Çok şeyler yazılıp çizildi bu ülkede 'Haziran'lara dair, çok sözler söylendi, çokça atışmalar yapıldı. Fakat her güzel anımızın içinde bir parça Mayıs, bir parça Haziran oldu hep. Bu topraklarda Mayıs’tan Haziran’a giden dönem 15-16’lı yaşlardan 20’lerin ortasına geçişe benzer hep. Önce alacasına coşkulu, ardından o coşkuyla beraber gelen sistemle sorunlu ama bilinçli ve sorumlu bir tavırdır bizim Mayıs’lardan Haziran’lara varışımız. Bu ülkede “Haziran”lar hep gençtir o yüzden.
Haziran’ın tanımını herkes kendi meşrebince yapar elbet. Peki bizim Haziran’ımız? Buradaki “Haziran”ı bir kolaycılıkla salt Gezi’ye mal etmek mümkün. Ama bu sayfalarda sıkça yinelediğimiz gibi “tek bir Haziran yetmez” demek daha doğru olmaz mı? Tarihimizde Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi'nin yanı sıra 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi gibi şanlı Haziran’larımız var. Haziran’larımızı bir potada buluşturmak da bizim en güzel zaferlerimiz.
Bir “Haziran” gençliği yaratmak derken?
Başlığı soruya çevirelim o zaman; bizim bir “Haziran” gençliği yaratmamız mümkün mü? Bu soruyu sokakta çevirdiğimiz gençlere sorsak eminim çoğu “Biz zaten Haziran’ın gençleriyiz, çapulcuyuz, direnişçiyiz” diyecektir. Hatta yazıyı okuyan bazı dostlarım da yaratmak kelimesine takılacaktır. Evet “Haziran”ın gençliği vardır! Bunda bu satırları yazan genç emekçi dahil hiç kimsenin şüphesi yok. Ama bu coşkulu, hınçlı, sistemle sorunlu gençliğimiz bilinçli ve sorumlu bir tavra doğru yol almalıdır. Bir zamanın meşhur sözüyle “Artık yeter! Edi bese!” diyerek masaya yumruğunu vurduğunda sözünü dinletecek iradeyi ele almalıdır. Ancak o zaman gerçekten var olacaktır ama bunu ona kimse yaptıramaz. “Haziran”ın gençliği kendi kendini yeniden yaratacaktır.
Boş lakırtıdan asıl maceraya: El tutuşa tutuşa
Buraya kadarki cümleleri başka bir kaynakta okusam, yazara şunu söylerdim: “Boş lakırtıyı bırak”. Ne yapmalıyı ararken boş lakırtı gibi gelen sözler olduğu doğru ama asıl macera şimdi başlıyor. Buraya kadar giriş taksimiydi yalnızca. Bizim bir cevabımız var “Ne yapmalı? Nasıl etmeli?”ye; “Haziran”da birleşmek! Hayır, hayır kalıplarını başkasının oluşturduğu bir yerde, sözlerini başkalarının yazacağı, başkalarının okuyacağı bir şekilde değil. Erken adım atanların herkesi birlikte üretmeye, birlikte şekillendirmeye çağırdığı bir dostlar sofrasının çağrısı bu. Ve bu çağrı senin sokağına, komşunun fabrikasına, berikinin okuluna girmedikçe başarıya ulaşmayacak. Buralara ulaşması da ben nasıl bir “Haziran” gençliği isterim diyerek taşın altına elini sokmanı bekliyor. Belki çok yakınında bir başkası da sana ulaşmaya çalışıyor. Bir Can Yücel şiirinde bizim zaferimiz;
Ne kadar çok elimiz varmış meğer!
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki
Gençlerinki
Tekel İşçilerininki
Sonra, ellerin elleri...
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,
Tutuşa tutuşa
Bir orman yangını gibi.
“Azalarak bitsin”lerin üstüne üstüne
Şiirin devamını yazmak, yangınımızın “azalarak bitsin” dediğimiz her şeyi yıkıp geçmesini sağlamanın yolu el tutuşmakta. Biz bunu bir kere ispatladık ama devamını getirmeye kısa bir ara verdik. “Ara verdik” demek de doğru değil aslında, öğrendiklerimizi hazmetmeye yattık bir süre. Çünkü hakkımızda öncenin 'mücadeleci' kuşakları tarafından o kadar çok kötü söz söylenmişti ki, biz bile inanamamıştık direncimize.
Her dönem bir önceki dönemden daha zordur. Evet biz bugüne kadar yaşamış en zor gençliği yaşıyoruz. Ve öncenin birikimini alıp bugünü bildiğimiz gibi şekillendirmek için bir arada durmak gerek. Duvar yazılarında, sloganlarında limon sat’ın, çay demle’nin esprisi olan gençliğin eylemi de böyle olacak.
TOMA’yı POMA’yla kovalayan kuşağın öfkesi
Bir okul duvarını homofobiyi-transfobiyi protesto için gökkuşağı rengi boyalar dolu balonlar atmak, işten atılan genç işçilerin fabrika çatısında direniş marşını klarnetle çalması da Abdocan’ın, Ali İsmail’in yiğitliği gibi bizim gençliğimizin imzasıdır. Bu imzayı Zap üstündeki “Devrimci Gençlik Köprüsü”nden, İstanbul’daki köprülere taşımaksa bize düşüyor.
Gezi Parkı’nın zorla boşaltıldığı gün nefesi kesilen kot taşlama işçisi ile onu omzuna alıp taşıyan uzun, kıvırcık saçlı turizm öğrencisinin yan yana gelmesinde bizim gücümüz. Bu gücü SEKA’ların, TEKEL’lerin güçlü işçi direnişlerinden, Marmara Üniversitesi’nde yaralanan öğrenciyle dayanışmaya taşımaksa bize düşüyor.
TOMA’yı POMA’yla kovalayan kuşağın öfkesi “Haziran”larımızın gençliğinde yeniden, yeniden her sabah yeni baştan geliyor.
- Ersu Eren