tam olarak okumamış. Yoksa açıklamanın tek bir yerinde bile boykot veya buna eş değer bir kelime geçmediğini kolayca fark ederdi. Bu kavramın kullanılmamasının unutkanlık değil de bilinçli ve dikkatli bir siyasi tercih göstergesi olduğunu eklemeye gerek var mı?

Komünistler -şimdilik kaydıyla- işçi sınıfının ve olası müttefiklerinin iktidarı sarsacak bir örgütlenme ve dinamizm üretememiş olduğunun farkında. Bu yüzden dostlar alışverişte görsün mantığıyla, sol laflar arkasına saklanmak da faydasız olduğu kadar aldatıcı olurdu. Tek tek saymaya gerek yok, ancak solda yıllardır politik bir tercihten ziyade bir çeşit siyaset üretme biçimi olarak boykot meselesini kullanan çok sayıda yapı bulmak mümkün.

O halde “AKP’nin sahte seçimine katılmıyoruz” diyen komünistleri anlamak bu kadar zor mu? Hadi bunu anlamak zor diyelim; kendi tarihimizi ne çabuk unutuyoruz böyle? 12 Eylül darbecileri halkın önüne temelde birbirinden farksız üç seçenekten (Anavatan Partisi, Milliyetçi Demokrasi Partisi, Halkçı Parti) ibaret olan pusulayı koyduğunda bu ülkede devrimciler ne demişti? “Eyvah bu seçime katılmazsak topu taca atarız” mı, yoksa faşizmin tüm tehditlerine rağmen “bu dayatmayı kabul etmiyoruz” mu?

TKP 1920, son üç yüzyıldır burjuva demokrasisinin alt çıtası olarak konulan seçim güvenliğinin bile kalmadığı, göstermelik, halkın özgürce aday gösterme/ aday olma hakkının bile çok görüldüğü böyle bir plebisiti kabul etmek zorunda mıdır? Yıllarca vicdansızca, insafsızca “ya sev, ya terk et”, “ya itaat et, ya terk et” denilen Kürt halkının komünist tavrı anlamak noktasında Goran dostumuzdan daha anlayışlı olacağına kuşku yok.

Dönüşen ne, dönüştüren kim?
Yazının çatısı böyle olunca temelin sağlam kalması hayli zor. TKP 1920'nin özellikle son iki yıldır neredeyse bütün açıklamalarında vurguladığı öznel siyasal koşulları görmeyerek olsa olsa “boykotçu olur bunlardan” diyen dostumuz, şarkıcı Paul Simon'un “50 Ways to Leave Your Lover” (Sevgilini terk etmenin 50 yolu) şarkısını bizlere gönderiyor. Oysa o kadar uzaklara gitmesine gerek yoktu. “Ayrılık sevdaya dahil” diye seslenseydi komünistler daha iyi anlardı. Hani şu:

...tek başına özgürlük ne işe yarayacak

bir türlü çözemedikleri bu

ölü bir gezegenin

soğuk tenhalığına

benzemesin diye

özgürlük mutlaka paylaşılacak

suç ortağı bir sevgiliyle

...

dizeleriyle giden şiir...

Ne yazık ki dostumuz yazısını tam tadında noktalama olanağına sahipken hızını alamamış olacak ki: “günümüzdeki Kürt hareketinin pozisyonlarını anlamak için 'bu metnin faydası' devlet malzeme ofisinden alınmış tohumluk buğday kadar bile sonuç vermez.
Ülkemizdeki ilerici Kürt hareketini bir tür 'Barzanicilik' olarak algılamak ve algılatmak kategorik olarak, Türkiye’deki 'birleşik dönüşüm olanaklarını' ıskalamaktır
” diye devam etmiş.

Tohumluk buğdayların kalitesinin ne olup olmadığını yaşayıp görürüz. Ama hikmeti kendinden menkul olan ve son günlerde benzerlerini solda sıkça işitmeye başladığımız 'birleşik dönüşüm olanakları' gibi lafları anlamak da hayli güç doğrusu. Bir kez daha görülüyor ki solun dili de ne yazık ki son yirmi yılda iyice erozyona uğradı. Amerikan sosyologlarının 50'li yıllardaki metinlerinde yer bulan bazı kavramlar, 60'lı ve 70'li yıllarda Avrupa'da euro komünizm olarak aksederken, bu literatür son yirmi yılda -biraz da gecikmeli olarak- dilimize girdi. Ulu orta kullanılan “dönüşüm” de bunlardan biri. Elbette klasiklerde de dönüşüm kavramından bahsedilir. Şayet mevzu bahis ulusal mesele ise böyle tumturaklı, zorlama cümleler kurmaya ne gerek var? Bizim anlayacağımız tek bir şey vardır. O da: Türk ve Kürt emekçilerinin birlikte mücadelesi ve kurtuluşudur.

O sebeple dostumuzun yazısı bu yönüyle komünistlere akıl vermeye çalışırken kendi zemininin tehlikeli kayganlığına da işaret etmekte. Aslolarak emekçi karakteri olan Kürt hareketinin yeni dönemde sınıf eksenindeki bariz kaymayı göstermesi bağlamında da deyim yerindeyse “cuk” oturmakta.

Zira, Amerika'nın oyun kurucu olduğu bir bölgede, AKP'nin muktedir olduğu bir ülkede “birleşik dönüşüm olanağının” kimleri kapsadığını belirtmek öncelikli ve zor bir iştir. Goran yazısının bazı bölümlerinde altını bir türlü dolduramadığı ezber cümlelerle “beraber yapmalı” gibi laflar etse de Kürt siyasetinin dili ne yazık ki giderek “birleşik” güçler arasında solu dıştalayan bir yere kayıyor. Demirtaş'ın ortak aday olarak dayatılması da bu somutluğun bir başka yansımasından başka bir şey değil. Yazarın kendisinin de belirtmek zorunda hissettiği anlaşılan ve son ÖDP örneğinde görülen bu “dil sürçmeleri” basit bir duygusal kırılmadan ötesini işaret etmekte, ki asıl tehlikeli olan da bu.

Oysa, birleşik olarak dönüşmesi umulanlar başta Barzani olmak üzere emperyalizme göbekten bağlı unsurlardır. Kanıt isteyenlere Irak'ın Amerika eliyle işgalinde Barzani'nin oynadığı uğursuz rolü hatırlatırız. Eğer halen soldan konuşmaya devam edeceksek, Irak'ın bugünkü halini de hiç tartışmayalım bir zahmet. O halde açıktan AKP ve Barzani ile ortak yürütülen bir çözüm sürecini birlikte dönüşüm olanağı olarak kabul edeceksek, kusura bakmayın, bu ülkenin devrimcileri ne o saydıklarınızla birleşebilir, ne de o kadar dönüşebilir. Esasen bu yalın gerçeği en çok dillendirmesi gereken güç ise öncelikle HDP'li sosyalist dostlarımızdır. Kürt hareketinin yanında durmanın ateşten gömlek olduğu günlerde de omuz omuza durmuş olanlar olarak acaba çok şey mi bekliyoruz?

Demirtaş'a yönelik itirazın nedeni
Golü nereden yiyeceğini iyi bilen dostumuz son bir hamleyle demiş ki: “Onlar (Kürt hareketi) her şey olabilirler, her türlü iniş-çıkışı, sağ’a ve sol’a savruluşu bize yaşatabilirler, ama bir tür 'Barzanici', dolayısıyla bir tür 'BOP elementi' olamazlar, böyle algılanamazlar, böyle adlandırılamazlar, böyle varsayılamazlar.

Ülkemizin Kürt ulusal hareketi, TKP 1920 ve diğerlerinin zaman zaman tarif etmeye çalıştıkları ve gösterdikleri gibi, BOP’un bir öznesi olmak bir kenara, 'BOP'un reddiyesi ve karşıtıdır.

Örneğin, Rojava’da yaşananlar da bunun noter tasdikli belgesidir.

Her şeyden önce, bugüne kadar TKP 1920'nin hiçbir açıklamasında Kürt hareketine dönük olarak “BOP” elementi olmak veya benzeri bir toptancı yakıştırma görülemez. Her şeyden önce kategorik olarak bakacaksak Kürt hareketi, doğrudan önderliğinin de söylediği gibi, PKK, KCK veya HDP gibi öznelerin çok ötesinde bir gerçekliktir. O sebeple böyle bir halk hareketini bir bütün olarak mahkûm etmek asla komünist tavır olamaz. Öte yandan, hareketin örgütsel öznelerini veya önderlerini eleştirmek, politik yönelimini sorgulamak bambaşka bir şeydir. Demirtaş'a yönelik itiraz da bu noktada anlamlıdır.

Birlikte mücadele olanaklarının bu kadar geliştirilebileceği, AKP karşıtılığı temelinde halkların emek ve demokrasi cephesinin kurulabileceği böylesi bir günde Kürt hareketinin bütün birlik çabalarını boşa çıkartan ve “bizim adayımız budur, beğenen gelsin” diyen tavrına itiraz etmeden nasıl bir bağımsız sınıf tavrı geliştirilebilir?

Komünistten ulusalcı olmaz
Dostumuz hızını alamayınca bir depar daha atmaya kalkarak “oy vermiyoruz” diyen TKP 1920'yi CHP ile, ulusalcılarla yanyana düşmekle itham ediyor; TKP 1920'yi Kürtler'den uzak durmanın yollarını aramakla eleştirirken biraz mahçupça yaptığı eleştiriyle aba altından sopasını da gösteriyor: Ulusalcı olursunuz, aman ha!

Hiç endişeye gerek yok, komünistten ulusalcı olmaz.

İtirazları duyar gibi oluyor insan. Hemen, bazı “pek solcu” kişilerin adları geliyor akla; tabelasında komünist yazan bazı partiler vs... “Bakın bunlar da kendine komünist diyor” değil mi?

Komünizm öğretisinin fikri ve pratik kodlarında enternasyonalizm vardır. Hem de sadece son 80, 90 yıldır değil, en başından beri. O yüzden komünistlerin, sosyal demokratlar başta olmak üzere içlerinde bulundukları platformlardan kopmaları yine çoğunlukla hep enternasyonalizm tartışması ekseninde olmuştur. Bu galiba bir tesadüf olamaz!

TKP 1920 de koşulsuz ve ikircimsiz olarak ulusların -hadi adını bir kez daha koyalım- Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını tanır. Bununla da yetinmez ve der ki: bu kaderini tayin hakkı “ayrılma hakkını da” içerir. Şimdi insan sormadan edemiyor doğrusu. Bu duruşun yanından geçebilecek bir ulusalcı var da biz mi bilmiyoruz?

Öte yandan Marksistler açısından, Lenin'de noktası konulmuş olan, ulusal meselede halen bu adlandırmayı koyamayan ancak kendini komünist olarak görenler varsa bu bizlerin değil onların sorunudur.

Tıpış tıpış sandığa gitmek
Şu meşhur CHP'cilik mevzusunda bir nokta daha var ki insan değinmeden edemiyor. Hatırlanacağı gibi sosyalist çevrelerin arka arkaya ortak aday çağrıları yaptığı günlerde HDP'li dostlarımız CHP ile ortak aday müzakeresi yapmamış mıydı? Hem de masadaki isimlerinin başında CHP'nin bir milletvekilinin adı yazılıydı. Peki o gün CHP ittifak teklifini kabul etseydi ne olacaktı? Kürt hareketi ulusalcı CHP'nin içinden çıkmış bir cumhurbaşkanı adayını, ittifak gereği de olsa destekleseydi şimdi Kürtler “beyaz Türkler'in” ulusalcı söylemine aklını kaptırmış mı olacaktı? Daha da fenası Kılıçdaroğlu'nun “tıpış tıpış sandığa gideceksiniz” dediği kitlenin içinde bizi eleştiren dostlarımız da mı olacaktı? O yakıştırmalar teoriden, Marksizm'in yüz elli yıllık ulusal mücadeleler birikiminden soyutlanarak bol keseden sallandığında tehlikeli işler açar başa bizden söylemesi.

Hafıza-i beşer...
Hafıza-i beşer nisyan ile malulmüş hakikaten; yoksa sadece son on beş yılda en az dört seçimde Kürt hareketiyle ortak seçim kampanyası yürütmüş, Kürt halkının istisnasız bütün acılarına ortak olmuş, yeri geldiğinde “Kürt propagandası” yapıyor denilerek kitapları, dergileri toplatılmış, yazı işleri müdürleri ceza almış bir harekette ulusalcılık aramak mümkün olmazdı.

Ancak korkarız bugün, samimi beklentiler içinde olan Sinan Goran gibi dostlarımızın işi bize göre daha zor. Zira, Goran'ın kelimesiyle söyleyecek olursak Kürt hareketi “karakteri gereği” farklı etkilere/rüzgârlara son derece açık.

Bugün TKP 1920'nin açıklamasında eğmeden, bükmeden tahlili yapılan ve eleştirilen “gerçekçi politikanın gereği” olarak sayılan politikalar nedeniyle HDP kendi beyanları hakkında en fazla tekzip yayınlayan parti konumuna düşmüştür. Çok zamandır HDP'li dostlarla yapılan sohbetlerde parti yöneticilerinin veya milletvekillerinin açıklamaları üzerine konu açıldığında karşıdakinin cümlesi “ama o arkadaş tam öyle demek istemiyor” şeklinde oluyor. Doğrudur, büyük bir harekette elbette farklı renkler, farklı tarzlar, farklı üsluplar olabilir. Ancak o zaman hareketi takip edenlerin de “peki şimdi ne söylüyorsunuz” demesi abes midir? Üzücü olan şeylerden birisi de, böyle mücadeleci bir hareketin bu tip bir siyaset biçimine doğru geri çekilmiş olmasıdır.

Dostlar buradan tarihsel fırsat çıkmaz!
Elbette soldan gelen her düşünce kendi içinde değerlidir. Ancak son seçimle ilgili açıklamaları yan yana koyunca görülüyor ki, en açık ve net tavrı TKP 1920 koymuştur. Özetle TKP 1920, Kürt hareketinin politik önderliğinin, en açık haliyle Gezi'de ortaya çıkan, AKP'nin manevralarından politik kazanç umma politikasının ölümcül tehlikesine dikkat çekmektedir. Gerici, şoven, savaş yanlısı AKP'den kimseye fayda gelmez, Kürt halkına hiç gelmez demektedir.

Gayrimeşru iktidara karşı halkların birlikte mücadelesini örme imkânları vardır; bu imkânlar bölgesel ve dönemsel çıkarlar uğruna elin tersiyle itilirse tarihsel fırsat değil, tarihsel kayıp yaşanır demektedir.

Bir de demektedir ki, Roboski'nin, Paris'te üç Kürt devrimci kadının faillleriyle barış kurulmaz, uyanın!

Köyün delisi olalım
Peki, TKP 1920'nin tabir caizse köyün delisi olmak pahasına net olarak çizdiği bu gerçeklik karşısında HDP içerisinde yer alan sosyalist dostlarımız ne demektedir?

Evet, gönül isterdi ki bu seçimde tüm emekçilerin ve halkların ikircimsiz destekleyebileceği adayı birlikte var edebilseydik... Yapamadık, eksiğimizdir. Şayet beceriksizliğimiz dostumuz Goran'ın deyimiyle “topu taca atmaksa”, hadi diyelim ki biz topu taca atmış olalım. Ancak unutulmasın ki o top yeniden sahaya girer ve dönüp dolaşıp ayağımıza gelir elbet. Yeter ki top bize geldiğinde hakem düdüğü çalmamış olsun. Yoksa hem Türk hem de Kürt emekçiler bedelini çok acı ödeyecekleri bir maçı kaybetmiş demektir.

27 Tem 2014
paylaş